08 Haziran 2011
Darbeye, Darbecilere Gerçekten Karşı mıyız?
Yukardaki soruyu yersiz ve abes bulabilirsiniz. Kızsak bile, en azından açık...
Yukardaki soruyu yersiz ve abes bulabilirsiniz. Kızsak bile, en azından açık sözlülüklerine saygı duymamız gereken çok küçük bir azınlık hariç, sorunun cevabı “Sen ne ima etmek istiyorsun, tabii ki karşıyız!”dır. Darbelerden, darbecilerden, vesayetten yana olmak 21. yüzyıl dünyasında ve Türkiyesi’nde siyaseten doğru değildir çünkü. Hele de darbeciliğin ve vesayetçi zihniyetin ipliğinin pazara çıktığı, Ergenekon davalarının sürdüğü, 12 Eylül’ün simgesi Kenan Evren’in otuz yıl sonra darbecilik suçundan sorguya alındığı şu günlerde, hiç değildir. Yandaşım, diyecek olan şöyle bir yutkunmak ihtiyacı duyacaktır.
Peki vicdanen durum nedir? Yani soruyu bütün siyasal hesaplardan uzak “ama”sız sorarsak: kime karşı olursa olsun, kimden gelirse gelsin, hangi “yüce(!)” amaçla yapılırsa yapılsın; kimlerin, hangi odakların, hangi sosyolojik -ideolojik yapıların vesayeti olursa olsun ve kime yönelirse yönelsin karşı mıyız? diye sorarsak cevabımız nedir? Çünkü siyaseten doğru’nun açık ya da suskun ama’lı cevabı vicdanen doğru’nun ama’sız cevabından farklıdır ve bu cevabı vermek bir sürü siyasal- ideolojik baskıdan, içimize nakşolmuş kültürel kodlardan ve tabii ki her türlü çıkar ilişkisinden olabildiğince bağımsızlaşmış olmayı gerektirir.
Bunları aklıma getiren ve sizlerle paylaşma ihtiyacı doğuran son gelişme; 12 Eylül darbesinin soruşturulmaya başlanması, Diyarbakır cezaevinin, dönemin bazı faili meçhullerinin dosyaları açılırken beş darbeci generalden halen hayatta olan Evren ve Şahinkaya’nın da savcı tarafından ifadelerinin alınması oldu. Bu gelişmeler karşısında beni lafın gelişi değil gerçekten de şaşkınlığa uğratan, yıllardır Kenan Evren yargılansın, 12 Eylül soruşturulsun, darbeciler mahkûm edilsin taleplerini ısrarla tekrarlayan; hatta “12 Eylülcüler dururken, onlara dokunulmazken Ergenekon davalarında darbeye teşebbüs ettikleri iddia edilen bir sürü general neden yargılanıyor?” diye soran bazı kişi ve kesimlerin, bu defa 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasına türlü çeşitli ama’larla karşı çıkmaları, neden yargılanamayacakları konusunda binbir dereden su getirmeleri; “Bu yaşa gelmişler, yargılayacaksınız da ne olacak”, ya da “geç kalındı” türünden gerekçelerle 12 Eylül’e ve faşist generallerin suçlarına sünger çekmeyi önermeleri oldu.
Burada baştaki soruya dönmek ve kendim dahil herkesi siyaseten doğru aşamasından vicdanen doğru aşamasına: yani saf, çıplak, hesapsız, ama’sız o aşamaya doğru çekmek istiyorum. Yıllardır Şili’yi, Arjantin’i, başka ülkeleri örnek gösterip hayıflanmaz mıydık, oralarda otuz yıl sonra, kırk yıl sonra da olsa diktatörler yargılanabiliyor, biz yapamıyoruz diye. Peki şimdi neden bin dereden su getirerek 12 Eylül’ün müsebbiplerinin yargı önüne çıkarılmalarına doğru atılan -ve henüz neye varacağını, sonuca ulaşıp ulaşamayacağını bile bilmediğimiz- adımları soğuk karşılıyoruz? 12 Eylül mağduru solun bazı kesimleri başta olmak üzere, neden başlayan süreci tüm gücümüzle desteklemek ve Türkiye’nin son otuz yılını, hepimizin hayatlarını karartmış, kimilerimizin hayatına malolmuş 12 Eylül darbesinin ve sorumlularının yargılanması için doğan umudu devrimci irademizle büyütmek ve gerçeğe çevirmek yerine küçümsüyor ve mızmızlanıyoruz?
