Oya Baydar

27 Mart 2024

Desteğim DEM Parti'ye, oyum İmamoğlu'na

İstanbul Büyük Şehir'de İmamoğlu'na verilmemiş her oy Cumhur İttifakı'na, özünde Erdoğan'a gidecek

Soran yok ama yine de söyleyim: Bir HDP/DEM Parti seçmeni ve destekçisi olarak İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçiminde oyum Ekrem İmamoğlu'na.

DEM Partili arkadaşlarım, İstanbul adayı sevgili Meral Danış Beştaş, yüreğimdeki yeri biraz da oğlum gibi olan Selahattin Demirtaş kızmasınlar, alınıp gücenmesinler. Gerekçelerimi sıraladığımda -yüksek sesle olmasa da- belki içlerinden bana hak verirler.

Çizgi: Tan Oral

Gücünü ölçmek ve ispatlamak DEM'in hakkıdır

Öncelikle: Her siyasî hareket gibi Kürt siyasî hareketinin öncü partisi DEM Parti'nin de seçmen nezdindeki gücünü ve desteğini göstermek, bağımsız varlığını ispatlamak hakkıdır. Seçimler bu gücün ve desteğin ölçüldüğü alanlardan biri, hatta en önemlisidir. Öte yandan, Kürt halkının / seçmeninin eşit yurttaşlık ve hak mücadelesinde en ağır baskılara maruz kaldığını, temsilcisini büyük ölçüde HDP / DEM Parti'de bulan Kürt siyasî hareketinin kriminalize edildiğini, şeytanlaştırıldığını, kayyum uygulamalarından keyfi tutuklamalara kadar her türlü hukuksuzlukla, adaletsizlikle mücadele etmek zorunda kaldığını hatırlatmaya bile gerek yok. Bu mücadelede, -bırakalım İslamo Faşist tandanslı Cumhur İttifakı'nı ve diğer ırkçı faşist odakları- başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere kendilerini solda konumlayan muhalif partilerin de, genlerine sinmiş Kürt fobisinden, iktidarın "terör=PKK= Kürt siyasî hareketi" şantajından tümüyle kurtuldukları söylenemez.

Bu yüzden, tabanın "edi bese!" çığlığına kulak veren DEM'in, yerel seçimlere kendi adaylarıyla girme kararını baştan beri doğru buldum.

2023 seçimlerinin artçı şokları herkesi sarsıyor

14 Mayıs - 28 Mayıs seçimlerinden sonra muhalefet partilerinde yenilmişliğin tetiklediği, seçmene de yansıyan bir deprem oldu. Şimdi yerel seçimlere giderken, siyasî partiler bu depremin artçı şoklarını yaşıyorlar. İrili ufaklı muhalefet partilerinin tümünde tartışmalar, istifalar, küskünlükler, parti içi kargaşa, oy hesabına odaklanmış ilkesiz politikalar, seçimlere birkaç gün kala bile sürüyor.

Genel seçimlerin ardından yazdığım bir yazıda, mevcut bütün siyasî partilerin önümüzdeki dönemde büyük değişim geçireceklerini, kimilerinin yok olacağını, kimilerinin birleşeceğini, kimilerinin bölüneceğini, Türkiye siyasetinin büyük ölçüde yeniden dizayn edileceğini, Kürt siyasî hareketinin de bu gelişmelerin dışında kalamayacağını söylüyordum. Genel seçimlerden 10 ay sonra gerçekleştirilecek yerel seçimler bu süreci hızlandırdı.

Aynı yazıda, "HDP/DEM Parti, Kürt hak ve özgürlük hareketinin bölgesel mücadele örgütü olmakla mı yetinecek, yoksa doğusuyla batısıyla demokratik Türkiye'nin itici gücü, bir zamanlar Demirtaş'ın deyişiyle 'Ortak vatanda ortak yaşam'ın Türkiye Partisi mi olacak?" diye de soruyordum.

Bu temel sorunun cevabı henüz açık seçik verilememiş gibi geliyor bana. Başta da yazdığım gibi bu izlenimi Parti'nin her yerde aday çıkarma kararı yüzünden, ya da kimi CHP'liler gibi, oylarımızı bölüyorlar kaygısıyla değil, son iki ayın gelişmelerini yakından izleyerek edindim.

Benim mi kafam karışık DEM Parti'nin mi?

Birkaç ay önce, Başak Demirtaş İstanbul Büyük Şehir adaylığına talip olduğunu açıkladığında, önüne gelenin DEM Parti ile ilgili bilir bilmez konuştuğu, abuk sabuk, hatta düşmanca yorumlar yaptığı sırada, "DEM Parti'yi biraz rahat bıraksak" diye yazmıştım. Şimdi ben de dışardan gazel mi okuyorum?

Öncelikle pek dışardan sayılmam, en azından DEM seçmeniyim, taban deyince sadece Kürtler kastedilmiyorsa, ben de, benim gibi düşünen pek çok arkadaşım da tabanız. Oyum hiçbir zaman "ödünç oy" olmadı, Demokratik Cumhuriyet'in inşasının temel unsuru olarak gördüğüm bir siyasî çizginin aslî yandaşı ve destekçisiyim.

