Oya Baydar

20 Mart 2013

Ergenekon Yaşıyor Savaşıyor

2003 Nevruzuydu. Olaysız geçiyor diye sevinmeye kalmadı, Mersin’de bayrak provokasyonu oldu. Zehir hafiye kılıkları içindeki bir takım adamlar bazı çocukların eline PKK bayrakları (!) verdiler

(T24-Taraf)

Gücü olanın güçsüze sopa sallamasından öteden beri nefret ederim. İlkokulda öğretmen bütün sınıfı sıraya dizip de elindeki sopayla hepimizi sıra dayağından geçirmeye başladığında, sopayı kavrayıp kırdığımı hatırlarım. İster asker, ister sivil olsun, güce güvenip zulmedenlerle hiç işim olmaz.
Darbelere, vesayete, vesayetçilere karşıtlığım siyasal olmaktan öte, neredeyse içgüdüseldir. Taraf’ta yazmaya da darbeciliğe karşı mücadele çorbasında tuzum bulunsun diye başlamıştım.

Darbe davalarının açıldığı günlerde; 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşamış ve acısını çekmiş eski yol arkadaşlarının bir bölümünün, darbecilerin doğal müttefikleriyle aynı saflarda yer almalarını hayretle, ibretle izledim. “Darbe Kuşaklarına Açık Mektup” yazısında: “Bir darbe bize karşı yapılmışsa kötü, siyasi hasmımıza karşı yapılmışsa iyi olabilir mi?....... darbe heveslilerine ve kullandıkları vurucu çetelere kol kanat germe noktasına nasıl gelebildiniz? Nasıl darbesever olabildiniz?” deyince kıyamet koptu. Savunduğum; ama’sız, fakat’sız darbe karşıtlığıydı. Bunları, son iki gündür gündeme düşen Ergenekon davası nedeniyle yazıyorum: Türkiye’nin demokratlaşması ve devletin temizlenmesi için umut kapısı olan bu dava, daha sona ermeden kaybedilmiştir.

 

Darbe Hazırlıkları Apaçıktı

 

2003 Nevruzuydu. Olaysız geçiyor diye sevinmeye kalmadı, Mersin’de bayrak provokasyonu oldu. Zehir hafiye kılıkları içindeki bir takım adamlar bazı çocukların eline PKK bayrakları (!) verdiler. Ortalık birbirine girdi. Bayrak mitinglerinin habercisi bayrak çılgınlığı dalga dalga yayıldı. Peş peşe cinayetler işlenirken özellikle Ermeniler hedef alındı. Agos gazetesi yazarlarına, Hrant Dink’e açılan davaların görüldüğü mahkemelerin salonlarında ve kapılarında bugün Ergenekon’dan yargılanan Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz ve benzerleri saldırgan gösteriler düzenlerken, kimisi gazeteci, yazar, kimisi ressam, sanatçı adı ünü duyulmuş ulusalcı kişiler de ellerinde nefret söylemi taşıyan pankartlarla poz veriyor, yargılananları tartaklayıp yuhalama yarışına giriyorlardı. Hrant Dink’in katli, nokta değil virgüldü onlar için. Misyonerlik masalları uyduruldu. Toplumu tahrik edecek, heyecana getirecek kitaplar, romanlar yazıldı, yazdırıldı. Bugün Ergenekon’dan yargılanan emekli paşalar, Atatürkçü veya benzeri adlar taşıyan dernekler adına o il bu kasaba dolaşıp okullarda, üniversitelerde  “Parola Vatan, işareti bayrak” kodlu dizi konferanslar düzenlerken, yüksek yargı eşi benzeri görülmemiş garabette kararlara imza attı. İnternet siteleriyle, medyayla, nefret söylemi ve cepheleştirme üzerine kurulu saldırgan bir psikolojik harekat yürütüldü. Bazen “Tehlikenin farkında mısınız?” diye soruldu, bazen “ Genç Subaylar Rahatsız” manşetleri atıldı. Bu arada, bilenler bilir, orduya, yargıya ait binalarda, gizli evlerde köşklerde iş adamlarından komutanlara, gazetecilerden siyasilere, yargı mensuplarından  akademisyenlere, kimlerin kimlerin katıldığı toplantılar sürüp gitti. Bu ülkede 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı yaşamış biriyseniz, olup bitenlerin, askeri müdahaleye zemin hazırlamaya dönük bir destabilizasyon harekâtının parçaları olduğunu anlamamak için ya budala ya da tezgâhın içinde olmanız gerekirdi.

 

Ergenekon’a ulaşıldı mı?

 

Peki, Ergenekon savcısının mütalaasının açıklandığı şu günlerde bencileyin bir darbe karşıtının derdi, tedirginliği neden? Bu davalardaki yargılama perişanlığına, hukuk ayıplarına, adaletin katledilmesine burada hiç değinmeden tek bir şey söylemek istiyorum:  Elimde olsaydı, bu davaların böyle yürütülmesinden ve kararlardan sorumlu olanları; darbecilere, provokatörlere, çetelere yardım ve yataklıktan yargılamak isterdim. Çünkü, gerek yargılama gerekse karar aşamasındaki tasarruflarıyla devletin derinliklerine nüfuz etmiş suç ve cinayet yapılarını aklayıp korumuş oldular. Suçlulardan masum kahramanlar yaratmayı becerdiler.

Bu ülkede, -adı ister Ergenekon, ister Gladyo, resmi sıfatı ister Özel Harp Dairesi, ister Özel Kuvvetler ya da başka bir şey olsun- binlerce asker-sivil mensubu, binlerce silah deposu, örgütlü bir yapısı olan, derin odakların emirlerine tâbi bir yapılanma olduğunu, bilmesi gerekenler biliyor. Batı (NATO) ülkeleri 1948’den sonra komünizme karşı kurulan bu türden yapıları tasfiye etti. Bizde ise bu güçler şimdi keyifle el ovuşturuyorlar. Çünkü Ergenekon davasında, yargının bilerek bilmeyerek, çeşitli hesaplarla veya beceriksizlikten, cehaletten veya güdümlülük yüzünden kendilerini ve üstlerindekileri koruduğunu gördüler. Darbe kışkırtıcılarıyla darbe planlarının bilfiil içinde olanlar, darbelere akıl hocalığı yapanlarla darbeci zihniyet taşıyanlar (ki bir zihniyet yargılamasına girilecek olursa o zaman en azından birkaç milyon kişiyi mahkûm etmek gerekir) aynı potaya, aynı davaya tıkıldı. Canavarın kuyruğundan küçük bir parça koparıldı, gövde capcanlı içerde bırakıldı ve canavar diye yeldeğirmenlerine saldırılırken büyük başların derin devleti kurtarıldı. En azından şimdilik, savcının mütalaasının ortaya serdiği tablo bu? Sadece kendilerini tehdit eden darbelere değil her türlü demokrasi dışı müdahaleye karşı olanlar şimdi durup düşünmeliyiz. Gerçek Ergenekon’a neden varılamadı? Nerede hata yapıldı? Ve bu hata nasıl düzeltilir?