Oya Baydar

20 Ağustos 2014

Demirtaş CHP’ye başkan olduğunda...

Olağanüstü kongreye giden partide, genel başkan adaylarından muhalefet sözcülerine, hepsi yıllardır bildiğimiz, tanıdığımız kişiler, söylemleri de aynı bayat söylem

Şu günlerde, “CHP nasıl kurtulur?” adlı bayatlamış oyunun bilmem kaçıncı temsilini seyrediyoruz. Parti içindeki itiş kakışın tarafları, bir de eski tellaklarla yeni tellak adayları dışında, oyunun sonunu merak eden pek yok; hamam aynı hamam, tas aynı tas, keseleme usulü de aynı kaldıkça, sorunun cevabının “kurtulamaz” olduğunu artık herkes biliyor.

 

Eski’den yeni çıkmaz

 

CHP’li dostlarım beni bağışlasınlar. Maksadım, CHP için yıllardır canla başla çalışan, partisine umut bağlamış, nostaljik hayalleri gerçekleştirme peşinde bir ömür harcamış ya da harcamaya aday insanları rencide etmek, yangına kürekle gidip moral bozmak değil. Ancak, -hele de içerden bakınca- görmedikleri, göremedikleri bir gerçek var: Eski’den yeni doğmaz. Yeni, son kullanım tarihi çoktan geçmiş eski malzemeyle kurulmaz. 1920’lerin devlet partisinden 21. yüzyılın Türkiye partisini çıkaramazsınız. Kemalist cumhuriyet rejiminin vizyon simgesi “altı ok” u yeniden ele alıp, miadını doldurmuş olanları atıp yerlerine çağın ruhunu ve gereklerini yansıtan yeni ve keskin oklar koymadıkça, kuyruğunu kovalayan kedi gibi yerinizde döner durursunuz.

Örnek mi? Altı ok arasında demokratlık yoktur mesela. 1920’lerde anlaşılır olabilecek bu eksiklik, bugüne gelindiğinde CHP’nin temel sorununu ve halini iyi anlatır. Mesela altı ok’un önemli bileşeni milliyetçilik, Türk unsurlar üzerine inşa edilen ulus devletin kuruluş aşamasında Kemalist Cumhuriyet’in dayanaklarından biriyken, günümüzde sağ ya da sol faşizan, ırkçı-şoven hareketlerin/ideolojilerin pusulasıdır. Milliyetçilik sözcüğünün yerine ulusalcılığı koymak dil canbazlığından başka bir şey değildir, özü değiştirmez. Devletçilik oku ise; devletçiliğin solculuk, sosyalistlik sanıldığı (sandığımız) veya öyle satıldığı dönemlerin nostaljisi dışında, günümüz dünyası ve ekonomik alternatifleriyle bağdaşamayacak hantal, verimsiz, savurgan bir modelin adından ibaret kalmıştır. Devrimcilik okunun üzerinde ayrıca durmaya değer. 1923’te, eski düzenin temelden yıkılması, değiştirilmesi anlamında devrim nitelemesini hak eden adımların pek çoğu, bugün düzenin (eski rejimin) korunmasına, bağnazca savunulmasına, içi artık boşalmış bir ezbere teslimiyete, yenilenme korkusu ve direncine dönüşmüştür. Devrimcilik, dünü ve günü aşıp (AKP’nin türedi muhafazakâr sözde devrimcilerinin sandığı gibi yıkıp değil, aşıp) ileriye gitmektir, doksan yıl öncesine çakılıp kalmak değil.

 

Demirtaş’ın söyleminin büyüsü

 

CHP’liler; cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında HDP adayı Selahattin Demirtaş’ın söyleminin, keskin Türk ve Kürt milliyetçileri dışında geniş kesimlerden destek bulması, en azından kulak verilip ciddiye alınması üzerine düşünmelidirler. CHP’nin demokrat ve saygın adlarından Rıza Türmen’in, o günlerin heyecanı içinde ne partide ne de dışarda hak ettiği yankıyı bulamayan sözlerini hatırlayalım. Türmen, “Demirtaş’ın söylemi bizim (CHP’nin) söylemimiz olmalıydı derken “yeni”yi ve günümüz Türkiyesi’nin ihtiyaçlarını çok iyi anladığını ifade ediyordu.

Demirtaş; her türlü milliyetçiliği, siyasal dinciliği/ İslamcılığı, yasakçı-otoriter laikliği, halkı küçümseyen vesayetçi seçkinciliği, neoliberal vahşi kapitalizmi reddeden barışçı, birleştirici vizyonu ve bu vizyona uygun üslubuyla cumhurbaşkanlığı seçimlerinin güzel sürpriziydi. Aldığı oylar partisi HDP’nin son seçimlerde aldığı oyu yüzde 50 oranında aştı. Demirtaş’ın oylarını, çatı adayına CHP’li seçmenin duyduğu tepkiyle açıklamak kimilerinin içini ferahlatsa da, bundan ibaret olmadığını, söyleminin samimiyetinin ve yarınlara yönelik umudunun bu sonuçtaki payını görmek gerek.

