“Zor bir dönem”, “kargaşa ortamı”, “tehlikeli gelişmeler” falan demiyorum; yaşadığımız günleri nitelemek için abuk, saçma, absürt sıfatları yetersiz kalıyor. Dünyanın, özellikle de Batı dünyasının ve Türkiye’nin durumunu en iyi ifade eden sözcük: “cinnet”. Cinnet hali en tepelerden başlıyor, etrafı esir alıyor, kitlelere yayılıyor. Birçokları arasından yakın ve iyi örnek Suriye’de olup bitenler. Son günlerdeki akıl, vicdan, ahlâk dışı gelişmeleri hayret ve dehşetle izliyoruz. Bunca kan, bunca ölüm, bunca yıkım, çoluk çocuk milyonlarca insanın yaşamına mâl olan bu kirli savaş karşısında aklımız, yüreğimiz, vicdanımız tutulmuş ekranlara bakıyoruz. Kimimiz korkudan, kimimizin “Ne yapabilirim ki!” çaresizliğinden, kahroluyor ama susuyoruz. Kimileri de var ki, ölümü, yıkımı, acıları alkışlıyor. “Az oldu, yüreğimizi soğutmak için daha fazla vurun, daha fazla öldürün” diyor: Pis yürek, pis kafa, pis siyaset, pis insan!..
İlkesiz, vicdansız, etik yoksunu siyaset
Bir sabah uyanıp da atılıveren tweet’lerle bir ülke, bir bölge nasıl bombalanır? Kimsenin inanmadığı bahanelerle (kimyasal silah kullanımı) dünya nasıl adım adım savaşa sürüklenir? Milyarlarca dolarlık füze, bomba, silah alım satımı üzerinden halkların, insanların, bölgelerin kaderi nasıl ahlâksız pazarlıklara konu olur? Kitleler, her türlü yalan ve hamasî beyin yıkamasıyla savaş suçlarına nasıl ortak edilir?
Suriye’nin ABD-İngiltere-Fransa iş ve güç birliğiyle vurulmasından sonra, o ülkelerin başındaki adamların, kadınların ne kadar iyi, haklı bir iş yaptıklarını zil takıp oynayarak anlatmalarını izlerken ülkeleri adına, halkları adına ve insanlık adına utandım. Sonra Türkiye’deki mevkidaşları, benzerleri konuştular. Sadece ülkemizi değil bölgeyi tarumar eden Suriye politikasının baş mimarı Erdoğan harekâtı alkışladı, desteklediğini bildirdi. Dışişleri Bakanı, “Harekât tüm insanlığın vicdanına tercüman oldu” dedi, insanlığı kendi gibilerden ve cihatçı dostlarından ibaret sanıyordu herhalde. İHH başkanı, “Çok az füze atıldı, içimizi serinletmedi” diyerek, içlerini serinletmek için daha fazla kana, ölüme, yıkıma ihtiyaçları olduğunu itiraf etti. Yandaş kalemşörlerin en çıtı pıtısı Nagehan Hanım, Suriye’ye saldırının “son derece doğru ama çok gecikmiş ve yetersiz bir adım” olduğunu belirtti, devam edilmesi dileklerini iletti. Örnekleri çeşitlendirebilirsiniz. Özet: ilkesizlik, akılsızlık, vicdansızlık, siyasî etik yoksunluğu…
Cevaplanması gereken bir soru
İster ABD’nin, isterse Türkiye’nin veya başka ülkelerin Suriye’ye müdahalesini şu veya bu nedenlerle destekleyen yetkili yetkisiz herkese bir soru sormak istiyorum: Bu türden müdahaleler Türkiye’ye yapılsaydı, mesela birileri, -suçlamaların haklı ve doğru olup olmaması önemli değil, doğruluk haklılık arayan kim ki bu zamanda- Türkiye’de demokrasi yok ediliyor, on binlerce insan hapishanelerde, yüz binlerce insan yargılanıyor, OHAL bahanesiyle hukuk askıya alınmış durumda, insan hakları ihlalleri var, Güneydoğu’da büyük yıkım yaşandı, canlar, mallar gitti, Kürt halkı üzerinde baskı, zulam var, ülke diktatörlüğe doğru götürülüyor” diyerek (ki ağzımdan yel alsın, yazarken bile isyan ediyorum!) ülkemizi işgale, hiç değilse birkaç füze gönderip aklımızı başımıza almamızı sağlamaya yeltenseydi ne yapardınız?
