Oya Baydar

19 Mart 2014

Çözüm sürecini Kürtlerin sırtına yükleyip kurtulduk!

“Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete” diye bir deyim vardır benim çocukluğumdan beri. Devletin ezelî “öteki”si Kürdün ezilip mağdur edilmesinin gündelik halini iyi anlatır. Asker ocağında nöbetin hep Kürt Memet’e yüklenmesi gibi, ağzımızdan düşürmediğimiz çözüm sürecini de Kürt siyasî hareketine ve Kürt halkına yükleyip kurtulmayı, hem de zeytinyağı gibi üste çıkmayı başardık.

“Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete” diye bir deyim vardır benim çocukluğumdan beri. Devletin ezelî “öteki”si Kürdün ezilip mağdur edilmesinin gündelik halini iyi anlatır. Asker ocağında nöbetin hep Kürt Memet’e yüklenmesi gibi, ağzımızdan düşürmediğimiz çözüm sürecini de Kürt siyasî hareketine ve Kürt halkına yükleyip kurtulmayı, hem de zeytinyağı gibi üste çıkmayı başardık.

“Biz” diyerek birinci çoğul şahıs zamiriyle konuşuyorum, çünkü bu ülkede çözüm süreci lafı bir yıldır ağızlarda sakız gibi çiğneniyor ama Türkiye’nin sayıları ne yazık ki az olan “ama”sız gerçek demokratları ve tabii ki Kürtler dışında, sürece gerçekten sahip çıkan, adım atan, gereğini yerine getirmek için mücadele veren siyasal güç ortalarda görünmüyor. Olsaydı, en azından demokrasinin gereği diyerek, ülkenin her yanında, mesela Fethiye’de HDP’ye yönelik saldırıların önüne geçilir, yasal bir parti olan HDP’nin levhasını saldırganlarla işbirliği halinde indirten kaymakam görevden alınır, partiler saldırıları kınar, o levhayı hep birlikte yerine koyar, önünde nöbet tutarlardı.

Çok şey mi istiyorum? Hayır; sadece birazcık demokrasi bilinci...

 

Cenazeler gelmiyor, analar ağlamıyorsa...

 

Tam bir yıl önce Newroz’da İmralı’dan gelen ses, meydanlara ve ekranlara kilitlenmiş milyonların barış umutlarını yeniden yeşerten, ülkenin ortak geleceğine güveni tazeleyen bir işaret fişeği olmuştu. Öcalan’ın ağzından seslenen Kürtlerin barış dilinin karşısında, iktidarın dili devlet soğukluğunda ve katılığındaydı ama yine de barış ve çözüm diyordu. Yıllardır, barış konusunda, kendince çalışıp çabalamış, en küçük ışıktan medet ummuş, umutlana umutlana ‘umut manyağı’ haline getirilmiş, her defasında hayal kırıklığına uğramış olan benim gibiler, ‘aman süreç zarar görmesin’ diye kuşkularımızı, kaygılarımızı içimize gömdük. O günlerde ‘kaygılı bir umut’ içinde olduğumu yazdığım için, bugün Erdoğan’ın yanında koşulsuz saf tutmuş dünün liberal demokratları tarafından, sürece zarar veriyorum diye, neredeyse barış düşmanı ilan edilecektim.

CHP ve MHP’nin kendi kadim asimilasyoncu milliyetçilik damarlarına yenik düşüp Kürt sorununun çözümüne destek değil engel olduklar bir ortamda, Erdoğan’ın İmralı ile MİT kanalıyla görüşmeyi ve bunu kamuoyuna açıklamayı göze alması hem önemli hem değerliydi. AKP Hükümeti’nin sürece karşı çıkanlara yönelik sağlam, haklı ve inandırıcı argümanı: ‘Cenazeler gelmiyor, analar ağlamıyor’du. Bizler de insanlar ölmüyor, gençler ölüme gönderilmiyor, ülke normalleşiyor diye seviniyor, umutlanıyorduk. Öte yandan, demokratikleşmenin barışçı çözüm sürecinin ilerlemesinden bağımsız olamayacağını da biliyorduk. (Nitekim olamadı.)

