Önceleri utangaç kekelemeler, belirsiz ifadeler, katıldıkları televizyon programlarında ağızdan kaçan sözlerdi. Suriye politikasında fena halde çuvalladıklarının farkına varmışlardı ama bu politikanın baş sorumluları yanlışlarını cesaretle kabul edecek ve düzeltecek tipler değillerdi. İşler iyice sarpa sarınca Putin’in önünde diz çöküp af dilemek zorunda kaldılar. (İyi de ettiler, çünkü yanlışın neresinden dönülse kârdır.) Önce sessizce U dönüş yoluna girildi; Başbakan Davutoğlu’nun azlinden sonra yanlışın/suçun sorumluluğu, açık açık olmasa da söylentiler, değinmeler, hatırlatmalarla ona yüklenmeye çalışıldı. Oysa Davutoğlu bu politikanın teorisyeni ve mimarı ise, müteahhidi, uygulayıcısı, yüksek perdeden savunucusu Erdoğan’dı.
15 Temmuz altüstlüğünden sonra kuyruklar iyice sıkıştı, diller çözüldü, ikrar başladı. Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un “Başımıza gelen birçok şey Suriye politikası sonucudur” açıklaması, ardından Başbakan’ın “Esad’la da konuşulur” sözleri, bu arada MİT’çi Fidan’ın kendisi veya yardımcısının, Avrasyacı-ulusalcı zevatın, bazı paşaların, vb. Şam ziyaretleri, daha bilmediğimiz benzer adımlar Suriye politikasında 180. derecelik değişikliğin işaret fişekleri oldu.
Suriye politikası şerlerin ebesidir
Numan Kurtulmuş haklıydı. Son dönemlerde ülkenin başına gelen, daha doğrusu Erdoğan iktidarının başımıza getirdiği belaların büyük bölümü, yanlışı çok aşan, suç sınırına dayanan Suriye politikasının ürünüdür.
Birincisi: IŞİD belasının bu boyutlara varması, sadece bölgeyi, sadece Türkiye’yi değil dünyayı tehdit eder hale gelmesi, sözde Suriye muhalefeti yaftası altında her türden cihatçı çetenin Esad rejimine ve Kürtlere karşı desteklenmesinin, korunup kollanmasının sonucudur.
İkincisi: Sosyolojik bir afet ve bir insanlık dramı halini alan Suriyeli mülteciler sorunu, doğrudan Suriye savaşından kaynaklanmıştır. Milyonlarca kişi savaştan, özellikle de cihatçı - IŞİD’ci terörden kaçmak için yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalmıştır. Suriye’deki içsavaşın baş sorumlusu Esad’dır ama Türkiye’nin (daha doğrusu Erdoğan-Davutoğlu’nun) Suriye politikası, savaşın tırmanmasında çok önemli role sahiptir.
Üçüncüsü: Kürt sorunu, yanlışlığı en yetkili ağızlardan itiraf edilen Suriye politikası yüzünden büsbütün içinden çıkılmaz hale gelmiş, Güneydoğu harabeye dönerken barışçı çözüm umutları yitirilmiştir. Geçtiğimiz yılın Temmuz ayından bu yana, Doğu’daki - Güneydoğu’daki korkunç yıkım, savaş, terör ve çöküş bu yanlış politikanın kaçınılmaz sonucudur.
Bugünlerde, “Rabbim de, halkım da affetsin” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışanlara, sebep olunan maddî-manevî zarar tazmin edilmedikçe, düzeltilmedikçe özrün boş bir söz olarak kalacağını hatırlatmakta yarar var. Yanlış yaptık deniyorsa, hangi noktada, neden yanlış yapıldığını halka açıklamak ve daha önemlisi, o yanlışı bir daha tekrarlamamak gerekir. Gel gör ki, bu ülkeyi yönetenler (daha doğrusu artık yönetemez olan ve felakete sürükleyenler) yanlışları sürdürmekte kararlılar.
Osmanlıcılığın ve Kürt fobisinin getirdiği nokta
Bu noktaya, Osmanlı İmparatorluğu özlemi ve Ortadoğu’da oyun kuruculuğu hayalleriyle gelindi. Bölgeyi bilmeye, tarih profesörü ya da strateji uzmanı olmaya hiç gerek yok, AKP kurmayları ve yalakaları hariç, biraz sağduyu sahibi herkes; sağıyla soluyla, ulusalcısı milliyetçisiyle, Türküyle Kürdüyle herkes, her siyasal çevre bu hayale ve Esad’ı devirme saplantısına karşı çıktı. Ama Suriye politikasının mimarları ve uygulayıcıları tınmadılar; bu politikayı eleştirenler, mülteci akınının sonuçlarına, cihatçı yapıların zararlarına, IŞİD belasına dikkat çekenler hainlikle, bölücülükle, üst aklın ajanlığıyla suçlandılar.
