Oya Baydar

20 Nisan 2011

Haklara ve Halklara Düşman Bir Hukuk

Yüksek Seçim Kurulu, BDP’nin desteklediği bağımsız adaylardan önemli bölümünün...


Yüksek Seçim Kurulu, BDP’nin desteklediği bağımsız adaylardan önemli bölümünün başvurularını reddederek bir minidarbe gerçekleştirdi. Anayasa mahkemesinin ünlü 367 oy kararının ve onu izleyen bir dizi hukuk komplosunun ardından kamuoyunda yüksek yargıya duyulan güvensizlik, o yargı kurumlarının içinden çıkmış YSK’nın son kararıyla biraz daha pekişti. Vesayetçi bürokratik elitin pes etmediği, vuruşa vuruşa çekileceği, vuruşurken ne ülkenin istikrarsızlaşmasını, ne çatışmaları, ne kendi evlatlarımızın kanının akmasını umursadığı bir kez daha görüldü. 
Dün (Pazartesi) öğle üzeri, ressam Bedri Baykam ve yanındaki arkadaşının, Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı’nın yıkılmasını protesto için yapılan toplantıdan çıkışta bıçaklanmaları olayıyla öncü sarsıntıyı yaşayan Türkiye, akşam saatlerinde depremle sarsıldı. Baykam’a yöneltilen saldırıyı “Seçimlere Doğru İlk Provokasyon” başlığıyla yazmaya hazırlanırken, sen provokasyon neymiş gör bakalım dercesine YSK kararı patladı.
Lafı döndürüp dolaştırmaya gerek yok. Yasal, hukuksal gerekçeler ne olursa olsun YSK’nın BDP’nin desteklediği bağımsız adayları veto etmesi bir süredir beslenen barış ve istikrar umutlarına beklenmedik bir darbe oldu. O kuruldaki çok ciddi, çok deneyimli, görmüş geçirmiş beyler böyle bir kararın ne anlama geldiğini ve ne gibi sonuçlara yol açacağını hepimizden iyi bilirler. Yani karar, sehven değil taammüden alınmış, siyasal bir karardır. Hukuktan, yasalardan bahsedilecek, gerekli belgeler tarafımıza ibraz edilmedi, vb. denecek, bu karar hukuk sularında yıkanmak istenecektir. Ama bu ülkede yaşayanlar mevcut yasalarla tahkim edilmiş hukuk sularının ne kadar bulanık olduğunu artık görmektedirler. Adalete susamış insanların susuzluğunu gideremeyecek, içildi mi hasta eden, toplumun gelişmesine ve değişim talebine asla cevap veremeyecek bir hukuk sistemi ve yapısıyla karşı karşıyayız. Son olay bunun altını bir kez daha çizmiştir. Hukuğun hakka ve halka karşı olduğu bu miadını doldurmuş sistem, kökünden sarsılıp yıkılmak zorundadır.
Yasalar ve yargı, hakka ve adalete karşı olduğunda önce kamu vicdanında meşruiyetini yitirir, bir avuç egemenin arkasına sığındığı paravan haline gelir. Meşruiyetini yitirmiş, toplumun gerisinde kalmış, yolları açacak yerde tıkayan bir hukuk sisteminin üzerine kurulacak bütün yapılar bir süre sonra toplumun üstüne çöker, enkazın altında kalır boğuluruz.

