Osman Elbek

22 Haziran 2019

Göç ve(ya) Sağlık

"Uzun bir süredir Türkiye toplumu olarak zor günler yaşıyoruz. Herkes, bir diğerinden hızla uzaklaşıyor. Düşünsel farklılıklar hasımlık ilişkilerine dönüşüyor"

Anne ya da babaanneniz halen bulunduğunuz kentte mi yaşıyor? Peki ya anne ve babanız?

Muhtemelen bu iki soruya “Evet” yanıtını pek az kimse verebilecek. Çünkü bu ülkede çok az sayıdaki aile üç kuşaktır aynı kentte.

Diğer hepimiz ülke içi ya da dışından gelen göçmenleriz. Örneğin benimkiler Girit’ten gelmiş. Ya sizinkiler?...

Hal böyleyse bu toprakları göçenlerin ve göçmenlerin yurdu olarak tanımlayabilir miyiz? Eğer öyleyse kim kime yerlilik kavramı üzerinden efendilik taslayabilir ki.

Dilsiz, Evsiz ve Yurtsuz

Mülteci, sığınmacı, misafir, geçici koruma gibi statülerin hepsini boşverin. Devletlü tanımlara inat (düzensiz) göçmenin turistten farkı zorunluluklar dünyasına tabi olmasıdır. Ekonomik, sosyal, siyasal bir zorunluluktur göçmeni göç ettiği yere getiren. Bu zorunluluktur onu bilmediği bir kültür ve dil ortamında yaşamaya mecbur eden...

Düşünsenize gecenin bir saatinde batmak üzere olan bir bottan can havliyle kurtarılıp acil servise getirilmişsiniz. Aklınızda sadece aynı botta olan eşiniz ve çocuğunuz var. Ama heyhat... ne derdinizi anlatabiliyorsunuz acildeki sağlık çalışanlarına, ne de onların eşiniz ve çocuğunuz hakkında anlattıklarını anlayabiliyorsunuz.

Oysa dildir insanları barıştıran ya da savaştıran. Dildir insanlar arasında köprüler ya da düşmanlıklar inşa eden.

Göçmenlik ise herşeyden önce dilsizliktir.

Evsiz ve yurtsuz olmaktır göçmenlik.

Barınacak bir ev ve yurt bulamamaktır. Zorunluluk nedeniyle geldiğiniz ülke ya da kentteki ev denilemeyecek barakaları fahiş fiyatlara kiralamaktır göçmenlik. Yıldızların altında uyuma romantizminden değil, parasızlıktan parklarda uyuya kalmaktır göçmenlik.

Ama aynı zamanda göç edip gelenler nedeniyle barındığınız evin kirasının artmasıdır.

Pekiyi ama yaşadığınız evin kirasının artmasının sorumlusu göçmenler mi? Yoksa onlar gibi siz de yaşanan insanlık krizinden rant çıkarmak isteyen yerli ev sahibinin mağduru musunuz?

İşsizlik

Suriyeli Abdullah, çalışma izni olmadığı için kayıt dışı çalışmakta... Hem de günde 14 saat. Hem de sigortasız. Hem de aynı işi yapan Türkiye doğumlu çalışma arkadaşına kıyasla yarı paraya.

Veriler Suriyeli erkeklerin yüzde 63’ünün, kadınların yüzde 91’inin çalışmadığına işaret ediyor. Nasıl çalışsınlar ki çalışma izni olmadan ve kota varken...

2015 yılı itibariyle sadece 4.019 Suriyeliye çalışma izni vermiş devlet. Yapılan hesaplamalara göre halen Suriyelilerin ancak yüzde 1’ine çalışma izni tanınmış durumda. Dahası iş yerlerine de kota getirilmiş durumda. Yani herhangi bir işyerinde çalışanların en fazla yüzde 10’u yabancı olabilir.

Pekiyi ama yerli gençler için dahi işsizliğin kader olduğu bir ülkede göçmen Suriyeli nasıl iş bulsun ki? Tembel diyerek etiketi yapıştırmadan önce düşün birkaç gün önce ataması yapılmadığı için Kastamonu’da intihar eden 21 yaşındaki öğretmen Kevser Abdülkadiroğlu’nu. İşsiz kalması onun suçu muydu?

Çalışma izni dahi olmadığı için çalışamamaları Suriyelilerin suçu mu?

Biliyor musun; Türkiye’nin dört bir yanında yaşayan her on Suriyeliden dördünün 7 günlük yiyeceği ya da yiyecek alacak parası yok.

Göçmenlik, herşeyden önce işsizlik ve açlıktır. Anne ve babaların iş bulamadığı bir ortamda çocukların eve para getirmesidir göçmenlik. İşsizlik ve açlığın pençesinde kıvranırken yan gelip yatmakla suçlanmaktır göçmenlik herşeyden önce.

Halk Sağlığı Sorunu

Silahlı çatışmalar, Suriyelileri en çok öldüren sorunlar arasında 2005 yılında 145. sıradayken, 2016 yılında 1. sıraya yükseldi.

