Oya Baydar

25 Haziran 2014

Darbecilerden kahraman yaratmayı başaranlara…

Cemaat-AKP savaşında AKP’nin yanında saf tutanlar, bütün kötülükleri Gülen Cemaati’ne yükleyip kandırıldık, kullanıldık diye dövünürken “bizi kim kullandı” sorusunu da sormak durumundadırlar

Adaletin bozuk terazisi masumları suçlu, suçluları masum diye tartarsa herkes mağdur olur. Mağdurdan isyancı militan yaratmak kadar sahte kahraman yaratmak da kolaydır.

Ordunun darbeci geleneğiyle hesaplaşma ve Cumhuriyet oligarşisinin vesayetçi iktidarını geriletme teşebbüsü olarak başlayan Ergenekon ve Balyoz davaları sosyolojik, hukuksal ve etik derslerle doluydu. Balyoz davasında yeniden yargılamanın gündeme geldiği ve her iki davanın sanıklarının tahliye edildiği şu günlerde, konu üzerinde bir kez daha düşünmekte yarar var.

Bu ülke, demokrasinin yerleşip gelişmesinin önünde başlıca engel olan askerî darbelerden çok çekti. Tarihsel, toplumsal, ideolojik nedenlerle, kendilerini ülkenin gerçek sahibi ve “adam edilmesi gereken” halkın efendisi gören asker-sivil Cumhuriyet kadroları, kendi doğruları, kendi toplum modelleri dışında kalan ve mutlak iktidarlarını tehdit eden her türlü muhalefete karşı darbe silahını kullandılar. 27 Mayıs darbesi, “Yeter! Söz milletindir” diyerek iktidara gelen Demokrat Parti’ye karşıydı. 12 Mart 1971 darbesi antiemperyalist sol harekete (ve hazırlanmakta olan sol Kemalist darbe teşebbüsüne) karşıydı. 12 Eylül 1980 faşist darbesi,  yükselen işçi hareketine, sosyalist harekete, ayak sesleri duyulan Kürt hareketine ve İslamî kesimlere karşı CİA güdümlü bir darbeydi. Postmodern darbe diye de adlandırılan 28 Şubat müdahalesi vesayetçi rejimin mağduru geniş halk kitlelerine dayanan siyasî İslamın yükselişini engellemeyi amaçlıyordu. Darbeci-vesayetçi odaklar, 2002’de iktidara gelmesini engelleyemedikleri AKP’nin önünü kesmek, toplumdaki kıpırdanmayı, dipten gelen değişim dalgalarını durdurmak için 2003’ten itibaren çeşitli önlemler almaya çalıştılar. Bu dönemde bir değil birçok darbe planı, niyeti, teşebbüsü olduğunu; bu planların uygulanmasına ortam hazırlamak, ülkeyi kargaşa ortamına sürüklemek için karanlık odaklarca her çeşit provokasyonun yapıldığını bilmeyen, duymayan, şahit olmayan yoktur. Üstelik bunlar günlüklerle, notlarla, özel toplantılardaki konuşmalarla, pekçoğumuzun tanık olduğu fütursuz sohbetlerle, bizden misin, katılır mısın yoklamalarıyla, daha sonra ortaya çıkan, yalanlanamayacak kadar açık ve sağlam delillerle de belgelenmiştir.

Şimdi kimse çıkıp da bize, ülkenin ve hepimizin kaderine kast etmiş bu pisliklerin hayalden, düzmeceden, komplodan ibaret, ordunun ve vesayetçi oligarşinin ise demokrasi sütünden çıkmış ak kaşık olduğu mavalını okumasın. Kimse hafızanın unutkanlığına güvenip bu ülkedeki darbeci geleneği, vesayetçi zihniyeti aklamaya çalışmasın.

Son zamanlarda yürütülen, bu davalarda elebaşı olarak yargılanan omzu kalabalıkların, darbelere ortam sağlamak için (özellikle Ergenekon davasında)  cinayetten bile kaçınmayan üst düzey Gladyo şeflerinin ve emirlerindeki mafyacı çetelerin masumiyet ve mağduriyetleri üzerine kurulu algı operasyonu, davaların hukuk kurallarını ve adalet duygusunu çiğneyerek sürdürülmesinin beklenen sonucudur.