Demirtaş; eski rejimin sağlı sollu siyasetçilerinin alışılmış kalıplarının dışında konuşuyordu. Türkiyelilik üzerine inşa edilmiş birlik ve barış  projesiyle, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin, bütün kimliklerin, eşit yurttaşlık temelinde buluşabileceklerini anlatıyordu. Söylenmedik, duyulmadık şeyler değildi anlattıkları; kimseye sövmeden, muhalefet edip ama kavga etmeden nasıl bir Türkiye, nasıl bir bölge, nasıl bir dünya hayal ettiğini içtenlikle, kendi inandığı için inandırıcı bir üslupla aktarıyordu bizlere. Gözleri ırkçılıkla, Kürt düşmanlığıyla, bölünme fobisiyle perdelenmemiş olanlar, onda kaşarlanmış hırslı siyasetçiyi değil insanı gördüler, yeniyi, gençliği, umudu gördüler. Demirtaş’ın söyleminin büyüsü: kirlenmiş, yozlaşmış, tıkanmış bir siyasal ortamda hâlâ umut olabileceğini hissettirmesindeydi; gençliğinde, tazeliğinde, geçmiş ezberlere esir olmamasındaydı.

 

CHP’de hangi zihniyet değişmeli?

 

“Partide zihniyet sorunu var” diyor ulusalcı kanadın önde gelen adlarından Emine Ülker Tarhan. Zihniyetin değişmesi gerektiğini savunuyor. Çok haklı: CHP’de zihniyet sorunu var. Ulusalcılık yaftası altında, Kürt sorununu zerre kadar kavramamış, anayasal eşitliği kabul etmeyen, yeni bir anayasa yapılırken vatandaşlığın Türkiyelilik üzerinden tanımlanmasına bile tahammül edemeyen, pek çok noktada MHP ile buluşan, devlet tahakkümünü, vesayetçiliği, halk küçümsemesini, elitizmi solculuk sanan zihniyetin değişmesi gerek. İronik olan, değişmesi gereken zihniyetin, partide zihniyet sorunu var diyerek kazan kaldıran CHP ulusalcılarının zihniyeti olması.

Bu zihniyet değişirse geriye ne kalır peki? Çoğunu tanıdığım, saygı duyduğum tek tek namuslu, değerli, demokrat, sosyal demokrat insanlar, onların hayal kırıklıkları; bir de kaşarlanmış siyaset bezirgânları, bir de Kılıçdaroğlu gibi, beş benzemezi dengede tutup mukadder sonu geciktirmeyi başarı sanan vasat politikacılar.

 

CHP’ye sağlıklı bir bölünme dilemeliyiz

 

Bir siyasî yapının birliği, partililerin ayrıntıda değil ama ana hatlarıyla aynı vizyonu paylaşmaları, aynı ideolojik ilkeleri savunmaları anlamına gelir. Böyle bir birlik CHP’de uzun zamandır yok. Buna rağmen parti kavga dövüş varlığını sürdürüyor. Bölünmüyor, çünkü bölünmek için bile net bir vizyon, programatik ilkeler, temel sorunlara açık seçik çözüm önerileri gerekir. Partinin içindeki kanatların tek birleştikleri nokta iktidara istemezükçü muhalefet olursa, o siyasal yapının hayatiyeti ve iktidar umudu kalmamış demektir.

CHP’nin; ülkenin devasa sorunlarına yönelik cesur, gerçekçi, yarınlara dönük çözüm önerileri yok, sadece “hayır”ları var. Biz o konuda rapor yazdık, Genel Başkanımız kaç kere belirtti, bilmem hangi belgemizde var, vb. gibi cevaplar topluma hiçbir şey söylemiyor, hiçbir inandırıcılık, güvenilirlik taşımıyor. Atatürk’ün partisi olmakla övünmenin, Cumhuriyet’in en eski partisiyiz böbürlenmesinin, ulusalcılık kozuna oynamanın, hele de solculuk yaftası takınmanın 2014 Türkiyesi’nde en küçük kıymeti harbiyesi yok.

Olağanüstü kongreye giden partide, genel başkan adaylarından muhalefet sözcülerine, hepsi yıllardır bildiğimiz, tanıdığımız kişiler, söylemleri de aynı bayat söylem. Parti meclisi değişecek dendiğinde ortada dönen isimlere baktığımızda, darbeci-vesayetçi geçmişleri tescilli kişiler öne çıkıyor. Gerçekten yenilikçi, demokrat, çağdaş sosyal demokrat partililerin adı yok.

CHP, “Demirtaş’ın söylemi bizim söylemimiz olmalıydı”, diyenlerle “Kürtlerle ben eşit olabilir miyim” zihniyetinin temsilcilerini birarada tutmayı artık sürdüremez. Demokratik, çoğulcu Türkiye özleyenlerle darbeci-vesayetçi geçmişe özlem duyanlar ve onun parçası olanlar aynı siyasî çatı altında  daha fazla barınamaz. Kılıçdaroğlu’nun onları birarada tutma politikası hem Türkiye’ye hem de CHP’ye zarar veriyor.

Böyle bir durumda partinin bölünmesi zorunludur, sağlıklıdır. Ancak; eski tellakların çevresinde kümelenenlerin, “senin adamın, benim adamım” ilkesizliğine bulanmış bölünmesinden değil, ideolojik, ilkesel, vizyonel bir bölünmeden söz ediyorum. Yazının başlığına dönecek olursak, HDP’li Demirtaş’ın vizyonunu, söylemini, umudunu CHP’ye taşıyacak bir bölünme umut doğurabilir.

Demirtaş, CHP’ye başkan olduğunda, koymuşum yazının adını. Halam amcam olamaz, biliyorum. Ama, Demirtaş’ın söylemini doğru bulup benimseyenlerle aynı vizyonda, aynı umutta buluşan CHP’lilerin siyasî birliği denenmeye değmez mi?