Aradan tam bir yıl geçti. Evet, çok şükür şehit cenazeleri gelmiyor, Gezi’den bu yana başka analar babalar ağlıyorsa da, eskisi gibi her gün çatışmalarda ölen evlatların acısı yaşanmıyor. Ama, vicdan körlüğü yaratan siyasal yandaşlıklarımızdan kurtulmaya çalışarak, “Cenazeler gelmiyor, analar ağlamıyorsa kimin yüzü suyu hörmetine yaşıyoruz bu iklimi?”, diye soracak olursak, sorunun tek vicdanlı ve namuslu cevabı; “yeni hayal kırıklıklarını, kırımları, siyasî kalleşlikleri, ve de tabanlarının yılların deneyiminden süzülen haklı kaygılarını göğüslemeyi göze alıp önderlerinin barış çağrısına uyarak silahlarını susturan Kürt silahlı ve siyasal hareketi”dir... Bugün çocuklarımız bu kirli savaşta ölmüyor öldürülmüyorsa, bunu barış süreci kalkanının ardına sığınıp, bozuk plak gibi “Cenazeler gelmiyor, analar ağlamıyor” diye tekrarlamak dışında Kürt sorununun çözüm yolunda tek bir ciddi adım atmayan Erdoğan AKP’sine ve onun devletine değil, Kürtlere borçluyuz.

 

Sürecin bir yılda geldiği nokta

 

Evet; bir yıl önce Erdoğan’ın Kürt sorununun çözümü yönünde attığı adım tarihî önemdeydi. Evet; cesur bir adımdı, desteği hak ediyordu. Sağ ve sol milliyetçiliğe, ayrımcı çatışmacı zihniyete, kandan ölümden siyasî rant uman karanlık odakların çelmelerine rağmen Türkiyeli barışçılar, demokratlar, özgürlükçüler bu adımı desteklediler. Peki, ya sonra? Boş umutlar ve laf kalabalığıyla ne kendimizi ne de başkalarını kandıralım! 2013 Newroz’undan bu yana, Kürt halkının ve Kürt siyasal hareketinin hakları ve talepleri açısından sürecin “s”sinden “ü”süne bile geçilemedi. Erdoğan’ın ve AKP kodamanlarının seçim meydanlarında ‘şunu yaptık, bunu yaptık’ diye sayıp döktükleri arasında, kandırmacalar ve ufak tefek makyaj dışında çözüme dönük tek bir köklü adım yok. Kürt hareketinin, çağdaş demokratik bir hukuk devletinde zaten çoktan yerine getirilmesi gerekli hak talepleri doğrultusunda hiçbir adım atılmadı. Kürtlerin sürece hizmet eden dikkatli barış diline karşılık ayrımcı, aşağılayıcı, hakaretâmiz bir dil kullanmaktan bile vazgeçilmedi. Vuslat hep başka bir bahara, başka bir seçime ertelenerek çözüm süreci Kürtlerin ve Türkiyeli barışçıların siyasî vicdanları üzerine konulan ipoteğe dönüştü, dahası Kürtlerin sabrı ve samimi barış özlemleri, AKP’nin Kürt hareketini çantada keklik sayma oportünizmine kurban edilmek istendi. Hele de 17 Aralık’tan bu yana, barış süreci AKP’nin yolsuzluklarının, vahim hukuk ihlallerinin, antidemokratik uygulamalarının kalkanı haline getirildi.

