Bu satırları; Suriye’de Savaşa Hayır bildirgesini imzalayanlara “çıldırmışlar, kudurmuşlar” demenizi önemsediğim için değil (bu türden saldırılarınızı kanıksadık artık) kuduz mikrobunun nasıl bulaşıcı ve ölümcül olduğu konusunda sizi uyarmak için yazıyorum. Aslında hastalık en tepeden başlayarak yakın (siyasal) çevrenize, yandaşlarınıza, ruh ikiziniz faşizan siyasetlere, mafyacılara, psikopat kadrolara çoktan bulaşmış durumda. Giderek de bütün toplumu, hepimizi tehdit ediyor. Kuduz mikrobunu kapmış, gerçekten kudurmuş olanlar tarafından ısırıldıkça, buyurduğunuz gibi, bu gidişle hepimiz kuduracağız.
İmam böyle saldırırsa cemaat geri kalır mı! MHP Genel Başkanı Bahçeli de dağıtmayı başardığı partisinin kürsüsünden, size biat eden ve cesaretlendiren bir tonda, “Aydın müsveddelerinin hazırladığı ihanet bildirisini başlarına yıkın, MHP arkanızda olacaktır” diye kükrüyor. Hastalığı çoktan kapmış besbelli, hızla son evreye doğru sürükleniyor.
“Kanınızı akıtacağız, akan kanlarınızda banyo yapacağız, kanınızı içeceğiz” diye havlayan yandaşlarınızdan, vurup öldürdükleri insanları/kadınları soyup çırılçıplak sokaklarda sürükleyen “güvenlik!” güçlerinizden, “HDP’nin çaycısı bile teröristtir, katildir, bunları sessiz sedasız ortadan kaldıracaksınız, yok edeceksiniz” tavsiyesini size pek yakın bir gazetenin köşesinden pervasızca yazabilen kişiden, en basit bir eleştiri yöneltene, farklı düşünene salyalar akıtarak saldıran büyüklü küçüklü kalemşörlerinizden söz etmeye gerek yok. Siyasetin tepelerinden başlayan salgın, bir süredir hızla yayılıyor, sizin çevrenizi de aşıp bu toplumun iyi insanlarını, sıradan insanlarımızı da etkisi altına alıyor.Siz farkında olmayabilirsiniz ama artık insanî değerlere sahip, sağduyulu, ruh sağlığı yerinde insanlar hızla azalıyor; herkes cinnetin sınırında, travmalar içinde, mecazi anlamda kudurmuş durumda.
“Kudurmuş sözde aydın” ilan ettiklerinizden biri olarak
Nasıl olsa çıldırmış, kudurmuş olduğuma göre cezai ehliyetim bulunmamasından da cesaret alarak açık konuşacağım.
Suriye politikanızı eleştiren, Suriye’de savaşa hayır diyen 200’ü aşkın yurttaşı “sözde aydınlar” diye küçümsemek, ilk akla geleni Kenan Evren olmak üzere yerli yabancı diktatörlerin ve kızınızın nikâh şahidi yaptığınız aziz dostunuz Berlusconi türünden ahlâk ve kültür fukarası kişilerin aydınlar karşısında duydukları aşağılık kompleksinin dışa vurumudur. Bu, sadece bilimsel-psikolojik bir tesbitten ibaret.
Şimdi gelelim daha önemlisine: “Yetiştirdiğiniz öğrencilerin ellerine silahı sizler verdiniz, üniversiteleri kan gölüne çevirdiniz. Yine aynı şeyleri yapamayınca çıldırıyorlar, kuduruyorlar” buyurmuşsunuz. Önce bir düzeltme: Kafanız ve öfkeniz “Bu suça iştirak etmeyeceğiz” başlıklı akademisyenler bildirisine öylesine takılmış ki bu bildiride imzası olanların tümünü de akademisyen sanıyorsunuz. Mesela ben akademisyen değilim. Sosyalist kimliğim yüzünden önce İstanbul Üniversitesi’nden ayrılmaye mecbur edilmiş, sonra da 12 Mart 1971 faşizan müdahalesi sırasında, Hacettepe Üniversitesi’nde kürsüde ders verirken sınıfa dalan silahlı askerler tarafından alınıp götürülmüş, tutuklanmış, işkence görmüş, sonraki 12 Eylül darbesinde de on yıldan fazla sürgünde yaşamak zorunda kalmış biriyim. Akademik hayatım toplam beş yılı aşamadı. Kendi türümde tek değilim, bildirinin imzacıları arasında askeri darbe kurbanı benzerlerim var.
Kısacık akademik hayatım boyunca tek övüneceğim şey fikrî gelişmelerine katkıda bulunduğum öğrencilerin barıştan, insandan, yaşamdan yana olmalarıdır. Ellerine silah vermeye, üniversiteleri kan gölüne çevirmeye gelince; ister başkan, ister sultan, ister halife olun, orada bir durun hele! Kendinize gelin demiyorum, (çünkü o zaman pek de iyi ve doğru bir yere geleceğinizi hiç sanmıyorum) hakaret ve iftiranın suç olduğunu hatırlayın. Yetiştirdiğimiz öğrenciler arasında olma şansına sahip bulunsaydınız bugün üslubunuzla, kültürel temelinizle, değerlerinizle, ufkunuzla çok farklı bir insan olurdunuz. Bu fırsatı kaçırdığınız için sizin adınıza üzülüyorum.
Distopyanın anlamını biliyor musunuz?
Temsil ettiğiniz zihniyet ve topluma yaydığınız kin ve düşmanlık atmosferi ülkeyi vicdanî, insanî, siyasî değerlerin alt üst olduğu bir cehenneme çevirdi. Korkunç sanal dünyalarda insanların birbirini vahşice boğazladığı, doğrunun yanlış, kötünün iyi, haklının haksız olduğu bilim kurgu filmleri; distopyalar vardır. Barış istemenin suç olduğu, savaşın, ölümün, zulmün alkışlandığı, katillerin makbul, insanlar ölmesin diyenlerin hain sayıldığı, insanî değerlerin tümüyle ters yüz edildiği, halka eziyetin vatanseverlik zulme baş kaldırmanın ihanet kabul edildiği, yalanın baştacı edilip gerçeğin yargılandığı, muhbirliğin ödüllendirildiği, bilginin, kültürün, sanatın aşağılandığı, insanların vahşileştirilip birbirlerinin üstüne salındığı korkunç topluluklar…
Son zamanlarda böyle bir distopyanın göbeğinde yaşar gibi hissediyorum kendimi. Doğru bellediğimiz insanî evrensel değerleri savunanların çıldırmış, kudurmuş sayıldıkları; hain diye nitelenip kanlarıyla duş yapmanın hayal edilebildiği ilginç bir dönemden geçiyoruz. Çinliler “ilginç zamanlarda yaşayın” diye beddua ederlermiş. Öyle ilginç bir dönemdeyiz sayenizde.
Haklısınız Sayın Erdoğan; bu ülkede çıldırmış, kudurmuş olanlar var. Onlar mikrobu başkalarına aşılayıp duruyorlar. Kuduz, acilen aşı olunmadıkça öldürücü bir hastalıktır; kudurmuşun saldırganlığı da çok tehlikelidir. Kuduranlar önce birbirlerine saldırırlar ama gün gelir kuduzu yayan çobana da saldırırlar, bilmiş olun.