Oya Baydar

11 Mayıs 2016

Bekleyin! Daha dibe vurmadık…

En güçlü göründüğü anda en güçsüz olan AKP'yi geriletmek için böyle bir birlik şart!

Herkesin bildiği, kimilerinin bilip de görmezden geldiği, düşünmemeyi yeğlediği manzaranın özeti şöyle:

Ülkenin güneydoğusunda, düşük yoğunluklu falan değil, bal gibi sıcak savaş yaşanıyor. Bölücü terör örgütü ile mücadele adı altında Kürt halkına bir kez daha cehennem yaşatılıyor. Bölge kan revan içinde, yakılıp yıkılıyor. Besle kargayı oysun gözünü misali, IŞİD Kilis’te ilan edilmemiş bir savaş sürdürüyor. Halk Kürdüyle, Türküyle memleketini, yerini, ocağını terk edip per perişan kendi ülkesinde mülteci oluyor. İnsanlar, onar onar, yüzer yüzer ölüyor. Şehit haberleri sıradanlaştı, manşetlerden düştü, televizyonlarda ilk haber bile değil. Kürtlerin şehitlerinin ise adları yok, TSK bültenlerinde “adet”le sayılıyorlar. Son altı ayın bilançosu: asker, polis, özel harekatçı, çoluk çocuk sivil, silahlı Kürt eylemci, en az 6 bin can kaybı, bunun birkaç katı yaralı, yıkılan hayatlar, yetim çocuklar, acılı aileler...

Türkiye sadece Batı’da değil Doğu’da, Ortadoğu’da da kuşkuyla yaklaşılan, güvenilmeyen, ne yapacağı belli olmayan bir ülke durumunda. Baştakiler kof bir hamaset söylemiyle halkı idare ettiklerini sanırken, Türkiye her geçen gün biraz daha yalnızlaşıp kendi içine, karanlıklara çekiliyor.

Ülke hızla Batı dünyasından, AB’den kopup rotayı Ortadoğu Arap dünyasına kırarken (oralardan da pek yüz bulamazken) eğitim, bilim, kültür, sanat, yaşam kalitesi, mutluluk endeksi kategorlerinde uygar ülkeler liginde ikinci kümeden üçüncü kümeye doğru yuvarlanıyor. Bunun anlamı ise, en az iki kuşağın geleceğinin çalınmış olması.

Diktatörlük bile değil, Osmanlı sultanlarına özenen (ki onları bile bağlayan bir devlet geleneği, kurallar ve teamüller vardı) keyfî bir mutlakiyetçilik ülkeyi kurtaracak rejim olarak sunuluyor. Kör topal demokrasinin son kırıntıları da süpürülmeye çalışılıyor. Anayasal parlamenter sistem rafa kaldırılmış durumda, siyasal yaşam kâbiliyetsiz aktörlerin oynadığı kötü bir tiyatrodan ibaret.

Hepsinden daha vahimi, derin bir değer bunalımı, vicdan kararması, ahlâk aşınması, vahşet, habaset (kötücüllük) en tepeden başlayarak kitlelerin ruhunu sarıyor. Herkes islim üzerinde, birbirinin boğazına yapışacak halde. Meclis’ten sokağa, gazete köşelerinden siyasete kadar her yerde insanlar birbirlerine kin ve nefret kusuyorlar. Hasmı yok etmek için yalan, dolan, saldırı, cinayet her şey mubah ve suç muktedirlerin koruması altında.
 

Daha dibe vurmadık
 

Bu tabloya bakınca “Dibe vurduk!” yargısı, toplumun geniş kesimlerinde hızla yayılıyor. Ülkenin son 50-60 yılının tanığı olan; askerî darbeleri, sıkıyönetimleri, olağanüstü hal dönemlerini yaşamış bencileyin kişiler, ‘böylesini hiç görmemiştik’ noktasında buluşuyorlar. En önemlisi; umutları tüketen alternatifsizlik, ufukta ışık görünmemesi; bu vahim gidişatın aktörlerini siyaset sahnesinden silmeyi başaracak, toplumun ve ülkenin biraz olsun iyileşmesini, normalleşmesini sağlayacak siyasal güç eksikliği. Dibe vurduk, diye feryad ediyoruz çaresizce. Beteri olmaz artık, diyerek dibe vurmuş olmaktan medet umuyor kimilerimiz.

Söylemeye dilim varmıyor ama beteri olur ve olacak. Dip, sandığımızdan daha derinlerde. Önümüzdeki günlerde Kürt halkına yönelen şiddet ve zulüm artacak, daha fazla kan dökülecek. Kürt silahlı hareketinin vahim hataları, gerçekçi değerlendirmelerden uzaklığı (mesela terör eylemleriyle Erdoğan’ı yıpratacağını, düşüreceğini sanması ki her terör eyleminde, her şehitte Erdoğan güç kazanıyor), savaşı askerî alandan sivil alanlara kaydırması, devlet terörüne terör eylemleriyle karşılık vererek Erdoğan iktidarının savaşçı zulmünü kitlelerin gözünde meşrulaştırması, HDP’de somutlanan sivil siyasete çelme takması, ülkenin dibe sürüklenmesine ivme kazandırıyor, kazandıracak. Ölüm, yıkım, savaş, kan bölge sınırlarını aşacak. Bilinçli bir provokasyon olan, Kürt hareketini siyasî zeminden uzaklaştırmayı amaçlayan dokunulmazlıkların kaldırılmasının sonuçları, sadece HDP yi değil bütünüyle siyaseti vuracak.