BDP’yi Değil Türkiye’yi Vuruyorsunuz

Bu ülkede barış istemeyenler var. Barışın yolunun savaş ve çatışmadan geçebileceğini sananlar var. Kürt halkının haklı taleplerini ve Türkiye’ye sundukları siyasal çözümleri duymazlıktan gelerek kendi Kürtlerini yaratıp iktidarlarını pekiştirmek isteyenler var. YSK’nın kararı, devletin derinlikleriyle o derinliklere nüfuz etme çabasındakileri buluşturdu. Birlikte, Kürt hareketini vuruyoruz sanırken Türkiye’yi ve demokrasi umutlarını acımasızca vurdular.
Önceki gün kararı televizyonda ilk dinlediğimde içimden taşan büyük bir isyan ve utançtı. Yıllardır; silahı bırakın, “ovaya inin”, sivil siyasete katılın telkinleriyle bombardıman ettiğimiz Kürtler, önlerine çıkarılan her türlü engele: KCK davalarına, ateşkese rağmen sürdürülen operasyonlara, bugüne kadar kurdukları partilerin (hatırladığım kadarıyla 5 parti) ard arda kapatılmasına rağmen kendi içlerindeki engelleri de aşmaya çalışarak işte ovaya indiler. Normalleşme yolunda, diyalog ve uzlaşma yolunda bir umut ışığı doğuyor sandık. Ve işte yine belirsizlik, yine kaos... (Görülmekte olan darbe teşebbüsü davalarında “kaos” adlı bir plan da var mıydı acaba?)
YSK’nın kararı Kürt hareketine ve Kürt halkına “Sizin bu parlamentoda yeriniz yok, sizin sivil siyasette yeriniz yok. Siz dağlara aitsiniz” demektir. Bölücülük, ayrımcılık yapmaktır. Kürt halkına ve Kürt siyasetine yönelen her baskı, her tehdit bu aşamada Türkiye’nin bütünlüğüne, iç barışa ve demokrasiye yönelmiştir. Bunu hemen kavramazsak ve gerekeni yapmazsak hayat bize acılar pahasına öğretecektir, inanın. Bu kararı verenlere, destekleyenlere, bu karardan siyasal çıkar sağlayabileceklerini umanlara sesleniyorum: Kürt hareketini değil, Kürt halkını değil, BDP’yi değil Türküyle, Kürdüyle bu ülkeyi vuruyorsunuz. Çocuklarımızı, geleceğimizi vuruyorsunuz.


Barış Girişimi’nin Çağrısı

Söylemek istediklerimi daha iyi ve derli toplu özetlediği için Barış Girişimi’nin çağrısını sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Yasalar, yurttaşların hakkaniyet duygusunu ve vicdanları zedelediği zaman meşruiyetini yitirir. Yüksek Seçim Kurulu’nun, BDP’nin desteklediği bağımsız adayların önemli bölümünü son anda veto etmesi barışa, adalete, halkların birlikte yaşama iradesine ve demokrasiye karşı bir devlet darbesidir. Hangi yasal gerekçeye dayanırsa dayansın  bu karar savunulamaz. İktidar partisi,  sorumluluğu YSK’ya  yükleyerek kendini  temize çıkartamaz. 
Kürt halkının siyasal tercihinin Meclis’e yansımasını engelleyen yüzde 10 barajı yetmiyormuş gibi, BDP’nin barışa, çözüme, sivilleşmeye doğru önemli bir adım olan bağımsız adaylarla parlamentoda yer alma girişimini baltalayacak ya da güçsüzleştirecek her karar ve uygulama ülkede barış ve demokrasinin tesisine indirilmiş bilinçli bir darbedir. YSK kararı, bu koşullarda yapılacak bir seçimin toplumsal meşruiyeti kadar, seçimler sonrasında yapılacağı umut edilen yeni anayasanın meşruiyetini de tartışmalı kılacaktır.
Kürt siyasal hareketini siyaset zeminininden ve bu ülkenin parlamentosundan uzaklaştırma çabalarını ancak demokratik direnişle engelleyebiliriz. Hangi siyasal kesimden, hangi görüşten olursa olsun kendine demokrat, barışçı, özgürlükçü diyen herkesi YSK kararını etkin şekilde protestoya çağırırken; AKP ve CHP’nin Meclis’i derhal toplayarak gerekli yasal, anayasal değişiklikleri acilen gerçekleştirmelerini talep ediyoruz.”