Oya Baydar

27 Mart 2013

Demokratikleşerek helâlleşeceğiz

“Biz çok bedel ödedik....... helâl olsun”

(T24- Taraf)

“Biz çok bedel ödedik....... helâl olsun”

Diyarbakır’da yüzbinlerin doldurduğu o meydanda yankılanan “Zaman, helalleşme zamanıdır” sözleri, gözlerimde buğu, yanaklarımda tuzlu, ıslak, ılık bir çizgi olurken, barış dilinin o dili konuşanı da dinleyeni de dönüştüren gücüne bir kez daha iman ettim. 30 yıldır süren savaşın en ağır bedelini kanıyla, canıyla, evlatlarıyla ödemiş Kürt halkının sesi “helâl olsun” diyebiliyorsa, burada sadece siyasi hesaplarla değil yürekle, vicdanla, insanla kavranması gereken bir şey var.

Öcalan’ın Nevruz seslenişinin özü, silahların bırakılması ve barış çağrısının anahtarı bu sözlerdi bence.

Ancak demokratikleşerek helâlleşebiliriz

Her çatışmada, her savaşta iki taraf vardır. İki tarafın acıları, kayıpları, şehitleri, birikmiş öc duyguları, düşmanlıkları, kısaca ruh halleri vardır. Helâlleşmek: acıları, kayıpları karşılıklı bağışlamaktır; siyasi aklın ve çözümün yüreklere ulaşması, orada yankı bulmasıdır. Bu ise, hakların teslim edilmesiyle, mağduriyetin giderilmesiyle olur. Sözleri, meydanlardaki nutuklardan toplumun bağrına taşıyabilmek, bunca yılın açtığı derin yaraları sağaltabilmek için ilaç da, sihir de demokratikleşmedir. Silahlar sustuğunda, gerilla sınır dışına çekildiğinde helâlleşmeye doğru çok önemli bir adım atılmış olacaktır ama helâlleşme, yani kalıcı barış henüz ufuktadır. Çünkü gerçek barış ancak ve ancak Kürtlerin haklarının tanınması ve teminat altına alınmasıyla mümkündür.

Kürtler için hak olan, iyi olan Türkler için de, bu topraklarda yaşayan herkes için de iyidir, herkese lazımdır. Hakları taviz sayanlarla demokrasiyi kendi dar siyasal çıkarlarıyla sınırlayanlar, ancak demokratikleşmeyle ilerleyebilecek barış sürecinin kaybedenleri olacaklardır.

Yol uzun, yol engebeli. Yine de bu yolu yürüme iradesi hiç bu kadar güçlü olmamış, bu kadar desteklenmemişti. Son bir hafta içinde Türkiye halkı büyük bir psikolojik altüstlükle birlikte derin bir değişim geçiriyor. Savaş ve acı yorgunu halk, artık umut ve barış istiyor. Nefret dilini yükselterek siyasi-ideolojik güç kazanacaklarını sananlar, keskin sirke küpüne zarar misali, cinnet tabloları sergileyip aslında kendi kendilerini bitiriyorlar. “AKP ile Apo yapacaksa, olmasın böyle barış!” sığlığını; bize sorulmadı, taviz veriliyor, pazarlık yapılıyor, bilmiyoruz, estek köstek diyerek perdelemeye çalışanlar acz içinde, sürecin dışında kalıyorlar. Nevruz metnine hâkim olan barış ve çözüm dili kitlelerde karşılığını bulurken, siyasetin kaybedenler kulübü üyelerinin kimyasını bozuyor.

Elimizi taşın altına koyma zamanı

Sahnede bir de bizler, benim gibiler var:  Yıllardır barış için, Kürt halkının hakları, demokrasinin, özgürlüklerin gelişmesi için, eksiğimiz gediğimizle de olsa karınca kararınca çabalamış, kendi çapında bedel ödemiş, “Barışı görmeden ölmek istemiyorum” demiş olanlar... Tabii ki sürece ilişkin sorularımız, önerilerimiz, endişelerimiz, beklentilerimiz var; bunca yıldır birikmiş deneyim, epeyce düş kırıklığı, epeyce yanılgı yükümüz var; Kürt barışı-demokrasi denkleminde birinin diğerine feda edilebileceğinden duyulan kaygılar var; resmin bütününe bakamayıp imzadaki lekeye takılma alışkanlıklarımız var; dünyanın, bölgenin, Türkiye’nin ne kadar değiştiğini görmek istemeyen katı ezberlerimiz var. Şimdi bu kaygılardan doğan tartışmaları aşıp elimizi taşın altına koyma zamanı.

Barış süreci ile demokratikleşme sürecinin aslında özdeş ve iç içe olduğunu, biri tökezlerse ötekinin yere yuvarlanacağını, demokratikleşme olmadan kalıcı barış, helâlleşme olamayacağını, birinin diğerinin teminatı olduğunu yürekten kavrayabilirsek sürece dâhil ve müdahil olmayı başarabiliriz. “Ne pazarlıklar yapılıyor, hangi tavizler veriliyor, Kürtler razı mı oluyor?” türünden kuşkulara, Diyarbakır Yenişehir eski Belediye Başkanı, yakın zamana kadar KCK davası tutuklusu Fırat Anlı şu cevabı veriyor: “Kürtlerin demokrasi bilincinin küçümsenmesi kırıcı oluyor...... Bizim demokrasi ve hak mücadelemiz asla kendi haklarımızla sınırlı olmayacak.”

“Bizimki de öyle” diyen demokratlar, sürecin teknik sorunlarının ufuklarını karartmasına, aralarındaki ideolojik farklılıkların amacın önüne geçmesine, barışla demokrasinin karşı karşıya getirilmesine meydan vermezlerse... “Büyüklerimiz ne eylerse güzel eyler, susun izleyin” diyen zihniyete istemezükçülükle değil; yapıcı, önerici, ikna edici muhalefetle cevap verebilirlerse... Demokratik gelişmenin önünün kesildiği her noktada, Nevruz meydanındaki yüz binlere milyonları katarak halkın demokratik iradesini göstermesine yardımcı olabilirlerse... Kısaca, bugün siyaset sahnesinde boy gösteren mevcut muhalefetin dar hedefli, kısır siyasi mücadele anlayışından sıyrılıp demokratik kitle mücadelesini yükseltebilirlerse, barışa doğru yürürken adım adım demokrasiyi kazanmak da mümkün olacak.

Yürüme gücümüz, demokrasi için mücadele kararlılığımız, helâlleşecek yüreğimiz varsa, kaygıya gerek yok demektir.