Önce bu sorunun cevabını vermenizi, sonra Suriye’de olup bitenleri yeniden düşünmenizi öneririm.
Saldırıya kimsenin hakkı, hiçbir savaşın da ama’sı yoktur
İktidar ve nüfuz çatışmalarında ilke, ahlâk, vicdan aranmaz; biliyorum. Ama bölgenin yıkımında, milyonlarca insan hayatının söndürülmesinde, o minicik çocukların, mültecilerin dayanılmaz acılarında, topraklarından çıkmak, yurtlarını ocaklarını terk etmek zorunda bırakılan milyonların çektiklerinde kendi ülkemin de payı olmasından utanç duyuyorum.
Beni ne Esat, ne cihat, ne Trump, ne Putin, ne Erdoğan, ne şu ne bu ilgilendiriyor. Suriye felaketi önlenebilecekken, bırakın önlemeyi emperyalistlerin kuyruğunda alt-emperyalist olma hırs ve özlemiyle insan hayatlarını hiçe sayanlardan hesap sorulmasını istiyorum. ABD füzelerini destekleyenlerle, az yaptın daha fazla yak yık diyenlerle, terör örgütlerini temizleme bahanesiyle Afrin’e, oraya, buraya, başka ülkelerin topraklarına girip, oraların halkını yerinden edenlerle, öldürdükleri insanların sayısını oya tahvil etmeyi hesaplayanlarla, bütün bu suçları “beka” aldatmacasıyla, şehitlik istismarıyla, savaş tamtamlarıyla ve de korkuyla kitlelere kabul ettirmeye çalışanlarla görülecek hesabı var bu ülkenin barışçı iyi insanlarının.
Mesele Esad’ı destekleyip desteklememek değil
Erdoğan’ın artık şahsî kin ve hırsa dönüşmüş Esad’ı ne pahasına olursa olsun “indirme” politikasının yol açtığı vahim sonuçlar ortada. Bölgedeki kıvılcımın büyük bir savaşa yol açacağı kaygılarının yaşandığı şu aşamada konu Esad’ı destekleyip desteklememeyi çoktan aştı. Bölgede normalleşmeye katkısı olabilecek, ülkemizi de bu cinnet halinden bir nebze kurtarabilecek tek çözüm topyekûn barış siyasetidir. Emperyalistlerin, bütün yabancı güçlerin ve onların eteğinde bölgede parsa toplamaya çalışan Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesi talebi doğrultusunda, birlikli ve eylemli bir barış atağı saldırganları geriletirken iç siyasette de Hayır Cephesi’nin güçlenmesine olanak tanıyacaktır.
Bunun için; “vatan haini” mugalatasına prim tanımayan, aman bana da terörist demesinler pısırıklığıyla halkların kardeşliğini savunmaktan çekinmeyen, “Afrin yetmez, Fırat’ın doğusuna gidilmeli, şurası da, burası da işgal edilmeli” demeyen, iktidarla şoven milliyetçilik yarışına girmeyen, millî çıkarların savaşta değil barışta olduğuna, ülkenin bekasını iç ve dış barışın sağlanmasıyla mümkün olacağına inanan ve bunu ödünsüz savunan bir muhalefete ihtiyaç var. Her alanda ve her adımda tökezleyen, iflasa doğru sürüklendiğinin farkına vardıkça büsbütün hırçınlaşan ve saçmalayan iktidarın en zayıf noktası ekonomi ve sürdürmekte olduğu savaş siyaseti (ki ikisi birbirine sıkı sıkıya bağlı). Hayır’cılardan yükselecek güçlü bir barış talebi kitlelere ulaşabilir ve iktidarı ummadığı ölçüde sarsabilir.
Biz barışçılar on beş yıl önce “Irak’ta savaşa hayır!” diye yeri göğü inleterek ülkemizin ABD saldırganlığının bölgede yarattığı bataklığa sürüklenmesini engelleyebilmiştik. Bugün de savaşçılığa, silahlanmaya, militarizme karşı tek ses olabilirsek Trump-Erdoğan zihniyetini geriletmeyi neden başaramayalım?