16 Mart 2011
Paşa’nın Sağ Yumruğu
Biz, sol cenahta yer alanlar, bu sağ yumruk-sol yumruk işini 1960’lar, 70’ler boyunca epeyce...
Biz, sol cenahta yer alanlar, bu sağ yumruk-sol yumruk işini 1960’lar, 70’ler boyunca epeyce tartışmış, hatta bölünme konularımız yetmiyormuş gibi devrimcilerin yumruğunun sağ mı sol mu olduğunda da ayrışmıştık. “Devrim olsun da nasıl olursa olsun, yeter ki acele olsun” görüşündeki; elleri silah da tutan, işçi sınıfı öncülüğü yerine gereğinde silahlı -ya da mutlaka silahlı- halk devrimi öneren gruplar, solcuysan sol yumruğunu kaldırmalısın mantığıyla olmalı, gösterilerde, eylemlerde sol yumruklarını kaldırırlardı. Benim de mensup olduğum, kendilerini 1917 devrimine bağlayan ve işçi sınıfı öncülüğünü savunanlar ise, geleneğe göre işçi sınıfının yumruğu sağdır, diyerek sağ yumrukçu olurlardı.
12 Mart 1971 ve daha da kötüsü 12 Eylül 1980 darbelerinde, başta generaller olmak üzere darbeciler, hanginiz sağ yumrukçuydunuz, hanginiz sol yumrukçu diye sormadılar; sağ yumrukçulara da sol yumrukçulara da ölümü, işkenceyi, zindanı, sürgünü, her türlü acıyı aynı oranda tattırmak için balyozu salladılar. Çünkü ister sağ, ister sol olsun havaya kalkmış yumruk, işçilerin, emekçilerin, halkın, bütün ezilenlerin zulme karşı birlikte direnme güçlerinin sembolik ifadesiydi; ve de bu sembolün arkasındaki anlam asker-sivil bütün egemenlerin ölümüne korktukları şeydi.
O zamandan bu zamana tarih köprüsünün altından temiz/ pis çok sular aktı. Toplum, siyasal partiler, düşünceler, ideolojiler, iktidar odakları, bakışlar, kuşaklar değişti, değişiyor. Hepimiz, hatta hiç değişmediklerini iddia edenler bile değiştik, değişiyoruz. O günlerin egemenleri ve de o günlerin mağdurları, darbelerden acı çekmiş olanlar ve de acı çektirenler, hâlâ darbe peşinde koşan asker-sivil paşalar, seçilmiş iktidarlardan rahatsız “genç subaylar” ve de iktidara yeni gelenler, herkes şöyle veya böyle değişiyor. Bu hayatın kuralı zaten.
Bütün bunları, 2003 Balyoz darbe planının sanıklarından emekli paşa Çetin Doğan’ın, duruşma salonuna getirilirken, kendisini alkışlayan yakınlarını sağ yumruğunu havaya kaldırarak selamladığını okuyunca hatırladım. Ne günlere kaldık, dedim kendi kendime; paşanın o yumrukları kırmak için zamanında gösterdiği ve/veya desteklediği işkenceye katliama varan çabaları, mensup olduğu ideolojik iklimi, camiasının ve kendisinin bir zamanlar savunduğu ve halen de sav unmakta olduğu düşünceleri hatırlayarak...
Sol’un Hal-i Pürmelali
Balyoz adı verilen bir darbe planının hazırlayıcısı olarak yargılanan, sanık olarak ilk ifadesi alındığında bu planın varlığını başı dik bir üslupla açıkça kabul eden (bkz. İlk kez t.24’te Selin Ongun’a verdiği cevap; hatırlayınız: televizyonlardaki ilk beyanları) ama bunun bir darbe planı değil de düşman bir ülkenin saldırısı halinde silahlı kuvvetlerin nasıl konuşlanacağını ve ne yapacağını içeren bir tatbikat senaryosu olduğunu öne süren; ancak, mevcut iktidara ve yandaşlarına, halkın belli kesimlerine, fişlenmiş demokrat aydınlara karşı yürütülecek kanıtlı ispatlı operasyonların, kamuoyunu galayana getirmeye yönelik provokatif eylemlerin neden dış düşmana karşı bir senaryoda yer aldığı sorusunu hep açıkta bırakan emekli paşanın selam yumruğu değil beni ilgilendiren. Sol yerine sağ yumruğunu kaldırmasından da olsa olsa memnun olurum, demek zamanında açık etmemiş ama paşamız da bizdenmiş, diyerek. Şaka bir yana, darbe planı sanığı paşanın sağ yumruğu, günümüzde solun halinin yansıması gibi de geldi bana. Şöyle:
Ergenekon-Balyoz davaları olarak bilinen davalar; özünde, seçilmiş iktidarı ordunun gücü ve yüksek yargı başta olmak üzere bürokrasinin, vesayet rejiminin yandaşlarının desteğiyle düşürmek için, provokatif eylemlerle ortam hazırlamaktan ayrıntılı planlar yapmaya kadar çeşitli faaliyetlerde bulundukları iddia edilenlerin yargılandığı davalar. Darbeciliğin yargılanması olarak özetleyebileceğimiz yakın tarihimizin bu en önemli davalarının başlamasından bu yana, hepsi aynı sepete konup “sol” diye adlandırılan siyasal-ideolojik kesimlerin çoğunluğu, yargılamaların karşısında yer aldı ve sanıkları alkışlamakta birbiriyle yarıştı. Deniz Baykal’ın Ergenekon’un avukatıyım demesi, Kılıçdaroğlu’nun bu davaların sanıklarına hararetle milletvekilliği adaylığı önermesi, CHP dışında kalan sosyalist soldan bile yükselen yesinler birbirlerini sesleri, bütün deliller düzmece, davalar fasa fiso hafifsemesi (toprağın altından fışkıran silahlar? Kazıldıkça toplu mezarlar çıkan Doğu-Güneydoğu toprakları? Bizzat sanıkların yalanlamadığı, kendi imzalarını taşıyan günlükler, yazılar, belgeler? 2000’lerin başlarından bugüne hepimizin şahit olduğu provokatif eylemler, artık kimsenin kuşkusunun kalmadığı Danıştay cinayeti, Hrant Dink’in öldürülmesi?), bu davaların ardında duran demokratlara yapılan hakaretler, yöneltilen eleştiriler ve yıpratma çabaları bir kısım soldan kaynaklanıyordu.