Ancak, yerel seçimlere doğru giderken DEM'den gelen kimi açıklamaları ve kararları anlamakta güçlük çekiyorum. Bu durum, Başak Demirtaş'ın adaylık açıklamasıyla başladı, bugüne kadar sürüyor. Bu açıklamanın ardından adaylığın geri çekilmesi, yerine başka adaylar gösterilmesi; Selahattin Demirtaş'ın ve DEM'in konuya ilişkin, şifrelerini çözmekte zorlandığım, bence ikna edici olmayan açıklamaları; aynı dönemde Leyla Zana'nın uzun sessizliğini bozup Erdoğan'a yeni bir çözüm süreci çağrısı, Demirtaş'ın, Ahmet Türk'ün çözümün ana muhatabının Erdoğan olduğu, "yaparsa o yapar" mealindeki sözleri…

Kuşkusuz benim bilmediğimiz temaslar, taktik ve stratejik hesaplar vardır diye düşünürken, Leyla Zana'nın "1 Nisan'dan sonra bir çözüm süreci başlayacağı, 1 Nisan'ın müjde günü olacağı" sözlerine karşılık Parti'nin Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları'nın "AKP Kürt halkına 1 Nisan sonrası için hayal satıyor," demesi, son olarak da aklına, fikrine, vicdanına güvendiğim sevgili Gültan Kışanak'ın "Muhalefet Kürt sorununda iktidarın çizdiği sınırlar dışına çıkamıyor," dedikten sonra, "Seçimden sonra yeni bir sürecin başlama ihtimali çok zayıf. AKP iktidarının bize ne yaşattığını biliyoruz," diye eklemesi…

Sadece birkaçını aktardığım bu beyanlarda, vurgunun veya önceliğin şu veya bu düşüncede olmasını aşan, -hadi çelişki demeyim- bulanıklık yok mu? Benim yaşlı kafam mı karışık, Kürt arkadaşlarımınki mi? Derin devlet dayanaklı AKP-MHP koalisyonundan nasıl bir çözüm umudu devşirileceğini, verilmiş sözler varsa bile Erdoğangillere nasıl güvenileceğini anlamakta güçlük çekiyorum. (Ben 2010 Anayasa referandumunda bir kez güvendim, acısı hâlâ burnumda.) Üstelik iktidarın Rojava ve Kuzey Irak'tan Kürt siyasetini, Kürt varlığını silmeye, Kürt halkının kazanımlarını tasfiye etmeye yeminli olduğu, bölgede 40 kilometre derinliğe inecek yeni bir kara harekâtı planlandığı bilinirken...

Bu amacın izleyicilerinin, bu planların sahiplerinin Kürt halkının haklı taleplerini nasıl karşılayacakları, nasıl bir barış getirecekleri benim için muamma. Bilenler varsa açıklamalılar.

İstanbul'da oyum neden İmamoğlu'na?

Bu yazının asıl amacı, İBB başkanlığı için oyumu neden İmamoğlu'na vereceğimi açıklamaktı. Yukarda kısaca anlatmaya çalıştığım düşünce kırıntılarını paylaşmadan bu kararımı gerekçelendirmem güç olacaktı.

Hemen söyleyim: Tekadam'ı ve rejimini güçlendirecek her türlü söylem ve eylem benden uzak olsun. Rejimin niteliğini hesaba katmadan Erdoğan'a umut bağlamak da herkesten uzak olsun.

DEM Parti'nin sadece doğuda değil batıda da aday çıkarma kararını parti açısından doğru bulduğumu, desteklediğimi yazmıştım. Bunun tek istisnası olmalıydı: İstanbul.

Seçimlerin matematiği vardır. Herkes biliyor ki, İstanbul Büyük Şehir'de DEM Parti adaylarının seçimi kazanma şansı yok. İki aday var ortada; Kurum ve İmamoğlu. Deriniyle sığıyla devleti ve iktidarı arkasına almış Kurum ile İmamoğlu arasında, büyük ihtimalle az fark olacak. (Belki halkın sağduyusu yine devreye girer de fark yüzbinlerle olur!) İstanbul Büyük Şehir'de İmamoğlu'na verilmemiş her oy Cumhur İttifakı'na, özünde Erdoğan'a gidecek.

İktidarın adayının kazanması Kürt siyasî hareketinin yeminli düşmanı, ayrımcı, savaşçı, faşizan tek adam rejimini güçlendirecek. İmamoğlu'ndan sakınılan oylar onların psikolojik üstünlük sağlamasına, önümüzdeki dönemde ülkeyi yıkıma sürükleyen politikalarını daha da pervasızca uygulamalarına yol açacak. Öte yandan hepimizin bildiği gibi İstanbul sadece bir mega kent değildir, aynı zamanda büyük bir ekonomik kaynaktır. Erdoğan'ın İstanbul'u ne pahasına olursa olsun kazanma hırsı, iktidarını perçinlemek kadar o kaynakların Hizbullahçılara, Menzilcilere, tarikatlere, cemaatlere, müteahhit çetelerine, savaşın finansmanına akıtılmasını sağlamak içindir.

Öte yandan, devlet partisi CHP'nin tarihsel toplumsal günahlarının Ekrem İmamoğlu'na yüklenmesi de birikmiş haklı öfkelerin yanlış hedefe yöneltilmesi gibi geliyor bana. İmamoğlu'ndan hoşlanmayabiliriz, beğenmeyebiliriz, yetersiz bulabiliriz; ama karşısındaki aday Türküyle, Kürdüyle bunca yıldır çektiğimiz zorlukların, acıların, haksızlık hukuksuzluğun parçası olan biriyse, bizzat Tekadam'sa, üstelik de bu kenti yönetecek hiçbir vasfa, ehliyete sahip değilse duygusal nedenlerle oyumu kazanamayacağı açık olan başka bir adaya yönlendirerek heba etmekten kaçınırım.

Yerel seçimlerde, bir partinin gücü esas olarak il ve ilçe idare meclislerinin aldığı oylarla ölçülür. Bu yüzden de kendi ilçemde oyumu DEM Parti idare meclisi adaylarına vereceğim.

Özetle: başlıktaki gibi, desteğim DEM Parti'ye, Büyük Şehir'de oyum İmamoğlu'na.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)