Reytinglerden anlaşıldığı kadarıyla taşrada doğan ve babası tarafından evlatlıktan reddedilen Ali Vefa'nın genel cerrah olma macerasını Türkiye toplumu çok sevdi.
Pekiyi ama gündelik hayatta Ali Vefa gibi farklılıkları aynı oranda seviyor muyuz acaba?...
Öte yandan Güney Kore'de yayınlanan Good Doctor adlı yapımın yerli versiyonu olan Mucize Doktor dizisi Türkiye'deki değişen sağlık ortamını da layıkıyla aktarıyor.
Yeşilçam doktorluğu
Hatırlar mısınız "N'ayır, N'olamaz!" filmlerinin doktorları hastalık ne olursa olsun mutlaka tansiyon ölçerlerdi. Bir de hemen hepsi ellili yaşlardaydı. Tek tük kalmış saçları ve "erkeğin şanıdır" dedikleri göbekleri ile pek yakışıklı sayılmazlardı –hele ki doktor Ferman ile kıyaslandığında...
Sıklıkla verem hastalığına tanı koyarlardı. Aşkın, hasretliğin, açlığın ve fakirliğin hastalıklara neden olduğunu bilirler ve bu nedenle sevgililerin buluşmasını ve hastaların özellikle et yemesini isterlerdi.
Berhayat Hastanesi'nin çok katlı akıllı lüks binaları gibi yerlerde hekimlik yapmazlardı. Aksine onları yaşadıkları evlerinden sıklıkla bir taksi alır ve hastanın olduğu yere götürürdü. Hekim hastayı yaşadığı yerle birlikte görür ve değerlendirirdi. Eve, evin hayatına, hastanın yaşamına dahil bir hekimlik yapılırdı.
Tomografi ve manyetik rezonans icat edilmediği için mutlaka hastalarını muayene ederlerdi. Hele ki muayene sırasında hastalarının öksürmelerini istemeleri kuraldı.
Ameliyatla gözlerini açtıkları hastalarına "müsterih olunuz" dememeleri mümkün değildi.
Lüks ameliyathane odaları olmadığı için cerrahi girişimleri her yerde, hem de hiçbir tıbbi aletin olmadığı ortamlarda başarıyla yapabilirlerdi. Küçük bir siyah çanta ve steteskopla mucizeler yaratırlardı.
Ölümcül derde düşmüş hastanın öleceği anı ise gün kesinliğinde bilirlerdi.
Hemen hepsi Adil hoca gibi babacandı. Hastasına hastadan fazla sahip çıkar, onun derdini ondan fazla dert ederlerdi. Hastalarına fazlasıyla sahip çıktıkları için de sözünü dinlemeyen, öğütlerini tutmayan hastalara kızmaları adettendi.
Bırakın fakirlerden para almayı, muayene ettikleri "kalbi delik" çocuğun ameliyat parasını dahi kendileri bulmaya çalışırlardı.
Uzun sözün kısası; onlar biraz gönlümüzün sultanı Nubar Terziyan, biraz Cüneyt Arkın'dılar.
Bilgi tekeli kimde?
Birkaç yıl öncesine kadar Ferman hoca, asistanı yani malı mülkü olan Ali Vefa'ya "Ben Cerrah Değilim" dedirtirken hastanenin yöneticisi araya giremezdi. Eğer yanılıp şaşırır da araya girerse Ali Vefa'nın yiyeceği fırçadan daha fazlasını o yerdi.
Çünkü Ferman hoca her şeydi. Kendi çalışma koşullarını kendisi belirleyen, sorumlu olduğu kliniğin denetim ve kontrolünü tek başına elinde tutan kişiydi.
Ali Vefa'ya düşense köprüyü geçene kadar Ferman Hoca'nın çizgisine eksiksiz biattı.
Pekiyi ama birkaç yıl öncesine kadar Ferman hoca bu gücü nereden alıyordu?
Dünün sağlık ortamında hekimlik mesleğinin yapısını mesleğin kendisi belirliyordu. Bu nedenle duayen hocalar bilgiyi ve dolayısıyla gücü elinde bulundurabiliyordu.
Oysa dönüşen sağlıkta Berhayat Hastanesi'nde çalışan hekimlerin emek denetimi artık kendilerinde değildir. Onlar da tıpkı diğer çalışanlar gibi ciroların, bilançoların ve verimlilik kriterlerinin boyunduruğunda yaşamak zorundalar artık.
Oluşan sağlık piyasasının koşullarını ise hastanelerin profesyonel yönetim kurulları belirlemektedir. Yeri geldiğinde iflas etmiş bir hastanenin hekim kadroları o hastanenin en çok para getiren malları olarak satışa çıkarılabilir olmuştur artık.
Çünkü Nubar Terziyan çoktan ölmüştür.
Günümüzde hekimler "vasıfsızlaşma" ve "proleterleşme" sürecini yaşamaktadırlar.
