Oya Baydar

02 Kasım 2019

1915’le yüzleşebilseydik bugün bu hâle gelmezdik

1915’le hesaplaşabilseydik 1937-38 Dersim tertelesi olmazdı. Dersim’le yüzleşip hesaplaşabilseydik 6-7 Eylül 1955 suçu işlenmez, Türk’ün Kürt sorunu bugünkü çözümsüzlük noktasına varmazdı

Sadece ülkeler, halklar değil kişiler de yaşamlarındaki / tarihlerindeki dramatik olaylarla yüzleşip hesaplaşmazlarsa huzur bulamaz, barışa, sükûna, ruh sağlığına kavuşamazlar. Deşilip dezenfekte edilmeyen bir yara nasıl cerahatlenir, işler ve sonunda uzvun kangren olmasına yol açarsa toplumsal yaralar da öyledir. Yen içinde kaldığını sandığınız travma hiç umulmadık bir zamanda, umulmadık bir yerden patlar.

ABD Temsilciler Meclisi’nde alınan “Ermeni soykırımını tanıma” kararı, daha önce başka ülkelerin aldıkları benzer kararlar gibi Türk devletini hop oturup hop kaldırdı. Aslında gecikmiş bir karar olduğunu, çeşitli siyasal denge hesaplarıyla birçok defa ertelendiğini herkes biliyordu.

1915 ve izleyen yıllardaki Ermeni tehciri; -ister Ermenilerin kendilerinin adlandırmasıyla “büyük felaket”, ister “soykırım” deyin-, yüzbinlerce Osmanlı tebaası Ermeni’nin katledilmesi, çeşitli bölgelerin Ermeni nüfustan “arındırılması” ile sonuçlanan bir devlet politikasıydı. Dağılmış İmparatorluk toprakları üzerinde Sünnî-Türk unsurların ulus-devletini kurmaya çalışan İttihat ve Terakki’nin tehcir kararı belki de bilinçli bir soykırım değildi, ama işin sonu binlerce yıldır Anadolu toprakları üzerinde yaşamış bir halkın büyük acılarına, can kayıplarına ve yüzyıldan fazla süredir dinmeyen, sönümlenmeyen bir travmaya dönüştü.

Cumhuriyet’i kuranlar, içinden çıktıkları İttihat Terakki’yi reddederken sünnî-Türk unsurlar üzerine kurulacak ulus-devletin ideolojisini ve bu anlayışın bugüne kadar süren kırmızı çizgilerini devraldılar. Türk Devleti’nin temeli sayılan bu kırmızı çizgileri korumak için başvurulan her türlü zorba, baskıcı, asimilasyonist, hukuksuz, adaletsiz uygulama devletin bekası, milletin bölünmez bütünlüğü (Siz, laik ya da muhafazakâr Sünnî Türk’ün egemenliği olarak anlayın) uğruna haklı ve mubah sayıldı. Bugün bir komşu ülkenin topraklarında sınır ötesinde sürdürülen harekât ve o topraklara yerleşme çabası (Ben işgal demiyorum, siz sözlüklere bakın) aynı zihniyet ve ideolojinin yüz yıl sonraki tezahüründen ibarettir.

Yazının başlığına dönecek olursam: Kedi şeyini örter gibi örtmeye çalışmak yerine 1915’le hesaplaşabilseydik 1937-38 Dersim tertelesi olmazdı. Dersim’le yüzleşip hesaplaşabilseydik 6-7 Eylül 1955 suçu işlenmezdi, bilmem kaçıncı Kürt isyanı çıkmaz, Türk’ün Kürt sorunu bugünkü çözümsüzlük noktasına varmaz, savaşçı işgalci bir ülke görünümü doğmazdı.

Neden mi? Çünkü devletin temelindeki zihniyet değişmiş olurdu. O zihniyetin mikrobunun kanımızı zehirlemesine, ülkeyi ve halkı bu hallere getirmesine, yaranın yen içinde cerahatlenmesine izin vermemiş, zamanında sağıltmış olurduk.

Taner Akçam’ın ABD Temsilciler Meclisi’nin kararı üzerine yazdığı, görüşlerine sonuna kadar katıldığım yazısını kısaltarak aşağıya alıyorum. Kısaltmamın nedeni, benim bu yazım çok uzadığı ve tamamını hem T24’te hem de Duvar’da bulabileceğiniz içindir.

...

“Amerikan Temsilciler Meclisi ezici bir çoğunlukla (450’ye 11) Ermeni soykırımını resmi olarak tanıyan bir yasa tasarısını kabul etti. Kararın şu anda bağlayıcı bir niteliği yok, daha çok sembolik karakterde. Ama Senato’nun kabul etmesi ile birlikte, Amerikan mahkemeleri açısından bağlayıcı bir karakter kazanacaktır. Bu daha önce olmayan yeni bir durumdur.

Amerikan Kongresi Nisan 1975 ve Eylül 1984 yıllarında da benzeri kararlar almıştı. Bu karalara göre, 24 Nisan Ermeni Soykırımını anma günü olarak kabul edilmiş ve Amerikan Başkanları Soykırım için özel bir açıklama yapmakla görevlendirilmişti.

Bu nedenle, 1975’den beri, her 24 Nisan’da Amerikan Başkanlarının, 1915 olaylarını hatırlatan açıklama yapmaları bir gelenek haline gelmişti.

