Yukardaki adlara binlercesini ekleyebilirdim. Çünkü Demirtaş ne kadar terörist, Özlem Dalkıran ne kadar ajan, Enis Berberoğlu ne kadar casussa, bu ülkenin en az 79,5 milyonu o kadar terörist, casus, ajandır. Demirtaş’ı, Berberoğlu’nu, Özlem’i tanıyorum. Ve onlar ne kadar teröristse, casussa, ajansa ben de, 79,5 milyon da o kadar terörist, ajan, casusuz diyorum.
Yargı yalanlarla ve emirle yönlendirilirse…
2013’ten bu yana tırmanarak ama asıl son bir yılda; muktedirler ve borazanları bu ülkede ne hak, hukuk, adalet ne de vicdan bıraktılar. İnsanî-ahlakî değerleri, hukuk, adalet kavramlarını pervasızca çiğneyerek toplumu kötücülleştirdiler, vicdansızlaştırdılar, hak ve adalete güvensizleştirdiler.
Yargı da, medya da bu gidişattan kendi payını aldı. İktidar beslemesi ya da doğrudan iktidarın denetimindeki basının ahlak kavramının a’sını içermeyen utanmaz yalanları, iftiraları insanların tutuklanmasına, casus diye, ajan diye damgalanmasına zemin hazırlıyor. Akla ziyan komplo teorileri üzerine kurulu bu yalanlar hangi çıkar ve planlar uğruna nerelerde, hangi hasta kafalar ve karanlık vicdanlar tarafından üretiliyor diye soruyorum kendi kendime. Bataklığın ve pisliğin nerelere uzandığını anlamaya çalışıyorum.
Bırakalım mahkemelerin tarafsızlığı, bağımızlığı mugalatasını bir yana, herkes biliyor ki, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın iki dudağı arasından çıkacak sözleri emir telakki eden yargı, medya bile denemeyecek bu provokasyon şebekesinin yalanlarını, ahlaksızca ihbarlarını sözde iddianamelerde delil olarak kullanıyor.
Paranoya tehlikelidir
Kişiler için olduğu kadar iktidarlar, özellikle de otokratik iktidarlar için paranoya tehlikeli bir illettir. İnsana da muktedirlere de ölümcül hatalar yaptırır. Paranoyak kişi veya yapı sağduyuyla düşünemez olur, korkularına yenilerek sürekli yanlış kararlar alır, kendisine yönelen gerçek tehlikeyi göremez, gölgelerle savaşır. Bugün Sayın Erdoğan’ın dar çevresi böyle bir ruh hali içinde görünüyor. Kimileri bilmeyerek ama bazıları karanlık odaklarla bağlantılı olarak Cumhurbaşkanı’nı korku ve kaygı atmosferine sokmak için akla ziyan her türlü komplo teorisini, yalanı, kurguyu devreye sokuyorlar ve ne yazık ki başarılı oluyorlar.
Erdoğan ve ekibinin, iktidarlarına yönelik saldırı kaygılarının temelsiz olduğunu söylemiyorum. Gezi olayları, ardından 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları, son olarak da 15 Temmuz cinneti her iktidar için ağır olaylardır. Ama mesela Gezi olaylarını iktidara karşı uluslararası çapta komplo olarak algılamak Gezi’yi bütünüyle yanlış değerlendirmekti. Bu yanlış şimdi baş danışman sıfatı taşıyan, kime neye hizmet ettikleri belirsiz bazı kişiler tarafından hem kurgulandı hem de körüklendi. Örneğin, “telekinezi” diye bir kavramla tanıştık. O günlerde başbakan olan Erdoğan’ın uzaktan kumandayla öldürüleceğini, gizli ellerin borsayı, ekonomiyi çökertmeye soyunduklarını, vb. iddia ediyorlardı.
Gezi’de yaratılan bu yanlış ve çarpıtılmış algı, gerçekten hükümeti düşürmeye, Erdoğan’ı yıpratmaya niyetli, şimdi FETÖ adı verilen eski ortağın 17-25 Aralık operasyonuna karşı da doğru taktikler üretilememesine yol açtı ve sonunda 15 Temmuz cinnet darbesine varıldı. Bu ağır süreç iktidarın gerçekle bağlarını kopardı ve paranoyak ruh halini körükledi.
Artık bütün dünya Erdoğan’a düşmandı, bütün dünya, özellikle Batılı ülkeler bizi kıskanıyorlardı, bütün Kürtler terörist ve bölücü, bütün muhalefet hain, bütün sivil toplum kuruluşları, insan hakları savunucuları potansiyel ajan ve casustu.
Ürkütücü olan nedir?
Muktedirler iktidarlarını korumak ve pekiştirmek için demokratik veya antidemokratik, barışçı veya çatışmacı her çeşit yönteme başvururlar. Mücadele siyasî planda, bazen çok sert, acımasız sürer. Ama en sert ve haksız yöntemler de kullanılsa, siyasete yine siyasî araçlarla, yöntemlerle karşılık verilir.
Ancak, siyasî değil ruhî bir durumla; yani iktidarın siyasî analizlere dayalı adımlarıyla değil gerçekleri yansıtmayan paranoya ürünü korkuların yol açtığı bir saldırıyla karşı karşıyaysanız, muktedirler gerçekle bağlarını koparmışlarsa durum vahim ve tehlikelidir. Çünkü rasyonalitenin ve hukuğun dışına, keyfîliğin kucağına düşülmüştür.
Bu noktada bütün toplum otorite karşısında silahsız kalır. Çevresinin paronoyak telkinlerine, gerçekleri çarpıtan, başka amaçlara hizmet eden yalanlarına ve istihbaratına kapılan muktedir; Demirtaş’ı terörist, Berberoğlu’nu casus, insan hakları savunucularını ajan, gazeteci Deniz Yücel’i bölücü provokatör ilan etmekten çekinmez. Tek adam olarak bunları söylediğinde, bağımlı yargı da gerekeni yapar, hükümler yargısız infaza dönüşür.
Sonra da ne gerek var Adalet Yürüyüşü’ne, Türkiye’de adalet yok diyenler faşisttir, diye saçmalanır.