Oya Baydar

02 Ocak 2015

İsteyene Noel Baba, isteyene Cübbeli Hoca

Halkları, size uymayan, sizden olmayanları lağvedemezsiniz, ortadan kaldıramazsınız.

Kendi ülkemiz, toprağımız olmasa; günümüzü, geleceğimizi bu topraklara bağlamamış olsak, insanlarımızın, ölülerimizin derin acılarını yüreğimizde duymasak, yani olup bitenlere dışardan, yabancı gözle baksak çok eğlenirdik. Trajediyle komedinin, mizahla hayatın böylesine iç içe olduğu başka ülkeler var mıdır, bilemem. Bildiğim: bizimkinin bu konuda 1 numara olduğu.

Mesela, alın size yılbaşı kutlaması tartışmalarını... Devletin hükümetin tepelerinden başlayıp Diyanete, oradan müftülüklere, yetmedi milli eğitim müdürlüklerine, oradan da dalga dalga topluma yayılan/yaydırılan: yılbaşı kutlamalarının “Hıristiyan gavur işi” olduğu, Müslümanların kutlamasının caiz olmadığı mesajları, zaten kulaklarını dikmiş bekleyen kesimlerde yankı buldu. Yabancı gözle bakıldığında abuk, bir o kadar da eğlenceli, bizim gözlerimizle bakılırsa hem acınası hem de gelecek adına kaygı verici sahneler yaşandı.

Büyük Birlik Partisi’nin birkaç yerde düzenlediği Noel Baba taşlama eylemi, klişe tabirle, 2014’ün unutulmayanları arasında yerini aldı. Birini bulup Noel Baba kılığına sokmuşlar, küffâra karşı savaş ateşiyle yanan bir takım dini bütün çoluk çocuk, bu işi üç kuruş uğruna yapan adamcağızı taşlayarak kovalıyor.

Ya Cübbeli Ahmet Hoca’nın, yılbaşına rastlatılmış Mekke’nin fethi kutlamaları münasebetiyle silme erkek bir topluluğa (oysa kendisinin baaayanları pek sevdiği bilinir. Haşemesiyle su motosikletine bindiği, güzel hanımlarla sularda eğlendiği videolarını birkaç yıl önce televizyon ekranlarında seyretmiştik) hitap ederken söylediği sözler! Hocamız, sakalını titrete titrete, o komik üslubuyla yılbaşı konusunda şöyle diyor: “Yahu alternatifi mi olur bu işin! Yılbaşı çoktan geçti. 1436. hicrî yılımıza girdik. Bizim yılbaşımız hicretle başlamıştır...” Sonra devam ediyor: “Gece hep özel program yapacak bunlar.....Soruyor biri: İçki içmiyorum, kumar oynamıyorum, zina etmiyorum. Bir evde oturmuşum televizyon başında özel programları seyrediyorum, bunda ne var Hoca? Halbuki, o gece televizyon başında olmak kadar tehlikeli bir şey yok.”

“Cübbeli’den komik”, “Cübbeli’den süper komik” gibi onlarca video var internet ortamında. Hoca, gerçekten de Kavuklu Hamdi’ye, Dümbüllü’ye taş  çıkartıyor komiklikte. O mahut ve lanetli gecede merakımdan bütün kanalları zapladım. Sadece birkaç kanalda, ‘yılbaşı özel’ adı altında sıradan eğlence programı bile denemeyecek, daha çok belgesel türü, ağırbaşlı, süssüz püssüz, pırıltısız programlar vardı. Çoğu kanal ise en yukardan aldıkları ayarla, yılbaşını görmemeye karar vermiş, normal yayın akışını sürdürüyordu. Cübbeli Hoca hiç korkmasın; büyüklerimiz ve  medyamız günaha girmememiz için gerekeni yapmışlardı.

 

Noel Baba da olsun Cübbeli de

 

İşin şakası eğlencesi bir yana, yılbaşı üzeri yaşanan kutlansın-kutlanmasın tartışmaları toplumda kol gezen tahammülsüzlüğün aynasıydı. Farklı düşünenin, farklı inananın, farklı yaşayanın, yani ötekinin değerlerini, inancını, kültürünü reddetmenin, kendisininkini dayatmanın,  karşısındakini hain, münafık, mürted ilan edip düşmanlaşmanın, yok etme refleksinin basit bir olaydaki yansımasıydı.

