Başlığı okuyunca birileri kızacak. Birileri; senin dünyadan, stratejik derinliklerden, siyasal hesaplardan haberin yok, diyecek. Kimileri de, kadın saçmalıyor, diye düşünecek; biliyorum. Bir zamanlar, “Irak’ta savaşa hayır” diyerek Bush saldırganlığına karşı çıktığımızda “saftirik, avanak barışçılar”a çıkmıştı adımız. Avanak barışçıların ne kadar haklı olduğunu, hayat acı deneyler pahasına gösterdi, göstermeyi de sürdürüyor. Demek istediğim; saf insanî ve vicdanî düşünce ve duruşların kafalarında yüz tilki dolaşıp hepsinin de kuyruğu birbirine değen siyaset sarraflarının, derin strateji uzmanlarının, hele de iktidar ulemasının ince hesaplarından daha gerçekçi, daha doğru olduğu.
Ülke ve bölge Kürt fobisine kurban ediliyor
Ulus devletin resmî ideolojisinin Türkçü, şoven milliyetçi, asimilasyonist özü, “damarlarımızda dolaşan asil kan”ın başlıca bileşkenidir. O kan bize doğumumuzda verilir, eğitimle pekiştirilir, siyasetle koyulaştırılır. Benim/bizim gibi, ne mutlu ki sayıları gün be gün artan marangoz hatası “hain”lere reva görünen “kansızlar” nitelemesi, tam da bunu ifade eder. Vatan bölünecek paranoyası ile beslenen, son 30 yıldır PKK öcüsüyle diri tutulan Kürt düşmanlığı, sağlı sollu muktedirlerin hem kendi çektikleri hem de kitlelere sundukları afyondur.
Kürt silahlı hareketinin nereden/neden kaynaklandığını, gücünü haklılığını nereden aldığını umursamadan, “Bizim Kürtlerle sorunumuz yok, PKK ile sorunumuz var” tekerlemesini bıkmadan usanmadan tekrarlayanlar; “Kürt sorunu yoktur, bölücü terör örgütü sorunu vardır” diyenler; oy toplamak için “Kürt kardeşlerimiz, Kürt kardeşlerimiz” diye riyakârlık yapanların tümü, açıkça veya içten içe, bilinçli veya bilinç altında Kürt düşmanlığı ile malûldür. Bu kesimler için; hizmetkâr Kürtler, sadık teba Kürtler, haklarını kimliklerini talep etmeyen Kürtler iyidir, makbuldür. Ama Kürt halkı kimliğine, onuruna, özgürlüğüne sahip çıkıp haklarını talep ettiğinde haindir, bölücüdür.
Ülkemizin güney sınırlarında, Rojava’daki son gelişmeler karşısında devlet ve iktidarın tepkisi (belki refleks demek daha doğru), içlerine işlemiş Kürt düşmanlığının nasıl bir fobiye vardığını apaçık ortaya koyuyor. Fobiler aklı mantığı esir alır, gerçeklerden uzaklaştırır, yanlış yaptırır. “PYD, IŞİD’den daha tehlikelidir”, ya da “IŞİD oralarda geçici, oysa PYD kalıcı” anlayışında ifadesini bulan zihniyet Kürt fobisinin en veciz anlatımıdır. Meselenin vatanın bölünmesi olmadığı, kendi topraklarımız dışındaki Kürt oluşumlarına da aynı düşmanlık ve fobi ile yaklaşıldığı apaçık ortaya çıkmıştır. Sınırımızda bir Kürt devletine izin veremeyiz, derken hangi hak ve hukuka dayanıldığının hesabını bu sözlerin sahipleri nasıl verirler? Üstelik de Suriye Kürtleri en yetkili ağızlarından bir devlet kurma peşinde olmadıklarını, canlarını, varlıklarını, topraklarını koruyabilecekleri bir bölgesel yönetim kurmaya çabaladıklarını defalarca tekrarlarken…
IŞİD’i Kürtlere yeğlemek Türkiye’ye ihanettir
İhanet kavramı ayağa düşürüldüğünden beri sözcüğü hiç kullanmıyordum. Herkesin herkesi ihanetle suçladığı bu ülkede, sözcüğün ne anlamı ne de ağırlığı kaldı. Ama şimdi sözcük tam yerine oturuyor. Rojava’da, Kürt halkının kendi varlığını ve yurdunu korumak için canı pahasına verdiği mücadeleye karşıysanız, Kürtlerin vahşi IŞİD çeteleri karşısında yenilgiye uğramasını istiyor, bu doğrultuda politika yürütüyorsanız, güney sınırlarımızda IŞİD’i ve benzeri cihatçıları PYD’ye ve Kürtlere yeğliyorsanız, kelimeyi sakınmadan söylüyorum: Ülkemize, halklarımıza, insanlığa, ahlaka, vicdana ihanet ediyorsunuz. Hele de siyasî sorumluluğunuz varsa bu ihanet Yüce Divan’lıktır.