Her yıl, bu açıklamalarda ‘soykırım’ kelimesinin kullanılıp kullanılmayacağı çok büyük bir merak ve Türkiye açısından da büyük bir gerilim konusu olurdu.

Türkiye ile ilişkilerini bozmak istemeyen Amerikan Başkanları, günümüze kadar hiçbir biçimde soykırım kelimesini kullanmadılar.

Tek istisna 1981 yılında Ronald Reagan idi.

1984 yılından bu yana benzeri bir kararın tekrar alınması için çeşitli çabalar oldu ama tüm girişimler, Demokrat olsun Cumhuriyetçi olsun, Amerikan Hükümetlerince engellendiler.

Bill Clinton 2000, George W. Bush 2007 ve Barack Obama 2010 yılında, Temsilciler Meclisindeki girişimlere engel oldular.

Engellemelerde hep aynı tez kullanıldı. ‘Evet, 1915 bir soykırımdır, biliyoruz ama Türkiye NATO üyesidir ve Türkiye ile ortaklık Amerikan ulusal çıkarları gereğidir. Biz tarihi bir meseleden dolayı, ulusal çıkarlarımızı tehlikeye atamayız.’

Bu tasarının nihai akıbeti ne olacak, henüz bilmiyoruz.

Senato’da kabul edilmesi Amerikan Başkanı tarafından engellenebilir ve konu Türkiye’ye karşı sürekli bir koz olarak elde tutulmak istenebilir.

Yani ya 1975’den bu yana değişen bir şey yok ya da bu karar çok önemli bir dönüm noktasına denk düşmüştür de diyebiliriz.

Önümüzdeki günler ve haftalar bu açıdan önemli, bekleyip göreceğiz.

(…)

Sen sorununu çözmezsen müdahale ederler 

Soykırım konusunda karar almak ABD parlamentosunun işi değildir, diye bağırıp çağırabiliriz ama bu çok işe yaramaz.

Önemli olan, soykırım kararının ABD parlamentosunda ele alınması gereken bir konu olmaktan çıkartmaktır.

Türkiye için ‘daha kötü’ bir gelişmeyi haber vermek isterim: ABD kongre kararları, Fransa gibi Avrupa ülkelerinin kararlarına benzemez. Nedeni de Amerika’nın ekonomik gücü ve Hukuk sisteminin özel yapısıdır.

Eğer Senato kararı onaylar (veya benzeri bir karar alırsa) ve Trump da bu kararı desteklediğini beyan eden bir açıklamada bulunursa, bu karar bir kanun gibi işlem görür (hatta Trump’un soykırım kelimesini kullanmaması da çok önemli olmaz. Temsilciler Meclisi ve Senato’dan geçen ayrı ayrı kararlar veya ortak karar, ABD mahkemelerinde, Türkiye Devleti ve Türk bankaları ve şirketleri aleyhine tazminat davaları açmanın yolunu açar.

(…)

Sorunun çözümü basittir

Türkiye’nin, 1915’i uluslararası düzeyde kendisine karşı kullanılacak bir koz olmaktan çıkarması gerekir. (…)

Amerikan Parlamentosu’nun 1915 hakkında karar almasından hoşlanmıyorsak, 1915 ile kendimiz yüzleşelim ve konuyu kendimiz ele alalım.

Kendi arşivlerimiz bile “Ermenileri imha edelim” diye alınmış kararları ihtiva eden belgelerle dolu. Geçenlerde belge numaralarını bile vererek yazdım. İlk imha kararı 1 Aralık 1914 yılında alınmış. Belgesi kendi arşivimizde duruyor. İttihat ve Terakki Partisi Merkez Komitesi üyesi Bahaettin Şakir, 3 Mart 1915’de “ülkedeki tüm Ermenileri imha kararı aldık” diyor. Talat Paşa’nın, “Ermenileri imha edin”, diye gönderdiği ve yıllarca sahte olduğu iddia edilen telgrafların gerçek oldukları ortaya çıktı.

Kendi arşiv belgelerimiz bile 1915’te nelerin yaşandığını açık net gösteriyor.

Oysa biz hâlâ kafayı kuma sokup, kendi arşivlerimizdeki belgeleri bile yok saymayı, inkâr etmeyi tercih ediyoruz. Konuyu konuşmak isteyenleri hain ilan ediyoruz, mahkemelerde süründürüyoruz, hapislere atıyoruz.

Bu mızrak artık bu çuvala girmiyor.

Kabul etmek vakti geldi de geçiyor bile: Tarihle yüzleşmek kötü değildir. İyidir, ülkeye demokrasi getirir, huzur getirir. İnsan haklarına saygı duyan bir rejim kurmamıza yardımcı olur. Eğer 1915 ile yüzleşirsek, komşularımızla daha iyi, daha güzel ilişkiler geliştirmenin yolunu açarız.

Korkmaya gerek yok. 100 yıldır inkâr ediyoruz, geldiğimiz nokta ortada.

100 yıllık inkâr ve yaşanan kötülükler ve geldiğimiz yer, hakikatlerle yüzleşmenin bir güzellik olduğunu artık bize öğretmeli.

Bu karar, sorunun nerede ne nasıl çözülmesi gerektiğini bize hatırlatması bakımından önemlidir. Rahmetli Hrant, ne zaman dış parlamentolarda karar meselesi gündeme gelse, tekrar ederdi: ‘Soykırım Anadolu topraklarında yaşandı ve çözümü de Anadolu topraklarında olacaktır.’ O halde bu doğrultuda düşünmeye başlayalım."