Yazıya, “1 Kasım’da oyum Demirtaş HDP’sine” başlığını atacaktım ama, “kim ne der” kaygısına teslim olmadan düşündüklerimi daha açık paylaşmayı yeğledim. Evet, oyum Halkların Demokratik Partisi’ne; çevreme de gücüm yettiğince neden HDP’ye oy verilmesi gerektiğini, HDP’nin siyaset sahnesinde ve Meclis’te olmasının Türkiye için önemini anlatmaya çalışıyorum.
Demirtaş HDP’si derken bir çizgiyi, bir anlayışı, bir vizyonu kastediyorum. HDP, herkesin bildiği gibi çok bileşenli bir siyasal yapı. Kökleri Kürt hareketinde olsa da Türk sol/sosyalist parti ve örgütlerinden bir bölümünü, İslamî kesimden barışçıları, Alevileri, çevrecileri, demokrat aydınları, vb. barındırıyor. Sadece bu parçalı yapısıyla bile alışılmadık, yeni, kimileri için yadırgatıcı bir oluşum. Farklı düşünceler, farklı kökenler, farklı bakışlar olsa da, HDP’liler (en azından şimdilik) bir ortak paydada buluşuyor: Ortak vatanda, eşit yurttaşlık temelinde, kadın-erkek herkesin barış içinde; dilini, dinini, kültürünü özgürce geliştirerek yaşayacağı demokratik bir Türkiye.
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın bu vizyonu ve umudu iyi temsil ettiğini, şahsında ete kemiğe büründürdüğünü, çoğulculuğun ve barışın dilini zorlamayla değil kendiliğinden kurduğunu ve savunduğu ilkelere yürekten, gerçekten inandığını düşünüyorum. Tarihte ve siyasal yapılarda kişinin rolünün önemini gözardı etmezsek, Demirtaş sadece düşünceleriyle değil gençliğiyle, tarzıyla, güven veren üslûbuyla, kişiliğiyle de yarının Türkiye partisi olmaya aday bir hareketi taşıyabilecek bir siyasal aktör.
Kürt silahlı hareketinden kimi şahinlerin, Kürt hareketinin içinden ya da çeperinden Demirtaş’ın çizgisini fazla barışçı, az devrimci bulanların hoşuna gitmese de, Haziran seçimlerinde HDP’nin Batı’dan aldığı oylar kadar Kürtlerden aldığı oyların bir bölümü de Demirtaş’ın temsil ettiği çizgiye ve onun tarzına verilmişti. Erdoğan’ın ve AKP’nin hedefe Demirtaş’ı koymalarının nedeni de bu zaten.
Demirtaş’ı kurda kuşa yem etmeyelim
1 Kasım öncesinde HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ı özel programlarda ekranlarda göremeyince, önce iktidardan kaynaklanan bir ambargoyla karşı karşıya olduğunu düşündüm, ancak bütün ana akım televizyonlar kendisini davet ettiklerini ama ekrana çıkmak istemediğini açıkladılar. Günümüzde televizyonun önemini anlatmaya gerek yok, hele de seçim kampanyalarında. Bunu HDP’liler benden daha iyi bilirler.
7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde, yurtdışında Kürt hareketinin önemli adlarından biriyle konuşma fırsatım olmuştu. Yaşıma ve kadın halime sığınarak fikirlerimi sansürlemeden söyleme alışkanlığımla, “Karizmatik lider kadroları fazla sivrilen, kendilerini aşma potansiyeli taşıyan kişilerden hoşlanmazlar, Selahattin Demirtaş için de korkuyorum” demiştim. “Hiç korkmayın, bizde böyle şeyler olmaz” demişti muhatabım. Kendim de örgütlerden geldiğim için örgütlerin işleyişini, insan malzemesini, insan ruhunu biraz bildiğimden, “Her yerde; Kürt hareketinde de olur” diye üstelemiştim.
Şimdi acaba haklı mı çıktım diye soruyorum kendime. Önce Kandil’den, KCK kanadından seçimlerden hemen sonra, daha bismillah denmeden, daha Meclis toplanamadan HDP’ye yöneltilen, “80 milletvekilin var da ne yaptın” tarzındaki eleştiriler, 80 milletvekilinin başlı başına başarı olduğunu gözardı eden, “Ne başarınız var ki” söylemleri, daha sonra Kürt silahlı hareketinin Erdoğan’ın HDP’yi şeytanlaştırma, terörle ilişkilendirme planlarına yağ süren, savunma ile açıklanamayacak şiddet eylemleri, ardından sivil halkı kırıp geçiren devlet terörü, Kürt siyasal hareketinin militan kadrolarının, belediye başkanlarının tutuklanması… Bütün bunların HDP’ye yara aldırmadığını, özellikle de Demirtaş çizgisinin inandırıcılığını zedelemediğini söylemek güç. Batı’da ise; HDP’nin oylarının özellikle gençlerden gelen bölümü ile, barış ve huzur isteyen, ortak vatan vurgusunu önemseyen sağduyulu Türk seçmenin oylarının Demirtaş’ın vaad ettiği Türkiye umuduna verildiğini biliyoruz.
Demirtaş bir eşbaşkandan ibaret değil, Kürt hareketinin barışçı ve birleştirici çizgisinin temsilcisi. İşte bu yüzden Demirtaş’ı yıpratmamak, köstek olmamak, onun barış ve kardeşlik dilini törpülemeye çalışmamak gerekiyor. Bu çizgi Kürt hareketinin şahinlerine bol gelmiş olabilir. Öte yandan zaten oluşumunu tamamlamamış, yol aldıkça değişip gelişecek bir siyasal hareketten sıkı solculuk bekleyen devrimbaz solu da kesmeyebilir. Ancak, Türkiye’nin yaşamakta olduğumuz şu karabasandan çıkması isteniyorsa; Kürt sorununun çözümü, silahların susması, barış ve ortak yaşam, Türklerle Kürtlerin birbirlerine güvenlerinin yeniden inşaı ve pekiştirilmesi amaçlanıyorsa Demirtaş çizgisinin yanında durmak ve bu çizgiyi güçlendirmek gerekiyor.
Ortak vatan üzerinde özgür ve özerk bir yaşamdan başka planları olanlar, çözümü başka yerlerde arayanlar varsa bilemem. Demirtaş’ın da ifade ettiği gibi, kanlı ellerle, şiddetle, devlet terörüyle barışa varılmaz. HDP’nin güçlenmesi sadece Kürt hareketine değil, karşısında yer alanlara, HDP’yi yok etmeye çalışanlara, bütün Türkiye’ye lazım.
Bu yüzden 1 Kasım’da oyum HDP’ye. Demirtaş HDP’sine.