Oya Baydar

06 Ocak 2016

Neredeysen orada, kime değiyorsan onunla…

Ne zaman barış dense, sevgili Hrant’ın “Barış eşekleri olalım” sözü gelir aklıma. Barışın eşekleri olmaya cesaret edelim

“Yeter artık! Bu kan, bu zulüm, bu yıkım dursun; operasyonlara son verilsin, eller tetikten çekilsin, silahlar karşılıklı olarak susturulsun; hemen şimdi, bir evladımızı, bir insanımızı daha yitirmeden, halklarımız büsbütün perişan olmadan, yürekler kopmadan diyalog ortamına dönülsün” diyorsanız eğer; neredeyseniz, kime değiyor, sesinizi kimlere duyurabiliyorsanız harekete geçin, harekete geçelim.

“Yeter artık, acil çözüm, acil barış” diye haykırmaya hazır -değil binler, yüzbinler- milyonların olduğunu biliyorum. Sesimizi duyurmanın, yüreklerimizi saran çaresizliği, umutsuzluğu aşmanın, bu toprakların halklarının acılarını durdurmanın, batısıyla doğusuyla, Türküyle Kürdüyle birlikte özgür bir gelecek kurmanın özlemini duyuyoruz. Ama ne yapabiliriz, nasıl yapabiliriz? Savaş kararı alanları, savaşı tek çözüm olarak gören zihniyeti, devletin/iktidarın çözümü şiddette, savaşta, Kürt halkına diz çöktürmekte gören kadim ceberrut anlayışını nasıl durdurabilir, nasıl boşa çıkartabiliriz?

Bu sorunun cevabının; umutsuzlanmaktan ve çaresizlikten doğan bir razı oluşta, gelişmelere göz kapatmakta, “İçim dayanmıyor, televizyonları bile izleyemiyorum” demekte, çekip gitmekte, benim gücüm neye yeter ki çaresizliğinde olmadığını düşünüyorum. Son birkaç haftanın deneyimleri bile okyanusa katılan bir tek damlacığın kendi çapında ses getirebileceğini gösterdi. Ne ki, silahların gürültüsü sesimizi bastırıyor. Demek ki daha gür, daha yaygın haykırmak gerek. Demek ki mümkün olduğunca çok insanın elini tutup, gözlerine bakıp barış özlemini yüreklere, vicdanlara akıtmak gerek. Demek ki barış talebinden vazgeçmemek ve korkmamak gerek.

 

Sakıncalı sözcük: Barış

 

Barış sözcüğü ve barışçılar Türkiye’de hep sakıncalı sayıldılar. 1950’de kurulan Behice Boran’ın başkanlığını üstlendiği Barışseverler Cemiyeti’nden, 1980 darbesi sürecinde takibata uğrayıp kapatılan Barış Derneği’nden bu yana böyledir bu. 1990’ların başında Polis’in “Kahrolsun barış, kahrolsun insan hakları!” diye yürüdüğünün şahidiyim. Bugün de, çatışmalar dursun, çözüm masasına dönülsün, barış konuşulsun diyenler “terör örgütüne destek olmak”la, hatta hainlikle suçlanabiliyorlar. Kısacası barış, devlet ve devletlû’lar nezdinde öteden beri netameli ve sakıncalı bir sözcük, tehlikeli bir taleptir. Hatta barışa inançları gereği en fazla sahiplenmesi gereken mütedeyyin, İslamcı muhafazakâr kesimler için de öyle…

Buna karşılık, içi doldurulmamış barış kavramı, dile pelesenk edilmiş, hoş ve boş bir sözcükten ibaret kalır; giderek yıpranır, sıradanlaşır, anlamsızlaşır, daha da önemlisi savaştan medet umanların incir yaprağına dönüşür. Bugünün koşullarında barış talebi: Doğu’da sürmekte olan, Kürt halkını perişan eden, bunca ölüme, yıkıma ve yüreklerin kopmasına neden olan bu savaşın sona erdirilebilmesi için, öncelikle ölçüsüz devlet şiddetinin hemen durdurulması, Kürt silahlı hareketinin de eş zamanlı olarak elini tetikten çekmesi, acilen masaya oturulup  çözüm arayışına girilmesidir.

