Bakmayın “her şeyin başı sağlık” dediğimize. Eğer her şeyin başı gerçekten sağlık olsaydı, birkaç yıl önce İstanbul’da öldürülen trans birey Çağla’nın ölmüş bedenini “iğrenç” bularak dokunmayı reddetmezdi olay yerine intikal eden ambulans görevlileri
Bir yıl daha bitiyor: Gökyüzü karanlık, dalgalar yorgun, yürekler ağır...
Muhtemelen bu nedenle yayımlanan 2018 hatıra ve yıllıklarında ağırlıkla yürek burkan gelişmeler kendisine yer bulmuş durumda.
Nasıl olmasın ki; Doğu’nun kanıksanan despotik devletlerini geçtik, Batı’nın liberal demokratik rejimlerinde dahi otoriter, var olan kuralları keyfî bir serbestiyetle ilga eden, kutuplaştırıcı bir toplumsal gerilimden beslenen fobik siyasetçiler yönetimde.
Bu topraklarda olduğu gibi...
Teslim olurken dahi yenebilmek zorbalığı!..
Hikâyeyi bilirsiniz; Paris, barındırdığı yoğun ve mükemmel tarihsel mirasının zarar görmemesi için Alman faşizmi tehdidi karşısında açık şehir ilan edilmiştir. Almanlar Paris’e girince her evin ve dükkânın kapısına Hitler ve Mussolini’nin resimlerinin asılmasını isterler. Paris’in bir kitapçısı bu emre isyan etmek ister ama nafile; şehir ‘açık şehir’dir, emir yerine getirilecektir.
O günden sonra kitapçının vitrininde Hitler ve Mussolini’nin resmi asılır; ortalarında Victor Hugo’nun Sefiller romanı eşliğinde!..
Diktatöre “teslim olurken” yenebilmek zorbalığı; varlığını korurken alaşağı edebilmek zulmü.
Direnişi hep ölerek yeniden doğmak olarak algılamayan hayat tarzı… Yaşamın içerisinde bizatihi var olarak düzeni yeniden değiştirebilmeyi amaçlayan o müthiş yaşama inadı.
Tıpkı Brezilya’da Ocak ayında göreve başlayacak olan ve homofobik görüşleriyle tanınan Devlet Başkanı Jair Bolsonaro’ya karşı tepki olarak 40 eşcinsel çiftin toplu düğün düzenleyerek evlenmesi gibi...
Haksızlık etmeyelim: Ne de olsa 2013 yılından beri evlenme hakkına sahip Brezilyalı eşcinseller. Türkiye’de ise LGBTİ bireyler, temel sağlık haklarına ulaşmakta dahi oldukça sorun yaşıyorlar. Hatta bu yetmezmiş gibi benliklerinin derinliklerinde hissettikleri yönelimle yüzleşemeyenlerin nefretine maruz kalıyorlar.
Sokak ortasında öldürülüyorlar.
Öldürülmeyip sağ bırakılanlarsa fobik muktedirlerin cehenneme dönüştürdüğü bir memlekette yaşamaya mahkûmlar.
Ama sanmayın tek bir fobik muktedirimiz olduğunu!.. Baksanıza çağdaş, batılı ve modern İzmir’in Hamamcılar Banyocular Esnaf Odası Başkanı Nafi Karaca’nın, 16’ncı yüzyılda inşa edilen ve restorasyon sonrası faaliyete girecek olan Namazgah Hamamı hakkında ne demiş: “Burayı kiralayarak kullanmayı teklif ettim. (...) ‘Benim verdiğim fiyatın 2-3 katını verenler olur ama burası sonra gey hamamı olur. Burası İzmir’in gözbebeği’ dedim” açıklaması durumun vahametini ortaya seriyor.
Karaca’nın dediği gibi burası İzmir! Burası “Türk hamamı”! Ve “Geylerden gelecek talep doğrultusunda (...) onlara teslim edip de kötü amaçla kullanılma”malı!
Herkes haddini bilmeli!..
Ancak umutsuzluğa gerek yok. Çünkü pes etmeyen, umudunu yitirmeyen, çabalayan ve direnenler her şeye rağmen kazanıyor: Baksanıza birkaç ay önce Türkiye’de bir ilk yaşandı ve Gebze Kadın Cezaevi’nde tutsak olan bir trans kadın mahkûmun meme büyütme ameliyatının devlet tarafından karşılanmasına karar verildi. Ancak insan – hasta hakları açısından doğal olan bu uygulama konusunda Ekşi Sözlük’te yer alan bazı yorumlar, bu topraklarda yaşayan kimi bireylerin tutumunun devlet aygıtından da kötü ve pespaye bir düzeyde olduğuna işaret ediyor.
Açık sözlü olmak gerekirse, benzer bir sorun hekimlik alanında da yaşanıyor ne yazık ki! Örneğin iki yıl kadar önce Türk Tabipleri Birliği, kendisine hasta olarak başvuran trans kadını, “Siz erkeksiniz, ben sizin durumunuzu tasvip etmiyorum” diyerek muayene etmeyi reddeden jinekoloğa ceza vermişti. Cezanın gerekçesinde de hiçbir hekimin, “makul” ve “anlaşılabilir” bir nedene dayanmadan hiçbir hastayı reddedemeyeceğini ifade etmişti Türk Tabipleri Birliği.
Her şeyin başı sağlık mı?
Bakmayın her yerde “her şeyin başı sağlık” dediğimize! Çünkü eğer her şeyin başı gerçekten sağlık olsaydı, birkaç yıl önce İstanbul’da 21 yaşında öldürülen trans Çağla’nın (Joker) ölmüş bedenini “iğrenç” bularak dokunmayı reddetmezdi olay yerine intikal eden polis ve ambulans görevlileri.
Konumuz sağlık olduğu için polisleri geçelim... Peki, nedir ambulans görevlilerini de insanlıktan bu denli uzaklaştıran?
Öyle ya ambulans görevlileri de sağlık çalışanı olarak tüm insanlara ayrımsız biçimde sağlık hizmeti sunmakla yükümlü değiller mi?!
Hal böyleyse ölmüş bir insanı orta yerde nasıl bırakabilirler?
Sakın “canavarlık” diye yanıtlamayalım soruyu!..
Çünkü hastasını reddeden hekim(ler) de, ölmüş bir insanı orta yerde bırakan ambulans görevlileri de canavar falan değil.
Tıpkı bizim gibi.
Tıpkı “trafik canavarı”nın direksiyon başına geçen ben, sen, biz, siz olması gibi.
O nedenle canavarları uzaklarda aramaya gerek yok. Onlar zihnimizin derinliklerinde, önyargılarımızda, inançlarımızda, ideolojimizde ve tenimizin hemen altındalar.
Ne demişti Alevi–Bektaşi geleneğinin kurucusu o bilge insan: “Her ne arar isen kendinde ara”...
Faşizm, insana şah damarından daha yakındır!