Hiç ayrım yapmaksızın bütün toplumsal, siyasal, ideolojik kesimlere yaygınlaştırabileceğimiz bir ruh hali bu: Kendine benzeterek tekleştirme, benzemeyeni ezme, yok etme, iktidarını/hükümranlığını susturulmuş, kendi suretinde biçimlendirilmiş, farklılıkları törpülenmiş kitlelere dayanarak sürdürme... Kendisininkinden farklı düşüneni, farklı çözüm önereni, farklı dili, inancı, yaşam biçimini reddetmekle de kalmayıp şeytanlaştırma...

Bu zihniyetle iktidara gelenler için, toplumu tek doğru ve tek iyi olarak gördükleri kendi modellerine göre şekillendirmek ve o modelde nesiller yetiştirmek başlıca amaçtır. Dün de böyleydi, bugün de böyle. Dün, Batıcı laik Kemalistler yeni Türkiye’nin Atatürkçü nesillerini yetiştirme görevini üstlenmişlerdi, bugün AKP’de sözcüsünü bulan İslamcılar dindar-muhafazakâr nesiller yetiştirme hayallerinin peşindeler. Toplumun ortasından çatlaması, git gide otoriterleşen, ceberrutlaşan iktidar, zehirli siyasal iklim bu zihniyetin sonucu. Öte yandan, iktidarın karşısındaki muhalefet de aynı zihniyeti taşıyor. Kendi içinde bile farklı kanatlara, farklı düşüncelere tahammül gösteremiyor. Hain, dönek, ajan, vb. suçlamaları, sadece iktidarın değil muhalefetin de kendi iç jargonu.

Oysa ne güzel olurdu, isteyene Noel Baba, isteyene Cübbeli Ahmet Hoca; isteyene içkili eğlenceli yılbaşı, isteyene Mekke’nin fethi mevlidi; isteyene örtünme, isteyene açılma: herkese inancına, kültürüne, zevkine, eğilimine göre yaşama özgürlüğü diyebilseydik. Tek sınırı; birbirinin özgürlüğüne engel olmama, birbirinin değerlerine saygı olarak koyabilseydik.

 

Zorlamalar çatlağı derinleştirir

 

Toplumumuzdaki çatlak her geçen gün derinleşiyor. İktidarın siyasal-ideolojik zorlamaları (belki de saldırıları demek gerek) toplumsal yarılmayı genişletiyor, cepheleşmeyi keskinleştiriyor. Son yüz yıllık tarih sadece Türkiye’de değil, Sovyet deneyiminden başlayıp Kemalist Cumhuriyet deneyimine, oradan Asya’ya, Ortadoğu’ya (Baasçı rejimler) vb. kadar, ideolojik devlet anlayışıyla yürütülen toplumsal mühendislik denemelerinin kırılganlığını, yer yer geri dönüşlerin yaşandığını, bazen kaosa ve çöküşe yol açtığını gösteriyor.

Çağımız, halkın efendisi değil hizmetkârı olan demokratik devletler çağı. Ama bu hizmetkârlığın toplumun tümünü kapsaması gerek. Bir kesim diğer kesimi tehdit ettiğinde, inancına yaşamına karıştığında, çoğunluğa dayanarak azınlığı ezdiğinde, devletin herkesin özgürlüğü için devreye girmesi gerek. Ne geçmişte ne de bugün böyle bir ortamı yaşayamadık ama sorunlarımıza da çözüm bulamadık.

Mizahî bir deyiş vardır: “Bu halk bana uymuyor, lağvedilmelidir,” diye. Halkları, size uymayan, sizden olmayanları lağvedemezsiniz, ortadan kaldıramazsınız. Hele de günümüzde... Baskılar, zorlamalar, propagandalar, kurumlarla oynamalar, kendi ideolojik değerlerinize göre nesil yetiştirme çabaları bir süre sonra çıkmaza saplanır. Mesele sadece iktidarların değişmesi değil, zihniyetin değişmesi.

Nasıl mümkün olacak? Belki önce kendimizi, kendi tekçiliğimizi, kendi mutlakçılığımızı, kendi dilimizi değiştirerek ve bu değişimi halka halka çevremize yayarak. Her konuda, ayrılık noktalarının değil buluşma noktalarının altını çizerek.