Oya Baydar

03 Nisan 2024

Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık

Özgür Özel'in genel başkan olarak, Ekrem İmamoğlu'nun da en büyük ve en önemli belediyenin başkanı olarak heyetleriyle birlikte acilen Van'a gitmelerini, sadece kendi adıma değil ama asıl, hafızalarda hâlâ diri olan kötü yaşanmışlıklar, yetmedi son genel seçimlerde CHP'nin genel başkanı olan Kılıçdaroğlu'nun ırkçı faşist kimliklerle yaptığı gizli protokoller ve benzer uygulamalar yüzünden güvenleri sarsılmış Kürt halkı adına rica ve talep ediyorum

Abdullah Zeydan

Seçim sonuçları AKP'yi nasıl etkiler, yumuşama mı getirir sertleşme mi tartışmalarıyla çenemizi yorarken AKP-MHP ittifakı fazla bekletmedi. Hani "dakika 1, gol 1" diye bir söz vardır; umut etmeyi değil tartışmayı bile gereksiz kılan adım, Van'da 14 ilçenin 14'ünü de alan DEM Parti'nin açık farkla seçilmiş Belediye Eşbaşkanı Abdullah Zeydan'ın mazbatasının verilmemesi, yerine AKP adayının getirildiğinin ilanıyla atıldı. Üstelik, doğrudan kayyum atanarak değil, çok daha sinsice, Adalet Bakanlığı ve sözde yargı eliyle… Topluma verilen mesaj: "Biz o bölgede seçmen iradesi falan tanımayız. Kayyum uygulamasına karşı mıydınız, alın size hukukî yol! Adalet Bakanlığı devreye girer, yargıyı / mahkemeleri kullanarak seçimlere müdahale eder, istediğimizi seçtirir, istemediğimizi seçtirmeyiz."

Hukuk değil, ar haya tanımayan bir siyaset anlayışı

Konuyu izleyenler biliyordur ama olayın hatırlatma mahiyetinde özeti:

Van Belediye Başkan adayı Abdullah Zeydan, gerekli tüm hukukî prosedürleri yerine getirerek YSK'nın onayladığı aday olarak seçimlere giriyor ve yüzde 55'i aşan oyla seçimi kazanıyor. Ancak seçim öncesinde, Cuma günü mesaî bitimine 5 dakika, seçimlere bir gün kala Adalet Bakanlığı'nın müdahalesiyle, Zeydan'ın memnu haklarının iadesine (seçme ve seçilme hakkı dahil) karar vermiş olan aynı mahkeme, karara itiraz edilmediği ve karar 2023'te, tam bir yıl önce kesinleştiği halde önceki kararını iptal edip hak talebini bu defa reddediyor. Yargının, iktidarın emrinde bir aparat haline getirildiğinin yeni bir örneği olan bu kararın kesinleşmesi için gerekli işlemlerin hiçbiri yapılmadığı, itiraz ve temyiz hakları kullandırılmadığı halde, karar acilen YSK'ya bildiriliyor ve YSK seçilmiş belediye başkanı yerine 130 bin daha az oy almış, ikinci sıradaki AKP adayına mazbata veriyor.

Şimdi soruyorum: Demokrasinin "D"sinden söz ediliyorsa Van'ın belediye başkanı kim? AKP adayı nasıl bir yüz ve siyasî ahlâk anlayışıyla böyle bir sonucu kabul edebiliyor? Seçimler öncesinde, "Kayyum olmak istemiyorum, seçilmiş başkan olmak istiyorum" gibisinden sözler söylemiş bu kişi, şimdi kayyum başkan değil daha da beteri; halk iradesinin gaspının ortağı olarak o koltukta nasıl oturuyor?

Zerre kadar hak, hukuk, adalet duygusu olan birinin bu kararı, bu gelişmeyi içine sindirmesi, kabullenmesi mümkün mü? Benim siyasî olarak da vicdanî olarak da kabullenemediğimi, iradesi hiçe sayılmış Vanlı seçmen, DEM Parti, Kürt halkı nasıl kabullensin!

Kürt halkını provoke etmek için bilinçli hamle mi?