Cevabı açık yürekle verelim: Darbeye, vesayete, diktatörlere karşı tam bağımsız ve ama’sız olamıyoruz da ondan. Darbecilerin, vesayetçi zihniyetin, 12 Eylül’ün, Diyarbakır işkencecilerinin yargılanması ve mahkûm edilmesi yolunda atılan adımların AKP iktidarı dönemine rastlaması, bu dava ve soruşturmaların ardındaki siyasal iradenin AKP’ye mal edilmesi ve sonuçlarının AKP’ye yarayacağı kaygısı yüreğimize, vicdanımıza ayak bağı oluyor da ondan. Evren’in savcılık ifadesine çağrılmasına sevinip destekleyeceğimize, seçim yatırımı yapıyorlar diye ifadenin zamanına takılmak, yargılama yolunu açacak yasa maddeleri ve hukuksal yorumlar getirmek yerine yargılamanın imkânsız olduğunu kanıtlamak için hukuk cambazlıkları yapmak hep aynı ruh halinin yansımaları. Yani, “12 Eylül’ü yargılamak, darbecileri kovuşturmak gerekirse onu da biz yaparız, başkasının, hele de benim siyasi muarızlarımın haddine düşmemiş” psikolojisi. Ve belki de en derindeki, itiraf etmesi hele de dillendirmesi hiç de şık olmayan “memleketi batağa götürenlere karşı darbe de mubahtır bazen” anlayışı... Özetle, “Kimden gelirse gelsin ve kime karşı olursa olsun darbe ve diktatörlük suçtur. Bu suç yargılanmalı, kanunlar ve kamu vicdanı önünde mahkûm edilmelidir. Maksat bağcı dövmek değil de üzüm yemekse, bu davaya sahip çıkmalıyız, arkasında durmalıyız” diyememek... Siyasi hasma oy getirebilir diye (ki Evren’i veya 12 Eylül’ü yargılamak seçmen kitlesi çok belli olan AKP’ye tek bir oy bile getirmez) faşizme, darbeye, vesayete karşı mücadeleyi azımsamak, arkasında durmamak...
Vesayet, darbe veya diktatörlük sadece askerî olmaz. Çoğunluk diktası, dinsel-muhafazakâr vesayet biçimleri, örneğin cemaatlerin, tarikatlerin vesayeti de askeri-bürokratik vesayet kadar özgürlük ve demokrasi düşmanı olabilir. “Nereden gelirse gelsin ve kime yönelirse yönelsin” kuralı bir siyaset etiği ve vicdani bir duruş olarak burada da geçerlidir. Kendine demokrat diyenler, özgürlükçü diyenler, bugün ama’sız olamazlarsa yarın başka bir vesayete karşı da yeterince mücadele edemezler.
Öte yandan, ordu darbelerine ve askerî - bürokratik vesayete karşı kendi iktidarını pekiştirmek, amiyane tabirle kendi postunu kurtarmak için irade koymuş olan bir siyasal gücün, örneğin AKP’nin, kendine yetecek kadar demokrasi ve sivilleşme sağladıktan sonra süreci rölantiye alması, hatta giderek başka bir vesayete doğru yürümesi karşısında, sadece ama’sız sivilleşme, demokratikleşme, vesayetten kurtulma yanlısı güçler daha ileri adımlar atabilme potansiyeline sahiptirler. Düşe kalka da olsa, birçok eksik ve hatayı da barındırsa sivilleşmeye ve vesayetten kurtulmaya doğru yürünen yolda bugün gelinen noktayı sadece AKP iktidarının uygulamalarına bağlamak Türkiye demokrasi güçlerini haksız yere küçümsemek olur. Bugün 12 Eylül sorgulanıyorsa, Diyarbakır cezaevindeki işkenceciler ve Evren için soruşturma başlatılıyorsa, bu, onlarca yıldır verilen mücadelenin birikimidir. AKP iktidarı, oy hesaplarıyla bile olsa, 12 Eylül faşizminin sembol adlarının soruşturulmasına yeşil ışık yakmışsa, onları bu noktaya getiren bunca yıldır verilen demokrasi mücadelesi ve kitlelerin özgürlük özlemidir.
Bazen, neden kendi gücümüzü küçümsüyoruz, neden sivilleşme ve vesayetten kurtulma adımlarının tümünü AKP’ye atfedip, daha doğrusu hediye edip işin asıl sahiplerinin bizler olduğumuzu unutuyoruz diye düşünüp cevabını bulamıyorum. Şöyle bir yüzleşelim kendimizle: Bilinç altımızdaki tepeden inmeciliğin, vesayetçiliğin ve darbeciliğin kalıntıları yüzünden olmasın sakın...