Çünkü savaş, bir halk sağlığı sorunudur. İdlib’de, Halep’te, Afrin’de, Gazze’de ve her yerde...

Bilimsel araştırmalar kafa travması, kırık – çıkık, yaralanma ve yanık gibi sorunların yerlilere kıyasla göçmenlerde anlamlı oranda daha fazla saptandığına işaret ediyor (Duzkoylu Y, J Environ Public Health, 2017)


Benzer biçimde Suriyeli göçmenlerin büyük bir kısmının yakınlarının yaralandığı ve/veya öldüğü bilinmekte (AFAD, Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar, 2013)

Düşünsenize ortalama her üç kadın ya da erkekten birisinin yakını yaşanan çatışmalarda ölmüş durumda. 

 

 

 




Pekiyi ama gözlerinin önünde bir yakınının öldüğü ya da yaralandığını gören bu insanların duygu dünyaları ve ruh sağlıkları ne haldedir acaba?

Veriler, özellikle kamp dışı ortamda yaşayan Suriyelilerin yaklaşık yarısının psikososyal desteğe ihtiyacı olduğuna işaret ediyor. Özellikle kamp dışında yaşayan kadınların destek ihtiyacının zaman içerisinde artmış olması çok kritik ve çok önemli (AFAD, Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar, 2013 ve AFAD, Türkiye’deki Suriyelilerin Saha Araştırması, 2017).




Unutmayalım savaş, herşeyden önce kadın ve çocukların ruh sağlıkları üzerinde tahrip
edici etkiler yaratan bir halk sağlığı sorunudur: Suriye’de ve her yerde...

Sağlık Hizmetleri

Tablolarda istatistiklerin gizlediği, görünmez kıldığı insanları fark ettiniz mi?

Ne olur bakıp geçmeyin o tablolara. Durun, uzun uzun bakın ve düşünün. Çünkü tablolardaki sütünların her birisi onlarca, yüzlerce, binlerce insan aslında. Kadın, erkek, çocuk. Eş, sevgili, teyze, dayı, kuzen... Hasılı kelam bir insan.

Her birisi tutunacak bir dost eli arayan bir insan. Suriyeli ya da değil ne önemi var: sadece dost eli arayan bir insan.

Pekiyi ama aradıkları dost elini bulabiliyorlar mı? Suçlanmadan, yaşanan sorunların nedeni olarak gösterilmeden, sahillerden kovulmadan, İçişleri Bakanı tarafından sürülmeden onlara uzanan dost bir el var mı?

Araştırmalar, Suriyelilerin Türkçe bilmedikleri ve sağlık çalışanlarının onlara hizmet vermeye istekli olmadıkları için sağlık hizmetlerine yeterince ulaşamadıklarına işaret etmekte.

Suriyeli göçmenlerin yaşadıkları dil sorunları, sağlık hizmetinin herkese anadilinde sunulmasının önemine işaret ediyor aslında.

Pekiyi ama Suriyelilere sağlık hizmeti vermeye gönüllü olmamak ne demek. Sağlık çalışanlarının hastalar arasında dil, din, cinsiyet, cinsel yönelim, etnik köken, sınıf ya da başka bir nedenden dolayı ayrımcılık yapması mümkün mü? Hekimlik andı, böylesi bir ayrımcılığı yasaklamıyor mu?

Bir çocuk hekiminin dilinden düşen şu satırlar utanmamız için yeterli nedendir insan olana ve bu yangın yerinde insan kalabilene:

Zaten çoğu kadın sınırı hamileyken geçiyor. Bunlar buraya gelmeyi planlar planlamaz mı akıllarına düşüyor çocuk yapmak (...) (gülüyor)... Burada da artık savaş-dövüş yok, rahatı yerinde ya, ardı ardına, patır patır doğuruyor bebelerini” (Terzioğlu A, Toplum ve Bilim, 2015).

Toplum Olmak

Uzun bir süredir Türkiye toplumu olarak zor günler yaşıyoruz. Herkes, bir diğerinden hızla uzaklaşıyor. Düşünsel farklılıklar hasımlık ilişkilerine dönüşüyor. Ötekini tanımadan, onunla yemek yemeden, sohbet etmeden, onun hakkında gerçekten bilgi sahibi olmadan ona karşı hasmahane fikirler yeşeriyor zihnimizde. Uzun sözün kısası toplum olma vasfını yitiriyoruz.

Ama bugün bir karar vermeliyiz: Kutuplaşmadan, suçlamadan, yargılamadan, ötekileştirmeden mi, yoksa farklılıklarımızı zenginlik kabul eden bir dostluktan yana mı saf tutacağız?

Emin olalım vereceğimiz karar insanlık terazisinde kaç okka geldiğimizi de belirleyecek.

Ve hiç kuşku yok ki; bu terazinin kıstasını, bu topraklarda yaşayan Suriyeli göçmenler oluşturacak.