Öte yandan, iktidarın sınır tanımayan, sivil halkı da perişan eden haksız-hukuksuz şiddetinin yarattığı umutsuz isyan ortamında, özellikle bölgede, silahlı hareketin şahinlerinde ve etkiledikleri çevrelerde barış talebini ve çağrısını reddetme eğiliminin uç verdiğini görmekte yarar var. Artık ölümüne savaşmaktan başka seçenek kalmadığı, barış çağrılarının anlamsızlaştığı, çözüme ancak silahla ulaşılabileceği, siyasal çözümün mümkün olmadığı yönündeki anlaşılabilir ruh hali; silahlar sussun, sivil siyaset öne geçsin, masaya dönülsün, barış konuşulsun diyenlere karşı tepkiye, güvensizliğe, barış çağrılarını redde, barış diyenleri küçümsemeye dönüşüyor yavaş yavaş. Devlet için, muktedirler için her dem sakıncalı olan barış sözcüğü ve talebi, şimdi acı bir ironiyle, çözümü silahtan başka yerde göremeyenlerce -ve tekrarlıyorum, 30 yıldır Kürt halkına ödetilen ağır şiddet faturası hesaba katıldığında ruh halleri anlaşılabilir olanlarca- mücadeleyi engelleyici, yararsız, naif ve ve sakıncalı ilan edilebiliyor.

 

Başlığa dönecek olursak

 

Bir iç savaşa doğru sürüklendiğimiz, halklarımızın birbirinden hızla koptuğu, aklımıza bile getirmek istemediğimiz Suriyelileşme tehlikesinin her geçen gün tırmandığı şu günlerde tek sarılacağımız ip barış; yani savaşın, şiddetin, yıkımın hemen sona erdirilmesini ve konuşarak, tartışarak, anlaşarak barışa yürünmesini istemek. Ne “Son terörist kırılana kadar” (ki giderek son Kürt pes edene kadara varıyor) ne de “Artık ortak vatanda, eşit yurttaşlar olarak özgür yaşam umudu tükendi, ölüme kadar savaş!”…

Barışın sesini duyurabilmek, “Artık yeter, aslolan hayattır, savaşı durdurun” çığlığımızı bütün topluma ulaştırabilmek için, kim neredeyse, hangi olanağı varsa, kimlere, hangi kesimlere ulaşabiliyorsa, başkalarından çağrı beklemeden harekete geçmesi gerekiyor. Bunca kuruluşumuz, bunca sivil toplum örgütlenmesi,bunca vicdanlı insan var. Örneğin psikologlar, psikiatristler kendi kuruluşlarıyla, mimarlar, mühendisler kendi odalarıyla, akademisyenler kendi örgütlenmeleriyle, sanatçılar, yazarlar kendi gruplarıyla, esnaf ve zenaatkârlar, iş insanları, sermaye kuruluşları kendi olanaklarıyla bölgeye heyetler halinde akabilirler. Bölge insanını elini tutup, acılarına dertlerine ortak olup tanıklıklarını, gözlemlerini batıya, bizlere ve de gerçek sorumlular olan iktidara, siyasal partilere aktarabilirler. Hepimiz komşumuza, arkadaşımıza, çevremize barış gereğini, barış istemini yansıtabiliriz.

Ne zaman barış dense, sevgili Hrant’ın “Barış eşekleri olalım” sözü gelir aklıma. Ama’sız barışçılığın saldırılara hazır cefakâr duruşunun ifadesidir bu sözler. Barış eşekleri olmaya cesaret edelim ve bütün engellere rağmen dört bir yandan yürüyelim barışa.

Son dakika notu: Silopi’de üçü de Kürt hareketinin aktivistlerinden olan üç kadının uzaktan açılan ateşle öldürülmesi, 1990’larda ensesinden tek kurşunla öldürülen  faili meçhul kurbanlarının taşeron katillerinin yerini, artık devlet güçlerinin aldığının tartışmasız kanıtıdır. Hükümetten ve sorumlulardan açıklama bekleme durumundayız. Bu faili belli cinayet karşısında sorumluların bulunup açıklanmasını ve en ağır cezalara çarptırılmasını istemek üzere, her yerde harekete geçelim.