Kimilerinin yeni bir çözüm süreci için umut beslediği Erdoğan, yenildiği yerel seçimler sonrasındaki konuşmasında Kürt siyasî hareketine, DEM'e yüklenmeyi, Kürt illerini "teröristan" olarak adlandırmayı ihmal etmedi. Öte yandan bir süre önce Dışişleri Bakanı, Millî savunma Bakanı ve MİT Müsteşarı'nın Kuzey Irak'ta Barzani ile görüşmelerini hatırlamakta yarar var. Orada ne pazarlıklar yapıldığını bilmiyoruz ama AKP-MHP iktidarının "terörle mücadele" kisvesi altında bölgedeki varlığını pekiştirmek ve aşağılara doğru yaymak için bir askerî harekât hazırlığı / niyeti içinde olduğu biliniyor.

İktidarın, seçim yenilgisini ve önümüzdeki günlerde daha da derinleşecek ekonomik krizi perdelemek, kamuoyunu beka yutturmacası ile uyutmak, yeni bir sınırötesi harekâta meşruiyet kazandırmak için bahanelere ihtiyacı var. Van'daki uygulama, DEM Parti'nin seçim kazandığı iller başta olmak üzere bölgede (ve ülkede) karışıklık yaratma planının parçası olabilir. Kumpas ve hinlik üzerine kurulu bir siyaset anlayışı ülkeyi kaosa sokmaktan çekinmez.

Demokratik muhalefet için rüştünü ispat fırsatı

İç barışa, ortak yaşam umudumuza, halkların özgürlüğü ve eşitliği hayallerimize olduğu kadar demokrasiyi kazanma çabalarına da büyük darbe vuracak böyle hain bir planı bozmanın tek yolu, başta CHP bütün muhalefet odaklarının ve tüm demokratik güçlerin bir an bile beklemeden ortak mücadeleyi göze almasıdır.

Van'daki hukuksuzluk ve seçmen iradesi gaspına karşı demokratik muhalefetten sesler yükselmeye başladı. Ancak kınamayı, telin etmeyi, Erdoğan'ı uyarmayı, hukuka davet etmeyi aşan, daha güçlü ve cesur adımlar gerektiğini düşünüyorum. Her partinin, her örgütün, her kişinin bu haksızlığa hukuksuzluğa kendisi maruz kalmışçasına tepki vermesi gerekiyor. Zevahiri kurtarmak için söylenen sözlerin, lafta kalan tepkilerin yeterli olamayacağı kritik bir aşamadayız. Seçmen iradesinin gaspı sadece DEM'in, sadece Kürt seçmenin değil doğusuyla batısıyla bütün Türkiye halkının sorunudur. Buna bir kez daha izin verilirse, yeterli tepki gösterilmezse Erdoğan ve ortaklarının nereye kadar gidecekleri bilinemez.

Özgür Özel'in genel başkanlığında değişik geçirdiğini iddia eden (ve bence, kimi tökezlemelere rağmen iddiası yönünde ilerlemeye çalışan) CHP'nin Türkiye'nin başlıca demokrasi sorunu olan Kürt meselesinde inandırıcı ve güven sağlayıcı adım atması için Van'daki irade gaspına aktif karşı çıkması gerekiyor.

Parti içi ve dışı çeşitli dengeler, çekinceler hesaplandığında bunun zor olacağını biliyorum. Ancak Özgür Özel'in genel başkan olarak, Ekrem İmamoğlu'nun da en büyük ve en önemli belediyenin başkanı olarak heyetleriyle birlikte acilen Van'a gitmelerini, sadece kendi adıma değil ama asıl, hafızalarda hâlâ diri olan kötü yaşanmışlıklar, yetmedi son genel seçimlerde CHP'nin genel başkanı olan Kılıçdaroğlu'nun ırkçı faşist kimliklerle yaptığı gizli protokoller ve benzer uygulamalar yüzünden güvenleri sarsılmış Kürt halkı adına rica ve talep ediyorum.

Böyle bir sınavdan demokratik ödevlerini iyi yapmış olarak geçen Özgür Özel CHP'si geleceğin başat kurucu güçlerinden biri olabilir. Kürt halkının son derece haklı yürek soğumasını, güven yitimini onarabilir. Doğu ve Batıdaki barış ve demokrasi güçlerinin birliğini ilmek ilmek örebilir. Yoksa yarın, hepimizi mutlu eden, umut doğuran yerel seçim başarısı, iktidarın kazanılan belediyeleri şu veya bu şekilde CHP'nin de elinden almasıyla yasa ve umutsuzluğa da dönüşebilir.

İddialı siyaset; maceracı, gözü kara değil ama cesur siyasettir.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)