Yazının başlıkla doğrudan ilgisi yok, sadece müstakbel Cumhurbaşkanı’nın sözlü tacizine/tecavüzüne uğrayan Amberin Zaman’la dayanışmak için yazdım. Bir cumhurbaşkanı adayının seçim kampanyası sırasında bir kadın gazeteciye, sadece hoşuna gitmeyen bir düşünce dile getirdiği için önce edepsiz, sonra edepsizle yetinmeyip aşağılık demesi, bunca rezillik yaşanan şu ülkede bugüne kadar duyulmuş değil.
Geçen haftaki yazıda liderin kitleyi nasıl aşağı çektiğini, kendi suretinde lumpenleştirdiğini ve kitle aşağı itildikçe kendisinin de nasıl aşağıya kaydığını anlatmaya çalışmıştım. Üsluptan başlayıp ahlâka, vicdana uzanan bu irtifa ve düzey kaybının sadece liderin kendi kitlesini değil toplumun çok geniş kesimlerini etkilediğini düşünüyorum. Empati yeteneğine sahip, duyarlı, vicdanlı, demokrat olarak bildiğimiz insanların kimi gelişmeler karşısındaki duyarsızlıkları, suskunlukları, hatta lidere yönelik alkışları, yandaşlıkları anlatmaya çalıştığımı iyi özetliyor. Son iki örnek: “Daha da çirkini: affedersiniz Ermeni dediler” ve “edepsiz, aşağılık kadın” saldırıları karşısında tek ses, tek vücut olmaları gerekenler - tekil sesler, yazılar dışında- çığ gibi büyüyen toplu ve güçlü bir tepki vemediler/veremediler. Sorgulayalım kendimizi; Hrant’ın öldürülmesi sırasında Hepimiz Ermeniyiz diye bağıran sesimiz ne kadar güçlüydü; oysa “Daha da çirkini affedersiniz Ermeni” nefret söylemi karşısında, ya da bir gazeteciye “aşağılık kadın” denmesi karşısında “Hepimiz Amberin Zaman’ız, hakaretin hepimizedir, eğer sen yukarılıksan hepimiz aşağılığız” diye neden o kadar güçlü haykıramadık? Başta destekçileri, alkışçıları olmak üzere “Affedersiniz Lider”in bütün toplumda, hepimizde yarattığı vicdani ve etik aşınma dediğim bu işte.
Gelelim seçim sonuçlarına
Kısa ve öz:
-Tayyip Erdoğan yüzde 52’ye varan oy oranıyla Cumhurbaşkanı seçildi. Kimse trafoda kedi aramasın, dönüp kendi hâl-i pürmelâline baksın.
-Yüzde 51.8 AKP kurmaylarının ve Erdoğan şakşakçılarının beklentilerinin epeyce altında olmakla birlikte, kimse Tayyip Bey’i bu sonucun ehlileştireceğini, kendine getireceğini, planlarını değiştireceğini beklemesin.
- Efendi, saygın, bilim adamı, ama günün 50 yıl öncesinde yaşayan, 50 yıl öncesinin dilini-düşüncelerini kullanan, siyasetten ve sorunlardan bihaber Ekmeleddin İhsanoğlu’nun sahaya sürülüp öksüz bırakılması hem ayıp hem de yazık oldu.
- Ne kadar kuyruğu dik tutmaya çalışsalar da siyasi basiretten ve hesaptan nasipsiz, kendi seçmenlerini emir alınca sandığa tıpış tıpış gidecek sürü sanan CHP ve MHP geçiştiremeyecekleri bir yenilgiye uğradılar.
- CHP’nin mazereti geçen seçimlerde trafodaki kediydi bu seçimde “sorumsuz tatilciler” oldu. Gösterdikler aday kendi seçmen kitlelerine uygun olsaydı tatilciler tatillerini yarıda keser sandığa koşarlardı.
- Kürt siyasî hareketi Selahattin Demirtaş’ın şahsında ilk kez eşik atladı. HDP’nin Türkiyelileşme amacı/iddiası en azından söylem düzeyinde kitlelerin kulağına ulaştı.
1. Cumhuriyet rejimi aşılırken
Ulus- devletin kuruluş döneminin toplumsal-siyasal rejimi Kemalist Cumhuriyet; asker- sivil oligarşinin ve Cumhuriyet elitlerinin siyasal- ideolojik vesayetinden kurtulup demokratikleşemedi. Kitlelerin iradesini yansıtacak sancısız bir değişim/demokratikleşme süreci elli yılı aşkın bir zaman boyunca darbelerle, müdahalelerle engellendi. Siyaset sahnesinde hak ettikleri yeri alamayan, ikinci sınıf vatandaşlıktan kurtulamayan iki toplumsal kesim: Müslüman muhafazakâr halk ve Kürtler, 20. yüzyıl sonu- 21. yüzyıl başının dünya, bölge ve Türkiye koşullarında dipten gelen güçlü dalgalarla kabuğu çatlattılar; siyasal mücadele ve örgütleriyle, “ yeter, biz de varız,” dediler.
