Oya Baydar

15 Mart 2016

Devlet-PKK el ele, yıkım cephesinde

Bizler, “Artık yeter! Devlet dur! Erdoğan dur! PKK sen de dur!” diye haykırıyoruz. Sesimiz boşlukta kayboluyor

Bu satırlar yazılırken, Ankara’da gerçekleştirilen terör eyleminin kurbanlarının sayısı artıyor. Şiddet şiddeti doğurarak ülkeyi zehirli bir yılan gibi sarıyor. Türkiye hızla Suriyeleşirken devletin, iktidarın tepeleri ve de Kandil tepelerinin komutanları, işbirliği yaparcasına, birbirlerini desteklercesine, ülkeyi ve halkları felakete sürüklemekte yarışıyorlar.

Bu satırlar yazılırken Yüksekova’da, Nusaybin’de, Şırnak’ta sokağa çıkma yasağı başlıyor. Anlamı: Cizre’de, İdil’de, Silvan’da, Sur’da gözlerimizin önünde yaşanan insanlık suçlarının, ölümün, yıkımın, (iktidarın vicdansız diliyle söyleyecek olursak) “temizliğin” buralarda aynen, hatta çok daha vahşice tekrarlanması. Yüksekova’dan, Nusaybin’den günlerdir yardım çığlıkları yükseliyor. Felaketin yaklaştığını sezenler, bir devlete bir örgüte seslenmek için çırpınıyorlar ama boşuna; akıl, izan, sağduyu iki tarafı da terk etmiş, kulaklar ve vicdanlar sağır.

 

Suç ve sorumluluk eşit değil ama ortaktır

 

Kim haklı, kim başlattı, kim sorumlu tartışmasının bugün varılan noktada hiçbir anlamı yok. Bu bâdireden sağ çıkabilirsek ilerde tartışma, yüzleşme, hesaplaşma zamanımız olacak. Şimdilik Türk Kürt, genç yaşlı, kadın, çocuk, gerilla, asker, hendeklerdeki genç, o gençlerin üstüne sürülen, polis, yoldan geçen sıradan vatandaş, binlerce insanımızın ölümünde, yüzbinlerce insanımızın yaşamının kararmasında, gelecek umutlarının sönmesinde sorumluluğun eşit değil ama ortak olduğunu tesbitle yetinelim.

Aylardır, bir avuç barışçı elimizin erdiği dilimizin yettiği kadar, bir yandan devlete/iktidara öte yandan PKK’ye, “Ölmeyin, öldürmeyin! Halklara, insanlara kıymayın! Aslolan hayattır”, diye boşuna feryad ettik. “Toplu mezarlara dönüşmüş, yanmış yıkılmış kentlerde kimin ne güvenliğini sağlayacaksınız? Cansız bedenler, yaralı yürekler üzerinde hangi kanlı iktidarı kuracaksınız? Bunca kıyımdan bunca zulümden sonra Kürt halkını nasıl yöneteceksiniz?” diye sorduk devletin iktidarın büyük başlarına. “Ölüler öz yönetimle yönetilseler ne olur, yoz yönetimle yönetilseler ne olur? Bunca acı, bunca yıkıntı üzerine nasıl bir gelecek kuracaksınız” diye sorduk Olimpos sandıkları Kandil tepelerinden savaş kararı alanlara.

Ve şimdi, bunca insanın ölümünden, bunca yıkımdan sonra varılan dönüşsüz noktada, herkese, bütün taraflara ve taraftarlara, “Memnun musunuz eserinizden, ne kazandınız, ne kazanacağınızı umuyorsunuz daha fazla yıkım, ölüm, kin ve nefretten başka?” diye soruyorum

Bir yanda ceberrutluğu, zulmü, -sadece Kürde değil- asimile edemediği bütün halklara düşmanlığı yüzyıldır tescillenmiş bir devlet zihniyeti var. Öte yanda Kürt halkının kimlik ve onur mücadelesi, hakları, özgürlüğü için yola çıkıp da bugün vardığı noktada kendi halkını, kendi yurdunu tüketen, şiddeti mücadele yöntemi kılmış bir örgüt var. Eşitliyor muyum? Nedenleriyle hayır, sonuçlarıyla evet. Sorumluluk payıyla hayır, son yıkımdaki katkı payıyla evet. Yaşanan toplumsal çöküşte suç ve sorumluluk eşit değilse de ortaktır.

