Oya Baydar

30 Ağustos 2023

Kokpitte namaz ve elden giden din

Dinî duyguları kirletenler, inancı istismar edenler muhaliflerini suçlamak için öteden beri "din elden gidiyor!" diye feryat ederler

Mahkûm edildiğimiz şu çılgın ve abuk ortamda artık bönlük sınırına varan saflığımdan bir türlü kurtulamayacağım anlaşılan. Geçen hafta, çizmelerini çekmiş, Zeki Müren eşliğinde odada efe edasıya dolaşan Devlet Bahçeli videosunu tatsız ve seviyesiz bir şaka sanmış, adamcağızı küçük düşürmek, alay etmek için birilerinin böyle bir video imal etmelerinin etik dışı, ayıp, kaba olduğunu düşünmüştüm. Meğer gerçekmiş, Kıbrıs'ta Yeşil Hat'ta KKTC'nin yapmak istediği bir yol inşaatını engelleyen BM Barış gücüne korku salmak, "Geliriz ha!" demek için özel olarak çekilip MHP tarafından servis edilmiş.

Pilotların kokpitte namaz kılmasına izin çıktığını okuduğumda da herhalde bir Zaytung haberi diye düşündüm, ne akılla ne de dinle bağdaşan bu şaka-haber üzerinde fazla durmadım. Meğer doğruymuş. THY Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı Ahmet Bolat, bu konuda bir düzenleme getirileceğini haber verdikten sonra Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü THY Uçuş Operasyon Yönergesi'nde gerekli düzenlemeyi onaylamış. Bu arada kokpitte namazın riskli olduğunu söyleyen bir personel işten atılmış.

Tatsız şakaların gerçek olduğu, akla ziyan işlerin normalleştiği, siyasetin pespayeleştiği bir ülkede yaşamanın şaşkınlığı…

Kokpitte namaz kılmayı kim talep etti?

Günbegün dökülen, gerileyen THY'deki tek eksik, pilotların namaz vaktini kaçırmamak için kokpitte namaz kılmaları özgürlüğü/hakkıymış meğer.

Müslümanlığın dinî pratikler açısından esnek bir din olduğu bilinir. Mücbir sebep; mesela yol hali, mesela modern dünyanın iş düzeni, ülkeler-kıtalar arası saat farkları vb. nedenlerle kaçırılan namazları kılma (telafî namazı) olanağı vardır. Nitekim gerçek Müslümanlar böyle davranırlar.

Kokpitte namazın mantıklı bir nedeni olmadığı gibi dinî bir açıklaması da yok. Benzer uygulamalar gibi bu karar da iktidarın çarpık zihniyetinin yeni bir propaganda salvosundan, gösteriden ibaret. Ne var ki, sadece lâfta kalmayacak, insan yaşamını hiçe sayan, son derece tehlikeli, sorumsuz, ilkel bir gösteri.

Kokpitte namazın riskli olduğunu söyleyen personeli işten atmak yerine, hemen işten uzaklaştırılması gerekenler bu uygulamaya izin verenlerin tümüdür. Yarın öbür gün meydana gelebilecek bir kazadan da onlar sorumludur.

Ben kokpitte namaz talebinin kimden geldiğini, fikrin nereden çıktığını merak ediyorum. THY pilotlarından mı? Kaç pilottan? "Çoğundan" cevabı verilse de hiç önemi yok, çünkü görev bilinciyle ve sağduyuyla karşı çıkanların işten atılma tehlikesiyle karşı karşıya kalacakları besbelli. Uçuş güvenliği gerekçesiyle risk faktörüne dikkat çektikleri için değil, bu ilkel zihniyeti paylaşmadıkları, öteki mahalleden oldukları için…

Peki, madem pilot kokpitte namaz kılabilecek; uçuş sırasında namaz kılmak isteyen dini bütün yolcuların ne günahı var? O yönetmelik de değişsin, onlar da koridorlara seccadeyi serip namaza dursunlar. (Belki bunun da hazırlığı yapılıyordur…)

Ey Müslümanlar! Din elden gidiyor, farkında mısınız?

Dindar değilim ama bütün inançlara ve dinlere saygılıyım. Sorularına cevap arayan, ölümlü olup da ölümü kabullenemeyen, bu dünyadaki acılarının öteki dünyada dineceği umuduna sarılan, kısaca insan olma trajedisiyle baş etmeye çalışan insanın inanca ihtiyacı olduğunu düşünürüm. Dinî inanç, çok büyük bir çoğunluk için ağırlığı altında ezildiği sorulara ve sorunlara verilmiş bir cevap, daha doğrusu cevap arayışıdır. Ancak, iktidar sahipleri kitlelerin inancını çıkarları ve bekaları için araç olarak kullanırlar.

Din ve milliyetçilik ülkemizde ve benzer toplumlarda sadece bugün değil her zaman iktidarların halkı afyonlamak ve kışkırtmak için kullandıkları başlıca araç olmuştur. 80 küsur yıllık ömrümde, dinin kendilerini dindar olarak tanımlayan ya da öyle gösteren muktedirlerce bu kadar aşağılandığına, böylesine tahrif edildiğine, kirli propaganda aracına, tarikatların ticaret metaına, siyasilerin oyuncağına bu oranda ve bu pervasızlıkla dönüştürüldüğüne hiç bu dönemdeki kadar şahit olmadım.

Dinî duyguları kirletenler, inancı istismar edenler muhaliflerini suçlamak için öteden beri "din elden gidiyor!" diye feryat ederler. Benden söylemesi: Günümüzde din gerçekten de elden gidiyor.

Elden giden dini; kokpitte namazla, artık -çok şükür!- sorun olmaktan çıkan başörtüsünü anayasallaştırma gevezelikleriyle, çocuk istismarcısı tarikat şeyhlerini bir punduna getirip hapishanelerden çıkarmakla, dinle, inançla ilgisi olmayan boş söz ve uygulamalarla varmış gibi göstermeye çalışanlar dinin elden gitmesinin baş sorumlularıdır. Halk kitleleri, dindarlar, Müslümanlar bunun farkına vardıklarında; dinlerini, inançlarını muktedirlerin tasallutundan koruyup özgürleştiklerinde bu ülkede pek çok şey düzelir.

TIKLAYIN - Bahçeli çizmeleri çekerek verdiği Kıbrıs mesajını, neden Zeki Müren şarkısıyla paylaştı?

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)