Şu günlerde piyasaya sürülen, ‘Paralel devlet barış sürecini engellemek için bize karşı darbe yapıyor, hedef barış sürecidir’ yutturmacası sadece AKP yandaşlarını değil, Kürt siyasetini de etkilemeyi ve suskunlaştırmayı amaçlayan kurnaz bir algı operasyonudur. Açık konuşmak gerekirse Cemaat’in düşmanca saldırı ve yargılarından çok çekmiş olan Kürtler üzerinde de bir ölçüde etkili olmuştur.

 

Çözümün teminatı Erdoğan’dır şantajı

 

Çözüm sürecinin arkasına güçlü siyasi irade koyan Erdoğan’ın niyet ve planlarından bağımsız olarak ele alırsak, atılan adımın önemini inkâr edemeyiz. Ne var ki, aradan geçen sürede hiçbir ilerleme kaydedilmeden, hiçbir yasal düzenleme, iyileştirme yapılmadan, güvence sağlanmadan ‘ne zaman ne ihsan etmek isterse o kadarını veririm’ zihniyetiyle yürünen bir yılın sonunda, derin bir devlet ve hükümet krizi yaşadığımız bugünün siyasal ortamında, çözüm sürecinin teminatının Erdoğan ve AKP olduğuna inanmamızı istemek sürecin bir şantaj aracı olarak kullanılmasından, Kürt hareketinin iradesine ipotek konmasından başka anlam taşımıyor. Tekrarlamaya gerek yok; KCK davalarından tutun da Kürt halkı üzerindeki baskılara¸ yıldırma eylemlerine kadar AKP ve Cemaat bütün olumsuzluklardan aynı oranda suçlu ve sorumludurlar. Hükümetin suç payı daha da fazladır, çünkü istediğinde ve kendine dokunduğunda bir gecede yasa çıkaran, ülkede olağanüstü hal estiren, Ergenekoncu çeteleri, katilleri serbest bıraktıran Erdoğan, meselâ KCK tutuklularının salıverilmesi için (bütün hukuki koşullar yerine getirildiği halde) parmağını bile kıpırdatmamakta, açık ayrımcı uygulamalara göz yummaktadır. İktidar alanlarını genişletme dalaşında birbirine düşen iki eski ortağın, Kürt sorununda AKP’nin daha pragmatik ve siyasal getiri peşinde olması dışında köklü zihniyet farkı yoktur. Öcalan’ın Newroz metninin beklendiği şu günlerde bu şantaja pabuç bırakmamak, Erdoğan’ın Kürt kartını oynamasına imkân tanımamak gerekiyor.

Çözümün teminatı AKP değil Kürt siyasi hareketinin kendisidir. Çözümün teminatı ülkenin, hayatın, siyasetin gerçeklerindedir. Kimse savaş istemiyor. Savaşın getirisi olmadığı her gün biraz daha iyi anlaşılıyor. Varılan noktada barışa,  Kürt halkının anayasal eşitliğine, yerelliğe ve özerkliğe “mecburuz”. Sağlı sollu Kürt düşmanı milliyetçilerin direncine, provokasyonlarına, iktidar-devlet kaynaklı kışkırtmalara rağmen, gelgitli de olsa, güç de olsa önümüzdeki dönemde süreç ilerleyecek. Çünkü, çözümsüzlükler girdabında çırpınan bu ülkenin parçalanmasına, kana bulanmasına, batmasına izin verme lüksü kimsede yok.

Kürt hareketi ve Türkiye demokratları AKP’nin barış sürecine ipotek koymasına imkân tanımamalı. CHP ve MHP’li milliyetçilerin dirençlerinin, sorunun çözümündeki basiretsizliklerinin, Kürt halkı üzerinde egemenlik kurma emellerinin bu partilere ve ülkeye zarar verdiği gerçeğinin görülmesi sağlanmalı. “Bölücü Türkler” olmanın vebali yüklenilmemeli.

Kürtler sabır sınamasına, barışçılık sınavına tâbi tutuluyorlar. Bu sabrı taşırmamalı.

Halkların Newroz’u kutlu ve umutlu olsun!