İlk imzaladığım bildirinin üzerinden en az kırk beş yıl geçmiş olmalı. Yüreğim ağzımda, gözüm poliste, yaptığım işin bilinci ve gururuyla ilk dağıttığım bildiri daha da eski yıllara gider. Yirmili yaşlarda, başında kavak ve devrim yelleri eserken, insan bir gün gelip de “Biz, bu ülkenin yaşlıları” diye başlayan bir bildiri imzalayacağını, o bildirinin her harfinin, her sözcüğünün bir kuşağın umutlarının, sevinçlerinin, acılarının, anılarının, zafer ve yenilgilerinin izdüşümü olacağını aklına bile getirmez.
İki gün önce yaşlıların, ülkemizde sürüp giden savaşa karşı çığlık niteliğindeki seslenişleri yankılandı. Bazı gazeteler, bazı televizyonlar yer verdiler görüp geçirmişliğin dinginliğini taşıyan bu çığlığa. Yaş ortalamasını altmışbeşliklerin düşürdüğü, benim de aralarında orta bir yerde bulunduğum yaşlılar (Dikkat isteriz! İhtiyarlar değil yaşlılar) şöyle diyorlardı basın toplantısında okunan bildiride:
“Biz, bu toprağın yaşlı insanları, günler gördük, acılar yaşadık. (.....) Kentlerde kırlarda ölümün kol gezdiği yıllar yaşadık. Kardeşi kardeşe kırdırdılar; katliamlar düzenlendi; binlerce ölü verdik, analar ağlar oldu. Üzerimizden darbeler geçti. Gözaltına alındık, sorgulandık, işkenceden geçtik; cezaevlerinde, sürgünlerde yıllar geçirdik. Ama yüreğimizi karartmadık. Bu ülkeye, bu güzelim dünyamıza barışın, demokrasinin, adaletin, eşitliğin egemen olacağı günlere inancımızı yitirmedik. Çünkü hayatımızı, emeğimizi bu amaca adamıştık.
(.....) Ama ne yazık ki bu ahir ömrümüzde, bugün yüreklerimiz kendi evlatlarımızın acısıyla yanıyor.
(.....) Biz, Türkiye’nin yaşlı insanları, biz yakın tarihin tanıkları ömrümüz sona ermeden konuşmaya karar verdik. Barış sürecinin başlatılması için bir kez daha elimizi taşın altına koyuyoruz. Bu çıkmaz yoldan dönülmesi, silahların susması, Kürt sorununun diyalog yoluyla, müzakerelerle çözülmesi için yola çıkıyoruz. Oluşumunu başlattığımız Barış İçin Yaşlılar Heyeti olarak bu amaçla Cumhurbaşkanı’na, Hükümet’e, iktidarda olsun muhalefette olsun tüm siyasal partilere, Meclis’e sesleniyoruz: Kürt sorununun çözümünden sizler sorumlusunuz. Son günlerde yaşanan talihsiz olayları bahane ederek diyalog yolunu kapatmayın. Savaştan rant devşiren barış düşmanlarına prim vermeyin. Barışın ipeği kozasında örülür.
Kürt siyasal partilerine ve oluşumlarına, sivil kuruluşlarına, kanaat önderlerine sesleniyoruz: Barış için gösterdiğiniz çabaları, aldığınız inisiyatifi kimsenin karartmasına izin vermeyin.
(.....) Uğruna ömrümüzü harcadığımız, gelişmesine canla başla hizmet ettiğimiz; herbirimizin kendi alanında katkılar yaptığı bu güzelim ülkemizde barışın kalıcı olarak inşa edildiğini görmeden ölmek istemiyoruz.”
İşte bunları söylediler Türkiye’nin Türk, Kürt, Ermeni yaşlıları. Yüreğimizde duyarak, bir de “ barışı görmeden ölmek istemiyoruz” cümlesinin hüznüne umut katarak, barışın inşasında biz de varız, dediler.
Çözümle Yıkım Arasında Bir Eşikte...
Ülkenin, çözülmedikçe diğer sorunların beklemede duracağı birincil sorunu olan Kürt sorununda, şu günlerde çözüm veya yıkım tercihleri arasında olduğumuzun bilmem ne kadar farkındayız. Hükümet, ordusuyla yargısıyla diğer iktidar odakları, en başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere diğer partiler, tek tek milletvekilleri bunun ne kadar farkındalar? Kürt siyaset güçleri ve odakları; BDP, PKK, Öcalan, Kandil, Kürt belediye başkanları, sivil toplum kuruluşları, Kürt kanaat önderleri, demokratları ne kadar farkındalar?
Hepsine seslenen yaşlılardan biri olarak, bütün iktidar hesaplarını ve dar siyaset kalıplarını aşarak çözümle yıkım arasındaki o bıçak sırtı eşikte olduğumuzun farkında olduklarını umut etmek istiyorum. Melun ve menhus kanlı savaş lobilerinin provokasyonlarına karşı her iki tarafın birlikte dikileceklerini umut etmek istiyorum. Bu konuda, son İmralı avukat görüşmelerinde Abdullah Öcalan’ın ağzından aktarılan, “Bu olayı PKK’nin içinden de devletin içinden de birileri gerçekleştirmiş olabilir” ifadesine çok önem veriyorum. “Hedef benimle yapılan görüşmeler de olabilir. Çok anlamlı sonuçları olabilecek görüşmelerdi, tam bu sırada Hakkâri’deki patlama düşündürücü” diye devam ediyor Öcalan. Bu sözler, Hakkâri’deki korkunç olayı kimin yaptığının öneminin kalmadığını, barış sürecini provoke etmek için “birileri”nin iş başında olduğunu bütün açıklığıyla gösteriyor.