 

Kötü araçlarla iyi amaca varılmıyor

 

1950’den bu yana bütün darbeleri yaşamış, kişisel olarak da acısını çekmiş biri olarak darbeciliğin, müdahaleciliğin, vesayetçiliğin yargılanacağı, sivilleşmeye doğru adım atılacağı umuduyla, söz konusu davaların açılmasını baştan beri destekledim. Desteğim sadece kişisel, duygusal nedenler yüzünden değildi. Siyaset dışı bırakılmış, ikinci sınıf yurttaş (paşalardan birinin tabiriyle sözde vatandaş) sayılmış, inançları, kültürleri, dilleri, özgürlükleri, hakları inkâr edilmiş geniş halk kitlelerinin “biz de varız” kıpırdanışlarını, kabaran haklı isyanlarını, toplumun sırtına 80 yıl önce geçirilmiş gömleğin artık dar geldiğini, dikişlerinin patladığını görüyordum. Türkiye’nin; demokrasiyi ve özgürlükleri sadece kendisi için değil herkes için isteyen ama’sız gerçek demokratlarının hayali: şeffaf, demokratik, hukuğa dayalı, çoğulcu, eşitlikçi bir yönetimdi. “Devlet, bağırsaklarını temizleyecek, demokrasinin önündeki engeller kalkacak” umudu belirmişti. Bir avuç muazzaf veya emekli yüksek rütbeli subayın; adalet tarihine geçecek bir hukuk ayıbı olan “367 oy” kararının mucidi anlı şanlı yüksek yargı mensuplarının ve emirlerindekilerin hepimizin kaderine, hem de silah gücüne dayanarak hakim olması kabul edilebilir değildi.

Bundan sonrası hepimizin gözleri önünde cereyan etti: Davalar, soruşturmalar, tutuklamalar hukuk ve adalet dışı bir seyir izledi, yargılama her vicdanlı insanı isyan ettirecek uygulamalarla sürdü, sapla saman birbirine öylesine karıştı ki, davaları benim gibi baştan desteklemiş olanlarda bile soru işaretleri belirdi ve kuşkular giderek derinleşti. İddianameler geldiğinde sapla samanın içinden çıkılmayacak kadar karıştırıldığını, doğru yanlış her şeyin bir çuvala dolduruluğunu gördük. O sıralarda yazdığım bir yazıda: “Bu davaların görüldüğü mahkemeler sanki kendi davalarını sabote ediyorlar,  hakkaniyet ve adalet duygusunu zedeleyerek gerçek suçluları kamu vicdanında aklıyorlar” mealinde bir cümle yazmıştım. Bu gün varılan sonuç aynen öyle oldu.

Ara başlıktaki cümleme dönersem: İyi, doğru, haklı, temiz bir amaca kötü, yanlış, haksız, pis araçla varamazsınız. Sahte delil üreterek, yalancı şahit kullanarak, hukuksuzluk yaparak adaleti sağlayamazsınız. Adalet dağıtmakla görevli olanlar, hukuk yerine kendi izledikleri amaç doğrultusunda, intikamcılığa başvururlarsa, adaleti araçsallaştırırlarsa varılacak nokta budur: Gerçek suçlular mağdur kahramanlara dönüşür/dönüştürülür. Kötü ve pis yöntem, yola çıkarken belirlenen amacın kendisini de zedeler ve kirletir.

 

Kullanışlı aptalları kim kullandı?

 

Bence Ergenekon ve Balyoz davaları, yeniden görülecek bile olsa, bu davalarda yargılanan ve derin devlete bağlı elebaşılar hariç büyük çoğunluğu masum ve mağdur olan sanıklar açısından aslında bitmiştir. Bundan sonra yargı süreci büyük ihtimalle sönümlenecek, kimseyi tatmin etmeyen, netlik kazanmayan sisli puslu bir hava içinde unutturulacaktır.