Yanlış anlaşılmamak için tam bu noktada, ve de altını çizerek söylemek istiyorum: Davaların özüyle yürütülme biçimi yargılama sürecinde birbiriyle çelişti, bu çelişki giderek belirginleşti; yani, yargılama sürecinde ortaya çıkan hukuk ihlalleri, tutuksuz yargılama yerine tutuklamanın kural haline getirilmesi, ideolojik tavırla doğrudan suç olanın zaman zaman iç içe geçirilip kovuşturmanın zihniyet polisliğine dönüştürülmesi gibi uygulamalarla davaların özü zedelendi, kamu vicdanındaki inanılırlığı zayıflatıldı. Düşünüyorum ki, kendim de dahil, Ergenekon davaları sürecinde bu davaların arkasında duranlar, darbeciliğin suç olduğunu tavizsiz savunanlar uygulamadaki tökezlemeler karşısında daha belirgin tepki gösterebilselerdi; ne yapalım kötü ama bağırsakları temizlemek için olur böyle şeyler, eskiden daha mı iyiydi sanki, Türkiye’de hukuk süreci hep böyle işler, bunlar hak ediyorlar, böyle davalarda kurunun yanında yaş da yanar düşüncesine kapılmadan ettkili bir hukuk mücadelesi verebilselerdi Türkiye eline geçmiş en önemli sivilleşme ve demokratikleşme fırsatını daha iyi değerlendirebilirdi. Yine bunun gibi, sol bütün kesimleriyle davaların özünün savunuculuğunu üstlenebilseydi, darbeci-vesayetçi zihniyete amasız karşı durup, davaların ardındaki iradeye (siyasi demiyorum, her kim olursa hangi cenahtan olursa olsun) güçlü destek olabilseydi, kimin çıkarına sorusu yerine hepimizin çıkarına cevabını verebilseydi Türkiye, demokrasi, sivilleşme kazanacağı gibi sol içindeki ağır bölünme ve husumet havası da yaratılmamış olurdu. Yapamadık, yazık oldu.
Bu noktada Doğan Paşa’nın sağ yumruklu selamı tam da yerine oturuyor işte. Sayın Doğan tabii ki kendisini alkışlayan yakınlarını, dava arkadaşlarını görünce duygulanmıştır, heyecanlanmıştır, dimdik ayakta olduğunu, haklılığını göstermek istemiştir. Bunu bir zafer işaretiyle, iki elini birbirine kenetleyerek, el sallayarak da yapabilirdi kuşkusuz, ama o bilinçli ve seçmeli olarak sağ yumruğunu kaldırmıştır: Devrimciliğini ve sol olduğunu göstermek üzere. Çünkü asker- sivil dava arkadaşlarının büyük bölümü de kendilerini solcu ve devrimci olarak görmekte ve göstermektedirler. Çünkü ülkemizde tümüyle olmasa da bir çeşit solculuk; toplumsal yapı, tarihsel gelişme, kurucu ideoloji, vb nedenlerle ana damar olarak darbecilik geleneğinden beslenmiştir. Halktan umudu kesenler ve halkın hep yanlış yapacağına inananlar kafalarındaki toplumsal mühendislik projelerini hayata geçirmek için darbelere umut bağlamışlardır. 12 Mart’ın, solun, hem de sosyalist solun çok geniş kesimlerince sol darbe sanılarak nasıl desteklendiğini destekleyenler unutsa da tarih unutmamaktadır. Bu zihniyete göre, sağcı olarak nitelenen iktidarlara karşı her yol mubahtır ve fırsat bulunduğunda bu yollar denenmelidir. Böylece bana karşı darbe-sana karşı darbe ikilemi ortaya çıkmaktadır. AKP’yi hedef alan sivil-asker-müesses nizam bekçilerinin darbe hazırlığı, planı, senaryosu (her neyse) meşrulaşmakta, darbeci zihniyetin taşıyıcıları kahramanlaştırılmakta ve daha daha ötesi, sol sayılıp kendilerine solcu diyenlerce arkalanmaktadır.
Paşanın sağ yumruğunun ve zafer işaretinin altında yatan simgesel anlama bir de bu açıdan bakmayı deneyecek olursak, sol’da giderek belirginleşen ayrım çizgisini daha iyi görürüz, belki de hepimiz kendimize çeki düzen vermek isteriz. Bir de zayıf bir umut ama belki de o yumruğun aslında sivilleşmeye, demokratikleşmeye, yani gerçek sola inebileceğini de kavrarız ve hasımlaşmak, cepheleşmek yerine darbeciliğe, vesayetçiliğe karşı hukukta ve demokraside birleşiriz.