Oya Baydar

25 Ocak 2016

PYD terör örgütü mü?

Küçük bir umut olan Cenevre Konferansı bile Türkiye’nin PYD inadı yüzünden tehlikeye giriyor

PYD terör örgütü değildir; ne IŞİD,  ne El Nusra, ne de PKK terör örgütüdür. Terör örgütü nitelemesi siyaseten kullanılan araçsal bir kavramdır. Terör örgütleri yok mudur? Vardır. İşleri amaçları başka güçler adına terör eylemleri yapmak olan, bir çeşit organize suç örgütü niteliğinde, görece dar ve çok kirli, karışık yapılardır bunlar. Diğerlerine gelince, katılalım katılmayalım, beğenelim beğenmeyelim, zararlı bulalım, hatta lanetleyelim, tümünün kendine göre bir amacı, ulaşmak istediği bir hedef, bir talebi vardır. Toplumsal-siyasal-ideolojik (din de bir ideolojidir) talepler uğruna mücadele ederler. Mesela IŞİD, İslamî cihat yolunda, kendi inancını şiddet ve savaşla dayatmak, İslamın belli bir tefsirine uygun bir devlet kurmak için ortalığı kana bularken; PKK Kürt halkının hakları, özerkliği, Ortadoğu’da Kürt varlığının tanınması hedefiyle kurulmuştur ve geçirdiği evrime rağmen esas olarak bu hedef için savaşmaktadır. Bu türden örgütler silahlı savaş örgütleridir ve savaşın kendisi şiddet içerir. Bütün savaşlar kan, ölüm, yıkım demektir. Savaşan hiçbir yapı; örgütler gibi devletler de, temiz kalamazlar. Şiddete ve zaman zaman teröre başvururlar.

 

Terör, hedefe ulaşmak için başvurulan yöntemlerden biridir

 

Terör; düşmanı korkutmak, toplumda kargaşa ve dehşet yaratarak insanları sindirmek, teslim almak için uygulanan kör şiddettir. Terörün hedefi sadece çarpışılan silahlı güç değil bütün toplumdur, çoluk çocuk sivillerdir. Ne kadar kanlı, acımasız, ürkütücü olursa o kadar başarılı sayılır. Terör pis ve lanetli bir yöntemdir. “Terör örgütü”nden değil, terör yöntemi kullanan, teröre başvuran, terörist eylemlerde bulunan örgütlerden söz edebiliriz. Örgüt veya devlet, teröre başvurduğunda hem kamu vicdanında hem de uluslararası hukuk nezdinde (en azından teorik olarak) mahkûm edilir.  Ancak, “terörist örgüt” nitelemesi bugüne kadar ne ulusal ne de uluslararası hukukta genel geçer bir tanıma kavuşturulmamıştır. Devletler ve iktidarlar kendi çıkarlarına, siyasal-diplomatik amaçlarına, kurdukları ittifaklara göre şu veya bu örgütü terör örgütü ilan ederler. Bunun, kitlelere yönelen propagandif bir yanı olduğu gibi, terör örgütü ilan edilen yapıya karşı mücadelenin hukukdışılığını ve devlet şiddetini maskeleme yararı da vardır. En iyi örneklerden biri: Fethullah Gülen Cemaati’nin terör örgütü olarak adlandırılması ve iddianamelerin, davaların Fethullan Gülen Terör Örgütü olarak hazırlanıp yürütülmesidir.

Mevcut iktidarın IŞİD’i terör örgütü ilan etmekteki gecikmesini, El Nusra için bugüne kadar böyle bir sıfat kullanılmamış olmasını, iki yıl öncesine kadar örgütün en tepesindeki kişi Öcalan’la görüşme sürdüren devletin PKK’yi IŞİD’le aynı düzeyde terör örgütü ilan etmesini; ve asıl konumuza dönecek olursak, Türk tarafının PYD’nin terör örgütü olduğunda -ısrar bile değil- adeta tepinmesini yukarda söylemeye çalıştığım çerçevede değerlendirebiliriz: Erdoğan iktidarının Ortadoğu’da oynamaya heveslendiği ama ayağına dolanan ve bölgenin ateş ve kan çemberine dönüşmesinde büyük payı olan rol, PYD’nin terör örgütü sayılmasını ve düşman ilan edilmesini gerektirmektedir.

Ne var ki, “müttefik” Amerika da, bölgede nüfuz kazanma peşindeki Rusya da PYD’yi Suriye konusunda çözüm için vazgeçilmez sayıyorlar. Eğer objektif bakılabilirse, bu konuda haklılar. IŞİD’le mücadeleyi PYD/YPG bugüne kadar neredeyse tek başına üstlendi. Türkiye’nin Suriye muhalefeti adı altında desteklediği grupların toplamı, IŞİD’e ve benzerlerine karşı ciddi bir mücadele vermedi, veremedi. Suriye Kürtlerini muhalif güç saymamak bütünüyle stratejik bir çarpıtmadan ve ezberden ibaret. PYD’nin terör örgütü olup olmadığına gelince: Rojava Kürtlerinin mücadelesi, 21. yüzyıl başı Ortadoğusu’nun özel koşullarında bir ulusal kurtuluş hareketi. Benzerleri 20. Yüzyılda farklı koşullarda Latin Amerika’dan Afrika’ya, Asya’ya kadar pek çok bölgede yaşanmış olan bir mücadele bu. Üstelik, PYD’nin terör eylemlerine başvurduğu, kör terör uyguladığı konusunda somut veri ve iddia da yok.

Vahim bir yanlışın vardığı son nokta

Türkiye’nin Suriye politikası, kifayetsiz muhterislerin (ihtiras sahibi yetersizlerin) hem bölgeyi hem Türkiye’yi sürüklediği ölümcül maceranın trajik hikâyesidir. Türk- (Sünni) İslam zihniyet ve siyasetinin Kürt fobisi/düşmanlığı, bölgedeki cözümleri bloke ederken Türkiye’yi de içsavaşın eşiğine taşımaktadır. Rojava ve PYD düşman olarak değil, en baştan dost, müttefik, kardeş olarak görülseydi bugün Kürt sorununun çözümünde adımlar atılmış, PKK geriletilmiş, IŞİD belasına karşı ortak mücadele zemini sağlanmış, Türkiye Rojava ile barışırken kendi Kürtleriyle de barışmış olurdu. Üstelik hepimiz hatırlayalım: PYD Eşbaşkanı Salih Müslim son derece dost bir söylemle Ankara’ya gelmiş, yetkililerle görüşmeye çalışmış, “Bize el uzatın, kardeş kabul edin, bu sınırları birlikte koruyalım” mealinde sözlerle zeytin dalı uzatmıştı. Erdoğan iktidarı, uzun süre El Nusra ve IŞİD’le gizli açık dayanışmayı, Kürtlerle komşuluk yerine IŞİD’le komşuluğu yeğledi, Türkiye Kürtlerini de gözden çıkardı ve çözüm masası devrildi. Masanın devrilmesinde, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü yüzeydeki nedendi.

Şimdi varılan noktada, küçük bir umut olan Cenevre Konferansı bile Türkiye’nin PYD inadı yüzünden tehlikeye giriyor ve ortaklarını ikna edememiş Türkiye, Ortadoğu politikasında daha büyük bir hezimete ve çıkmaza sürükleniyor. Eğer bir U dönüş yapılmazsa ülkeyi ve bölgeyi ateşe teslim eden bu politika günün birinde mutlaka yargılanacak. Tarih önünde mi, uluslararası hukuk önünde mi, nerede, nasıl bilmiyorum ama bir gün, mutlaka.