AKP amacına ulaşmış, önündeki engelden kurtulmuştur ama Türkiye darbeci-vesayetçi zihniyetle hesaplaşamadığı gibi, bu zihniyetin bir kısım taşıyıcıları kamu vicdanında mağdur konuma getirilerek iade-i itibar etmişlerdir. Davaları, -bencileyin- darbeciliğe karşı demokrasi ve sivilleşme adına desteklemiş olan demokratlarla postunu kurtarmak ve iktidarını pekiştirmek peşindeki AKP’nin ve Cemaat’in amaçlarının farklı olduğu iyice ortaya çıkmıştır. Şimdi, Cemaat-AKP savaşında AKP’nin yanında saf tutanlar, bütün kötülükleri Gülen Cemaati’ne yükleyip kandırıldık, kullanıldık diye dövünürken “bizi kim kullandı” sorusunu da sormak durumundadırlar.

“Kullanan” Cemaat değil o dönemde aralarından su sızmayan, domuz top olmuş AKP-Cemaat koalisyonudur. Şimdi Ergenekon-Balyoz davalarının savcıları hakimleri hakkında dava açılmasını teşvik eden, binlerce dava açılacağını söyleyerek cadı  avı “müjdeleyen” Tayyip Erdoğan ve kurmayları, kandırılmış değil kandıran taraftadır. Onlar kimimizin kuşkulandığı, kimimizin gerçekten saflıkla doğru saydığı her şeyin aslını en baştan biliyorlardı. Sahteciliğin de, hukuksuzluğun da, davaların amaçtan saptırıldığının da farkındaydılar, hatta teşvikçi ve destekçiydiler. Yok böyle değil de, AKP kadroları ve cin akıllı başkanları gerçekten aldatılıp kandırılmışsa, durum daha da vahim demektir. Böyle basiretsiz, istihbaratsız, sorumsuz, neler döndüğünün farkına varamayan, iktidar uğruna her türlü şeytanî ittifaka girmekten çekinmeyen bir siyasal kadroya ve onun başındaki kişiye memleket nasıl emanet edilebilir? Bugün kullanıldıklarını söyleyen ve suçu başkalarına atanların yarın yine birileri tarafından kullanılmayacaklarının teminatı nedir?

 

Beyaz sayfa açmaktan başka çare yok

 

Derin toplumsal-siyasal dönüşüm süreçlerinde siyasî-ideolojik davalar her zaman gündeme gelir. En adil, en doğru kararlarla sona erse bile, toplumun bir kesiminde haksızlığa uğramışlık duygusu, burukluk, hayal kırıklığı yaratır. Öte yandan; halka, demokrasiye, ülkeye, insanlığa karşı gerçekten suç işlemiş olanların, kendi kitleleri tarafından kahramanlaştırılmaları da sürecin parçası olur. Balyoz davasının, yeniden yargılanmak üzere tahliye edilen kimi sanıklarında gördüğümüz,  kendini bu hallere düşürenlerden intikam almaya yeminli “mağdur kahraman” havası, insanî açıdan bakıldığında anlaşılabilir bir durumdur ama toplumdak gerginliği artırmaktan, cepheleşmeyi körüklemekten başka işe yaramaz.

Hem (bu davalarda sayıları bir hayli fazla olan) masumların mağduriyetine, hem de darbeci-vesayetçi zihniyetten sahte kahramanlar yaratılmasına engel olmak için en doğru çözüm (faili meçhuller, cinayetler, vb. adî suçlar dışında) bir genel siyasî af gibi geliyor bana. Gerçek masum ve mağdurları, bu arada KCK davalarından yargılanan ve ne yazık ki yine ayrımcılık uygulanarak Balyoz sanıklarına sağlanan tahliye ve yeniden yargılanma gibi haklardan yararlandırılmayan Kürt siyasîlerini de rencide etmemek için, af değil, beyaz sayfa açmak diyebiliriz buna. Zaten af sözkonusu olduğunda, kimin kimden af dilemesi gerektiği de epeyce karışık bu ülkede.

AKP’nin maksadı, kendi günahlarını eski ortaklarına yükleyip cumhurbaşkanlığı seçimlerinde birkaç oy daha fazla almaktan ibaret değilse, Kürt siyasi hareketini de kapsayan bir siyasî af, daha doğru deyimle beyaz sayfa açmak, hem toplumu rahatlatacak hem de darbecilerden sahte kahramanlar yaratılmasının önüne geçecek bir çözüm olabilir.