Değişen tıp
"Yeşilçam Doktorluğu" döneminde hekimler üretim araçlarına sahiptiler; velev ki bu üretim araçları küçük bir siyah çanta ve steteskop olsun. Bu nedenle çoğu kendi hesabına çalışır ve ücretlerini kendileri belirlerdi.
Ama kara sevdaya düşmüş fakir genç kadının mendilinde görülen kan lekesi nedeniyle akciğer filminin çekilmesi gerektiği gün hekimler için tehlike çanları çalmaya başladı. Çünkü teknoloji gereksinimi hekimi hastanın yanından almış ve onu bir hastanede çalışmaya mecbur bırakmıştı.
Bu değişimin hekimlik etosundaki karşılığı hastanın yaşam yeri ve hayat hikâyesiyle birlikte bütüncül olarak değerlendirilmesinin sona ermesidir. Bir de elbette hekimin kendi başına çalışan bir konumdan hastanenin özellikli bir çalışanı haline dönmesidir. Dün hastaların özel ödemeleriyle geçimini sağlayan hekim artık bir hastanenin bordrolu çalışanıdır. Ancak özellikli bir çalışanı...
Aydınlanmanın, sanayi devriminin ve kapitalist modernleşmenin bir sonucu olan ulus devletlerin sağlıklı insan gücüne olan ihtiyacı nedeniyle hekimlik değerli bir statüdedir hâlâ. Devletler kendilerine sağlıklı bir toplum kazandıracak olan hekimlik mesleğini desteklemekte, yüceltmekte ve hekimlerin sorunlarını hızlıca çözmektedirler. Hatta Türkiye'de olduğu gibi hekimlerin örgütlenecekleri Etibba Odalarını dahi devlet kurmaktadır. Etibba Odalarının Başkanları sıklıkla eski Sağlık Bakanları ya da yetkili bürokratlarından oluşmakta, Odaların kararları Sağlık Bakanlığı aracılığıyla hayata geçirilmektedir.
İşte bu dönemde devletle hekimlik mesleği arasında yaşanan korporatist ilişki tıp kurumunu ve özellikle hekimliği hikmetinden sual olunmayacak Tanrılar katına çıkarmıştır.
#MucizeDoktor
Ama Ali Vefa bu dönemi kaçırmıştır. O tıbbın adeta bir gözetime dönüştüğü, tetkiklerin ve sonuçların internetten istendiği ve takip edildiği bir bürokratik çağın cerrahı olabilecektir.
Elbette Ferman hoca izin verirse...
Neyse ki Ferman hoca her istediğini yapabilecek güçte değildir artık. Çünkü Berhayat Hastanesi bir cadı kazanıdır. Hastanenin sahibi olan Beliz, başhekim yardımcısı Kıvılcım ve kendisi de bir cerrah olan Tanju taht kavgasına tutuşmuştur.
Beliz'in avukat olması sebepsiz değildir. Sağlığın gözetim ve bürokratik bir aygıta dönüştüğü bir sağlık ortamında hastane, hasta ve hekimlere karşı kendisini hukuk yoluyla korumak zorundadır çünkü. Kıvılcım'ın ise üvey anneliğinin kabul edilmemesinden dolayı Beliz'e birikmiş öfkesi vardır. Günümüzün postmodern dünyasının "yıldız" cerrahı Tanju ise dünün babacan Adil hocasını tıp ortamından sonsuza kadar silmeye yemin etmiştir. İşte Ali Vefa, kimsenin hastanın sağlığını dert etmediği bu ortamda hastaları yaşatmak için cerrah olmaya çalışmaktadır.
Unutmayalım bir de sosyal medya vardır bu manzaraya tüy diken... Öyle ki Ali Vefa'nın hastaneye asistan olarak kabulü, tıp fakültesini birinci olarak bitirmiş olmasından yani tıp öğrencisi olarak sergilediği başarıdan dolayı olmamıştır. Aksine bu özellik asistanlık için yeterli bulunmamışken, acil bir hastaya yaptığı müdahale sosyal medyada viral olunca hastanenin "PR Faaliyeti" olarak asistan olma hakkını kazanmıştır.
Sözün sonu
Ali Vefa'nın işi zor. Mesleğin otonomisini yitirdiği, sağlık uygulama tebliğleri ve ciroların belirleyici olduğu, meslektaşlar arasında dayanışmanın azaldığı, her çalışanın kendi bacağından asıldığı, fazla tetkik istemenin ve bolca ameliyat yapmanın hastane yönetimleri tarafından teşvik edildiği ve Ferman hoca gibi mesleki yetkinliğini bir tahakküm aracı olarak kullanan kişilerin olduğu sağlıksız bir ortamda insanları sağlığına kavuşturmak için hekim olmaya çalışacak.
Ama umutsuz değiliz. Çünkü tıpta mucize olmasa da bu hayatta aşk da, dayanışma da, emek de, dostluk da mevcut.
O zaman iyi hekim olma çabasına tanıklık etmeye devam edelim.
Ali Vefa'ların yolu hep açık olsun.
Nubar Terziyan'ları hiç kimse unutmasın...