Beslediği karga (IŞİD) Kilis’te göz oymaya başlayınca, Erdoğan saplantı haline getirdiği Suriye’ye yürüme çılgınlığının bahanesine kavuştu. Reis’in bugünlerde çok ihtiyacı olan kahraman başkomutan görünümü için şu veya bu şekilde sınırötesi operasyonlara girişilecek. Bu adımların uluslararası planda vahim sonuçları olacak.

Şu anda gözlerden saklanan ekonomik riskler; savaşın yol açtığı muazzam harcamaların, turizm gelirlerindeki yüzde 60’lara varan düşüşün, pazar kayıplarının, verimsiz çılgın projelerin maliyetinin etkisiyle, ekonomi dünyası için çok önemli olan istikrar ve güvenin aşınmasıyla, bugünden hesaplanamayacak boyutlarda artacak.

Bu iktidar döneminde bilerek, isteyerek derinleştirilen toplumsal fay hatları, açık çatışmalara dönüşebilecek. Siyasî çoğulculuk yok edilirken yurttaşlar arasındaki cepheleşme derinleşecek, zaten pamuk ipliğine bağlı toplumsal barışın ruhuna fatiha okunacak.

En önemlisi ve giderilmesi en güç olanı: toplumu saran vicdansızlık, ötekine kin ve nefret, insanî değer yitimi, kültürel ve ahlakî aşınma derinleşecek.

Yani henüz dibe vurmadık, dip çok daha derinde ve oraya varmadan yolda boğulma tehlikesi var.
 

Kof umuda kapılmayalım
 

Belki benim kötümserliğim ama kısa vadede toparlanma umudu olduğunu düşünmüyorum. Sahip olduğu yüzde 50’lik oy potansiyeline rağmen Erdoğan kıstırılmışlığının farkında. Dış dünyada olduğu kadar siyasî planda içerde de giderek yalnızlaşıyor, daha doğrusu kendini yalnızlaştırıyor. Erdoğan; iktidar ortağı Cemaat’ten başlayarak AKP’nin Gül gibi, Arınç gibi kurucu babalarına, oradan Davutoğlu türünden sadık kullarına kadar herkesi ezip geçiyor. Tayyip Bey’in kişilik özellikleri ve çevresini kuşatanların siyasî cehalet ve basiretsizlikleri hesaba katılırsa, bu kadronun kendini ve geleceğini emniyete almak için yapmayacağı, başvurmayacağı antidemokratik yöntem, baskı, hukuksuzluk yok.

Kimileri, çaresizlik içinde AKP’deki çalkantılardan, bu partinin bölünmesinden medet umuyor. Türkiye’yi adım adım bugünlere getiren politikalardan Tayyip Erdoğan’la birlikte başta Davutoğlu’nun, Arınç ve benzerlerinin sorumlu olduğu unutuluyor. Kof umutlara kapılmayalım; ülkenin bu çıkmazdan kurtulmasının yolu bizi bugünlere getirenlerden geçmiyor. Ehveni şer bazen  şerlerin en kötüsüdür, unutmayalım.

Daha kötü günler göreceğiz; baştan sona yanlış Kürt siyasetinin ve Suriye stratejisinin zehirli meyvesi olan Kürt savaşı yayılacak, derinleşecek. Ülke siyasetinin dışına itilen Kürt siyaseti ve Kürt halkı arasında, bari ayrılalım da kurtulalım düşüncesi yaygınlaşacak. Bu yolda atılacak adımlar ülkeyi kana ve acıya bularken barışı ve demokrasiyi savunanlar için ülke zindana dönüşecek.

Yine de geleceğimizi ve ülkemizi büsbütün yitirmemek için dibe çekilmeye direnip suyüzüne doğru yüzmeye çabalamak gerekiyor. Dağınık olmakla birlikte; barıştan, çözümden, adaletten, demokrasiden, eşit yurttaşların ortak vatanda birlikte özgür yaşamasından yana olanlar ilk bakışta sanılandan çok daha güçlü ve kalabalık. Çeşitli siyasal-ideolojik kanatlara dağılmış; zaman zaman birbirleriyle ayrıntılarda ters düşen ya da eski hesapların kavgasını sürdüren; Erdoğan iktidarına karşı barış ve demokrasi cephesini kurmak yerine kısır tartışmalara dalıp ağız dalaşı yapmayı devrimcilik sanan, birbirini ötekileştirmekten ve sürekli ayrışmaktan kurtulamayan, kısa ve orta vadeli ortak hedeflere en geniş uzlaşma ve birlikteliklerle varılabileceği gerçeğini göremeyen kesimlerin biraraya gelmelerinden başka çözüm görünmüyor.

En güçlü göründüğü anda en güçsüz olan AKP iktidarını geriletmek ve düşürmek için böyle bir birlik şart. Ama, kısa vadede başarabileceğimizi düşünmüyorum. Bu yüzden de, daha dibe vurmadık, daha çekeceklerimiz var, diyorum.