 

Yanlış hesaplarınızın ağır bedelini halk ödüyor

 

Şimdi daha iyi anlıyoruz: Üç yıl önce barışçı çözüm ihtimali belirdiğinde, demek ki hem sürecin sözde mimarı Erdoğan AKP’si hem PKK “zirve”si Öcalan’ın çabalarına ve toplumun geniş kesimlerinin desteğine rağmen “mış gibi” yapmışlar, savaş hazırlıklarına ara vermemişler, barışa hiç inanmamışlar. Defalarca aldatılmış, devletin sillesini yemiş, sesini duyurmak için silaha sarılmaktan başka çaresi kalmamış, devlete güvenini yitirmiş Kürt hareketi eli tetikte beklerken, iktidar Kürtleri vaadlerle, din îman manipülasyonuyla oyalayacağını sanmış.

HDP’nin, 7 Haziran seçimlerinde Türkiyelileşme projesi ve ortak vatanda eşit yurttaşlar olarak barış içinde yaşama çağrısıyla kazandığı destek, 2014 sonbaharından itibaren bölgedeki gelişmelerin etkisiyle farklı amaçlara yönelen iki kesimin hesaplarını alt üst etti. Erdoğan, “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışının geniş bir demokratik-barışçı ittifaka yol açabileceğinden, bunun kendi mutlak iktidarını engelleyeceğinden korktu, çözüm masasını devirdi. PKK ise, değişen uluslararası konjonktürde Suriye ve Rojava gelişmelerinin rüzgârıyla Türkiye’de de Rojava misâli kantonlar kurabileceği hayaline kapıldı. Savaş kırsaldan şehirlere indirilecek, bölgede ufak ufak denemeleri yapılan alan hâkimiyeti halk savaşına evrilerek T.C. devleti dize getirilecek, Erdoğan iktidarı çökertilecekti. Örgütün güçlü ve egemen olduğu yerlerde peş peşe öz yönetim ilanları, ardından gelen hendekler ve cankırıma dönüşen hendek çatışmaları bu stratejinin adımlarıydı.

Topyekûn halk savaşı çıkarılamadı, halk çatışma bölgelerinden akın akın kaçmaya başladı. Böylece devletin kadim Kürtsüzleştirme ve asimilasyon siyasetinin ekmeğine de yağ sürüldü. Acı bilanço: PKK/KCK militanlarının, gencecik çocukların, Kürt özgürlük hareketinin nice fedakâr evladının binlerle kırılması, çatışma bölgelerinin yerle bir edilmesi, Kürt halkının perişanlığı oldu. Halk savaşı beklentisi, hendeklerde insanlık trajedisine dönüşünce, KCK yöneticilerinin aylarda beri açıkladıkları gibi, sonuncusu Ankara’da yaşanan vahşi terör eylemleriyle savaş metropollere kaydırıldı.   

Bakmayın kuyruğu dik tutmaya çalışmalarına, devletin ve Erdoğan’ın hesapları da çöktü. Terör eylemleri, toplumdaki korkuyu ve istikrar arayışını güçlendirerek Batı’da PKK’ye tepkiyi ve iktidara kerhen desteği artırmış görünse de, Kürt halkı beklenenin aksine bunca yıkımın ve zulmün faturasını PKK’ye değil devlete ve iktidara çıkartıyor. Çünkü halk, mahallesini yıkan, kendisini perişan eden, ölü çocuğunu gömemeyip buzlukta saklamasına neden olan, kendisi için savaştığına inandığı çocuklarının çıplak bedenini yerlerde sürükleyen, ölülerine hakaret eden, duvarlarına en aşağılık yazıları yazan, herşeyini kaybetmesine yol açan somut düşman olarak karşısında devlet güçlerini görüyor.

Özetle; savaşan tarafların yanlış hesapları Şam’dan, Cizre’den, Sur’dan döndü. Devletin mutlak hakimiyeti ve reisin mutlak iktidar için yola çıkanlar, bölgenin ülkenin değil kaosun ve toplumsal çöküşün efendileri oldular. Kürt halkının hak ve özgürlükleri için yola çıkanlar savaş ve terör girdabında en çok kendi halklarını ve bütün ülkeyi perişan ettiler. Bir mucize gerçekleşip de herkes aklını başına devşirmezse, bizi barış ve özgürlük değil kaos ve diktatörlük bekliyor.

Yarın Nusaybin’de, Yüksekova’da, Şırnak’ta, daha nerelerde aynı trajedi yaşanacak. Yeni terör dalgaları gelecek. Sanki devlet ile PKK el ele vermişler, birbirlerine destek ola ola hepimizi kıyamete sürüklüyorlar. Bizler, “Artık yeter! Devlet dur! Erdoğan dur! PKK sen de dur!” diye haykırıyoruz. Sesimiz boşlukta kayboluyor.