Referandum sonuçlarını iyi okursak, halk yüzde 58 evet oyu ve yüzde 6-7 civarında boykot oranıyla, toplam yüzde 65’e varan bir çoğunlukla Kürt sorununun barışçı çözümünden ve ürkek değil gerçek bir Kürt açılımından yana olduğunu ortaya koydu. MHP’nin bölünme fobisi ve savaşçı kanlı çözüm üzerine kurduğu saldırgan kampanya bumerang gibi kendisine döndü. CHP’li ve diğer muhalif seçmenlerin önemli bölümü de, referandumda AKP’ye karşı hayır oyu kullanırken bunu Kürt sorununun barışçı çözümüne karşı bir oy olarak algılamadı. Kürt sorununun barışçı çözümü talebini dile getiren bir çok bildiride, hayır oyu vermiş ya da oylamayı boykot etmiş arkadaşlarımızla imzalarımız yanyana çıkıyor. Demem o ki çözümün arkasında önemli bir kitle desteği var, bunu görmemek tarihi bir fırsatı kaçırmak olur.
Bu destek iktidara, muhalefete, Kürt siyasi hareketine ve yurttaş olarak hepimize görev ve sorumluluk yüklüyor: İktidar artık elini korkak alıştırmamalı. AKP Hükümetinin, Kürt açılımını başlatmasının hemen ardından, Kürt sözcüğünden bile korkup yapılacak reformları “demokratik açılım” hatta “milli birlik projesi” olarak adlandırması; Habur kapısında ilk adımı atar atmaz kendi içinden başlayarak MHP ve CHP’den gelen “Aç, aç, aç” pespayeliklerine ve bölücülük demagojisine hemen teslim olması unutulmadı. Bu defa inandırıcı ve cesur olmak zorunda. Sadece kendi partisel ve siyasal çıkarları için değil; ülkede barışın tesisi, Kürtlerin gasp edilmiş hakları, sözde değil özde adalet için çalıştığına Türk ve Kürt halkını ikna etmek zorunda. Yapabilir mi? Cevabı güç bir soru. AKP’nin ideolojik- kültürel- sınıfsal özü ne kadarına olanak tanıyacak? Bölgenin ve ülkenin zorlayıcı koşulları, kitlelerden olduğu kadar Türk ve Kürt burjuvazisinden yükselen ve giderek yoğunlaşan barış ve demokrasi talepleri ne kadar etkili olabilecek? Bence AKP bir yıl sonraki seçimlere Kürt sorununa barışçı çözüm getiren, en azından bu yolda önemli adımlar atmış bir siyasal güç olarak girebilirse, kaybedeceğinden çok fazlasını kazanacağını hesaplamalı; dışındaki kadar kendi içindeki muhalefeti de buna ikna edebilmeli.
Muhalefet ise sadece AKP’yi dövmeye, mat etmeye değil çözümün parçası olmaya odaklanmalı. “Açılım”ın söz konusu olduğu günlerde, “konuya girmeyiz bile, bunu konuşmayız” tavrı yerine, “gel beraber açalım” tavrı geçerli olabilseydi, bugün farklı noktada olurduk belki de. Birkaç bin oy fazla alabilmek veya AKP’yi altetmek için miting meydanlarında bağırılan boş söz ve vaadler yerine iktidarın sunduğundan fazlasını, kaba milliyetçilikten arınmış gerçekçi bir programla ortaya koyan bir yaklaşım muhalefete de iktidar yolunu açabilecek bir siyaset olabilirdi. İktidarı olduğundan daha tutucu ve milliyetçi noktalara çeken, çözüme yönelik adımları gerileten bu tarz-ı siyaset, ülkede kanın durmasına, sorunun çözümüne katkıda bulunmadı. Konunun, “Bunlar yapmasın, biz iktidara gelince yapacağız” kaçaklığına da tahammülü olmadığının artık özellikle CHP tarafından anlaşılması gerekiyor.
Ve nihayet Kürt siyasal hareketi artık silahın, kanın, ölümün getirisi olmadığını; toplumda gerginliği ve dirençleri artıran, güveni aşındıran, haklı da olsa hınç ve hırsla haklılığı anlatılamayan maksimalist taleplerin, “Haydi bastır, gün bu gündür!” siyasetinin, silahlı veya silahsız şiddet yöntemlerinin artık çıkmaz sokak olduğunu anlamalı. Hep sözü edilen barış ve uzlaşma dilinin içselleştirilmesi için bugün her zamankinden fazla olanağa sahibiz, yine de çözüm veya yıkım eşiğinde çok hassas bir dengedeyiz. Ve yıkım sadece Türk siyaset sınıfları ve iktidarının değil, sadece Türklerin değil bütün ülkenin ve Kürtlerin de yıkımı olur.
“Barışın ipeği kozasında örülür” dedik biz Yaşlılar. Silah ve kem söz kozayı deler, tıpkı kozaya dışardan vurulan darbeler, batırılan iğneler gibi. Biz bu yaşta elimizi taşın altına koymaya hazırız, dedik. Barışın kalıcılaştığını görmeden ölmek istemiyoruz, dedik. Sizler, ellerinde güç ve siyasi irade olan Türkler ve Kürtler; görmeden ölmemize izin vermeyin. Çabalarınızda, yapıcı adımlarınızda arkanızdayız. Artık, bu bıçak sırtı eşikte oyalanmaya, türlü siyasi hesaplarla duraksamaya ve bizleri öbür tarafa gözlerimiz açık göndermeye hakkınız yok.