Türkiye, baştan sona yanlış Ortadoğu politikasıyla Suriye’yi yangın yerine çeviren bombanın pimini çeken ülkedir. Özellikle IŞİD’in güçlenmesi bu politikanın kaçınılmaz sonucudur. Başlangıçta IŞİD ve benzeri radikal İslamcı, cihatçı yapıları yönlendirebileceğini; din ve mezhep kardeşliğine de güvenerek dolaylı yardım ve göz yumma temelinde dizginleyebileceğini uman “derin stratejik bakış”, yaratmasa bile beslediği canavar yavrusunun, önüne geleni yutan koca bir canavara dönüşmesi karşısında paniklemiş görünüyor.
IŞİD’le ve Suriye bataklığıyla aramızda bir güvenlik kuşağı var: Batı Kürdistan/ Rojava. Kürt fobisi ile körleşmemişseniz, bu kuşağı, yani Rojava kantonlarını gözünüz gibi sakınır, oraları koruyanlara yardım eder, destek verir, gereğinde hâmilik yaparsınız. Üstelik, Türkiye’nin güney sınırının Suriye kesiminde Rojava Kürtleri varsa sınırın Türkiye kesiminde bizim Kürtlerimiz var. Ve de o sınır insanî açıdan bütünüyle yapay. Sınırın kuzeyi güneyi Kürtlerin mutlak nüfus çoğunluğuna ve yoğunluğa sahip oldukları bir Kürt bölgesi. Yani, aslında kendi insanlarınız, kendi Kürtleriniz söz konusu.
Kuzey Irak’ta bir Kürt oluşumunu engellemek için, IŞİD belası da bahane edilerek sınır ötesine askerî müdahale, uluslararası hukuku, benzer teknik konuları bir yana bırakalım, Türkiye’de Kürt halkını ve barışçı-demokratik kamuoyunu ayağa kaldırır. Bunun için de Kandil’in kışkırtması, HDP’nin iteklemesi falan gerekmez. Sadece adı kalmış çözüm sürecinin bir daha belini doğrultamayacak hale gelmesi bir yana, çakılan kıvılcım yangına dönüşür, Türkiye kendini iç çatışmaların içinde bulur.
Bu tehlikeye doğru atılan her adım ihanetin ta kendisidir.
Kantonlar birleşirse ne olur?
Ankara’nın ve başta MHP sağlı sollu şovan milliyetçi kesimlerin en büyük kaygısı ve korkusu, Tel Abyad’ın PYD güçlerince kurtarılmasından sonra, Kobani ile Afrin arasında, PYD kontrolünde olmayan tek bölge durumunda kalan Cerablus’un da IŞİD ve muhaliflerin elinden PYD’ye geçmesi. Ama bu noktada “Tarzan güç durumda”. Aşağı tükürseler sakal, yukarı tükürseler bıyık. PYD’den kaçarken IŞİD’le sınır komşusu olacağız, ki artık eski IŞİD muhipleri bile bu yapının kontrol edilebilir bir güç olmadığını kabullenmiş durumdalar. Ya da Rojava kantonları birleşecek ve Kuzey Suriye sınırında bir Kürt kuşağı oluşacak.
Peki, sınırımızda kendi Kürtlerimizin de akrabası bir Kürt oluşumunun Türkiye’ye ne zararı var? Zarar bir yana, dost ve kardeş bir halkın sınırlarımızı Suriye kaosundan ve cihatçı çetelerden koruması neden kötü? Tampon bölge, güvenli bölge falan peşindeydiniz; işte size mükemmel bir güvenli bölge, mükemmel bir tampon; iş ki Kürt düşmanlığından, Kürt fobisinden kurtulun.
Rojava Kürtleri daha ilk günden, en yetkili ağızlardan, Türkiye’nin dostuyuz, Türkiye bize el uzatsın, koruyucumuz olsun, demişlerdi açık açık. Sonraki bütün düşmanca tutumlara, uzattıkları elin itilmesine rağmen, özünde bu tavırları değişmiş değil. Ama onlar da Türkiye’den korkuyorlar artık, çözüm sürecini de sona erdirmiş bir iktidarın ve her kesimden şahinlerin Kürt karşıtı politikaları onlara da umut vermiyor.
Oysa önümüzde bir fırsat var: HDP 80 milletvekiliyle Meclis’te. Tam da bu satırları yazdığım sırada Selahattin Demirtaş televizyonda, savaşa dönüşebilecek bir krizi önleyebilecek tek ve doğru çözümün anahtarlarını sunuyordu. Bölgeye asker yerine siyasetçi yollayalım, biz üzerimize düşen her türlü göreve hazırız, diyordu. Anlamı: Savaşma barış; askerî değil siyasî çözümler dene.
Bir zamanlar Kuzey Irak Kürt Özerk bölgesi/devleti Türkiye şahinlerinin kırmızı çizgisiydi. On yıllar böyle yitirildi. Şimdi Rojava, iktidarın ve Türk şoven milliyetçilerinin kırmızı çizgisi sayılıyor. Bölgede ve ülkede barış için daha kaç yıl yitireceğiz?
Avanak, saftirik, naif bir barışçı olarak, Kürt fobisinden kurtulalım; sınırlarımızı da ülkemizi de Kürtlerle birlikte dayanışma, barış ve kardeşlik silahıyla koruyalım, diyorum. Bir an için, düşmanlaşmak ve bu satırların yazarını yine hain ilan etmek yerine, kafanıza yerleştirilmiş bol smanipülasyon içeren kavramlarınızı tornistan etmeyi deneyin. Belki de barışta buluşuruz.