Baştan yanlış Suriye politikasını çıkmaza sürükleyen ikinci, hatta bir bakıma birinci neden Kürt düşmanlığı, Kürt hareketi fobisi oldu. Bu konuda Erdoğangiller yalnız değillerdi. Şu sıralarda kurulmuş olan dıştan Avrasyacı-ulusalcı destekli AKP-CHP-MHP Millî Cephe koalisyonunun desteğine sahiptiler ve hâlâ da sahipler. İslamî cihatçıların beslenip büyütülmesine, Esad’ın mutlaka iktidardan uzaklaştırılması inadına itiraz etseler de, Suriye Kürtlerinin Rojava’da kendi topraklarına ve haklarına sahip çıkma mücadelesine karşı olmakta hepsi birleşiyorlar.
Hikâye uzun ama özetlemek için: Çıkılan yolda IŞİD’le ve hepsi aynı soyun şeyi cihatçı gruplarla doğrudan ya da dolaylı işbirliği, güçbirliği yerine; Türkiye’den kendilerine el uzatmasını isteyen (Salih Müslim’in konuşmalarını, Türkiye ziyaretlerini hatırlayalım) Rojava Kürtleriyle birlikte hareket edilebilseydi Kürt sorunu barışçı yoldan ve Türkiye’nin güçlenmesiyle çözülebilir, PKK farklı bir noktaya gelebilir, en başta da Güneydoğu’da yaşanan giderilmesi imkânsız büyük yıkım ve kopuş gerçekleşmeyebilirdi. Son bir yıldır yaşanan korkunç olaylar, muktedirlerin Kürt fobisinden kaynaklandı ve Türkiye’nin Suriyelileşmesi tehlikesini birlikte getirdi.
PYD terör örgütü mü?
Yanlış siyasetimizi düzeltiyoruz derken yine aynı yanlışta ayak direyenlerin tekerlemeye dönüşmüş denklemi son günlerde şöyle: FETÖ-PKK-PYD (Biraz utangaçca da olsa mecburiyetten denkleme dahil edilen) DAEŞ yani IŞİD terörü…
FETÖ’yü anladık, TAK, vb. eylemleriyle kendisini aynı kategoriye sokmak için elinden geleni yapan PKK’yi anladık, IŞİD’i (onlar yarım ağızla söyleseler de biz) anladık. Peki Suriye Kürtlerinin topraklarını cihatçılara karşı savunmaya çalışan PYD/YPG neden terör örgütü? PYD’nin ne Türkiye içinde ne bölgede hiçbir terörist eylemini bilmiyoruz. Ne canlı bombası, ne intihar eylemcisi var. Bölgeyi İslamî cihatçılardan kurtarmak için ölesiye savaşıyorlar, Rojava’da eşitlikçi bir düzen kurmaya çabalıyorlar ve dünya âlem biliyor ki IŞİD ve benzerlerine karşı bölgedeki en önemli güç onlar. Hem ABD’nin hem de Rusya’nın Rojava Kürtlerinden vazgeçmemesinin nedeni de bu zaten.
Şimdi Türkiye yeni ittifaklarla Suriye belasından paçasını kurtarmaya çalışırken, Esad’la bile görüşme anlaşma yakındayken tek düşman yine PYD, yani Kürtler. IŞİD’e, El Nüsra ve türevlerine karşı çizilmeyen kırmızı çizgiler PYD söz konusu oldu mu hemen devreye giriyor. Ne var ki, şaşkın ördeğin kıçtan dalması misali, yine büyük yanlış yapılıyor. Kim müttefik, kiminle kime karşı mücadele edilecek, kiminle uzlaşılacak ve hangi amaçla? Bu soruların cevabını verebilecek bir iktidar aklı yok ortada. Bu durumda “Kürt kartı” el değiştirse bile Türkiye’nin eline geçmeyecek, kırmızı çizgiler ya yine aşılacak ya da ülkede ve bölgede daha fazla kan, daha fazla ölüm ve yıkım yaşanacak.
Suriye politikasının yanlış olduğunu nihayet anladılar. İyi oldu. Ama bizden söylemesi; yine yanlış…