İslamî kesimler ve Kürtler eski rejimin hem mağdurları hem de gerçek muhalifleriydi. 1. Cumhuriyet’e kendi kimlikleri ve siyasal güçleriyle entegre olmalarına izin verilmemişti. 2000’lere gelindiğinde ülkenin ve halkların geleceğini belirleyecek iki yeni toplumsal güç onlardı. Son 15-20 yıldır yaşanmakta olan dönüşüm; eski rejimi aşındırarak, çatlatarak siyasal tarih sahnesine çıkan yeni güçlerin 1. Cumhuriyet’in vesayetçi- darbeci kadrolarıyla, egemen sınıf ve katmanları ve onların ideolojisiyle hesaplaşmasıdır. 10 Ağustos seçimlerinde bu süreçte yeni bir aşamaya gelinmiş, Türkiye’ye özgü (ılımlı) bir siyasal İslam projesinin taşıyıcısı olan odaklar Tayyip Erdoğan’ın şahsında devleti de kuşatarak eski rejimin sonunu (şimdilik) ilan etmiştir.
10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt siyasal hareketinin adayının Türkiyelileşme üzerine kurduğu doğru söylemiyle yüzde 10’a varan oy almasını da aynı çerçevede okumak gerekir. İnkârcı, asimilasyoncu eski rejime ve onun güçlerine Yeni’nin meydan okumasıdır bu. Biz isteyelim istemeyelim toplumsal mücadele artık yeni toplumsal güçler arasında geçecektir. Siyasal örgütlerinin, partilerinin adı değişebilir, siyasal- ideolojik yenilenmeler olabilir (ki olacaktır), ama Türkiye’nin geleceğini olumlu ya da olumsuz şekilde 1. Cumhuriyet rejimine muhalefetle tarih sahnesine çıkan yeni güçler belirleyecektir.
Tarihin süpürgesine takılanlar
CHP ve MHP; kadrolarıyla, zihniyetleriyle, dünyaya bakışları, siyaset anlayışlarıyla, yeni dünyanın, yeni Türkiye’nin gereklerini, özlemlerini kavramayışlarıyla, doksan yıl öncesinde takılıp kalmışlıklarıyla, devlet ideolojisinin köhnemiş kalıplarını tekrarlayan kof söylemleriyle kitlelere hiçbir şey vaad edemiyorlar. Tarihin süpürgesi eski rejimi süpürürken onları da süpürüyor. Bu açıdan bakılırsa seçim sonuçlarına öfkelenmek de şaşmak da anlamsız. Özellikle hâlâ önemli bir seçmen kitlesine sahip olan CHP tepeden tırnağa değişmedikçe, eski rejimin devlet partisi olmaktan kurtulamadıkça iktidar şansına da toplumda güç ve siyasal alternatif olma yeteneğine de sahip değil.
Kuşkusuz eski rejimin nostaljisini yaşatan kişiler ve örgütler, sağda da, solda da hep olacak. Ama değişimin anahtarını ve umudunu onlar tutmayacaklar ellerinde. Yanlış anlaşılmamak için altını çizerek söyleyeyim: Eski rejimi yıkarak gelen yeni toplumsal güçler her zaman ve mutlaka daha ileri, daha özgürlükçü, daha demokrat değillerdir. İktidarlarını pekiştirdikçe, eskiyi aratacak niteliklere bürünebilirler. Tarihin gidişi durgun akan bir dereye benzemez. AKP’de ve onun liderinde temsilcisini bulan Yeni’nin bu ülkenin geleceği açısından tehlikeli ve zararlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü 1. Cumhuriyet’in vesayet rejimini yıkmakta büyük pay sahibi olan AKP, iktidarını eski model üzerinden biçimlendiriyor. Dün asker-sivil oligarşi, Cumhuriyet elitleri ve onlara dayanan sermaye sınıfları “millet” sayılıp diğerleri üzerinde vesayet kurarken, bugün AKP sermayesi, AKP seçmen kitlesi, AKP elitleri “millî iradeyi” temsil ettikleri iddiasıyla, mağduriyet edebiyatından da güç alarak diğer kesimler üzerinde siyasal-ideolojik üstünlük ve tahakküm kurmaya yelteniyor. Kimilerinin inandıkları ve bizim de inanmamızı istedikleri gibi, bir devrim değil kendi ideolojileri ve toplumsal mühendislik planları çerçevesinde bir restorasyon sözkonusu olan.
Gelecek umudu taşıyan Yeni’nin, son seçimlerde Demirtaş’ın sözlerinde, vaadlerinde, özlemlerinde filizlenen anlayış ve çizgiden yeşereceğini düşünüyorum. O bakışın işaret ettiği Yeni Yaşam’ı kitlelerle birlikte tuğla tuğla örecek bir siyasal yapı, henüz tam şekillenmemiş ama umut öğeleri taşıyan bir siyasal muhalefet; eski ezberleri, kalıpları, ideolojik önyargıları aşıp kendini gerçekten yenilemiş eski-yeni bütün güçlerin katılımıyla oluşturulamaz mı?
Bu hayali, bu umudu besleyelim.