Osman Elbek

31 Mart 2019

Engellenemeyenler

Her türlü zorluğa rağmen “eksik” bedenleriyle direnen, dillerini ve dimağlarını insanlıktan, doğadan, yaşamdan yana kullanan engelsizlerin öğrettikleriyle bu topraklarda özgürlüğün, eşitliğin ve barışın cennetini kursak… Ne iyi olur!..

Oscar Pistorius ismi size neyi hatırlatır?

Sizi bilmem ama bana cesareti, yılmamayı, direnmeyi anlatır. Pistorius’un karbon fiber yapay protez bacakları, bu dünyada insanın var ettiği engellerin yine insan tarafından alt edilmesine karşılık gelir.

Emin olun paralimpik bir koşucu olarak dünya rekorları sahibi olmasının zerrece bir önemi yoktur. Çünkü onun asıl başarısı, ona layık görülen hayata başkaldırmasında saklıdır.

Toplumun ona çizdiği sınırları reddetmesinde saklıdır onun devrimciliği… Her insanın bacaklarında olması gereken fibula kemiklerinin onda doğuştan olmaması nedeniyle yapılan operasyonun, onun kaderini ve geleceğini belirlemesine izin vermeyişinde saklıdır onun tüm gücü.

Fiber protezlerinin avantaj sağlayacağı gerekçesiyle yarışmalara katılmasını engellemek isteyen endüstriyel sporun iktidar temsilcilerini alaşağı etmesidir gönlümüzdeki umudun ateşini harlatan.

Ancak aynı zamanda Oscar Pistorius’un hikâyesi, toplumun onun bedenine yönelik koyduğu engelleri cesaretle aşabilen bir adamın, eril kör bir şiddete nasıl teslim olabileceğini de anlatır. Erkekliğin, o imkânsız iktidarın, biz erkeklerde yarattığı bilişsel tahribatını aşmanın, bedensel engelleri aşmaktan çok daha zor olduğunu kanıtlar Oscar Pistorius’un trajik sonu.

Protezine isim takan “O Kadın”!

Yıllar önce 13 sayısının uğursuzluğuna yaptığım vurguyu, “Artık hiç kırgınlığım yok 13 numaralı perona” diye yanıtlayabilen; bedenin tamlığını şekilsel varoluşların ötesine taşıyabilen o kadın.

Bedenini sakatlama pahasına arkadaşa bilet ulaştırmanın önemini, arkadaşın hayatımızdaki yerinin ekmekten önce geldiğini hatırlatan o vefalı kadın.

Dokuzu beş geçe ardında “eksik” bir beden bırakarak giden bir trenle birlikte korkularını da gönderdiğini ifade eden, ambulanstaki sağlık görevlisinden ise sadece biraz ümit talep eden o kadın.

O, hayatı boyunca acıyan yarası sayesinde insanın etrafını görebildiğini, başka

yaraların acılarına derman olarak acılarımızın ancak dineceğini; 1996’da bir başına bırakılan Ahparig Hrant’la, dilimizde ve dimağımızda kendilerine küfürden öte bir yer verilmeyen LGBTİ’lerle dayanışarak insan kalabileceğimizi vurguladı.

Hayatına yeni giren iki “yabancıyla” iletişim kurabilmek için protezlerine isim taktı. Acılarını mizahın şifasıyla sardı. Kendisi gibi şanslı olamadığı için teknik imkânlara ulaşamayanlar karşısında protezlerinden utandı ve bu utancından dolayı onları o imkânsızlıkta gözler ardında sakladı.

Uzun söze gerek yok; düzenin efendileri olan polis, hâkim ve hekimin, “Gece yarısında Beyoğlu’nda sakat bir kadının ne işi var” diyerek kendisine yönelen eril şiddeti aklaması karşısında yılmayan ve başını bu düzene eğmeyen bir kadın O.

Kadınların bedeninin erkeklerin meselesi olmadığını hayatıyla ortaya koyan, bu dünya durdukça, bu topraklar var oldukça belki ismi değil ama mücadelesi hep var olacak, kuşaktan kuşağa aktarılacak bir kadın O!..

Arkadaşım, dostum, yoldaşım Şafak Pavey...

Başka bir kadın

Garip ya da tesadüf değil bir başkasının yine kadın olması. Çünkü efendilerin zehrettiği hayatı, efendilere isyan edenler güzelleştirir her zaman.

O bir Kürt. Binlerce yıldır bu topraklarda var olduklarını kanıtlamaya çalışan bir halkın mensubu.

Senarist, oyuncu, sanat yönetmeni...

Bu toprakların başka bir kadim halkı Ermenilerin sesi olan ve çok istediği halde bu topraklara gömülemeyen Aram Tigran adına Amed’de açılan kent konservatuvarının sinema bölümünü bitirdi.

Kısacık sinema hayatında yaptıkları gelecek için umut vaat etse de umudu bir sabah karartıldı.

5 Haziran 2015 günü... Diyarbakır’da düzenlenen mitingte IŞİD’in kahrolası bombalarına hedef olan binlerce kişiden birisi oldu.

Patlama esnasında miting alanında “Sol bacağımı çekip tuttuğumda bir boşluk vardı. Bacağımın dizden aşağı bölümü yoktu ve musluk gibi kan akıyordu. ‘Ne olur ikinci bacağım yerinde olsun’ diyerek ikinci bacağımı yavaşça çektim ve onun durumunun daha kötü olduğunu gördüm. İki bacağımı da kaybettiğimi anlayınca, bilincimi kaybetmemem gerektiğini anladım. Çünkü bilincimi kaybetseydim orada ölecektim” diyerek, Kürt halkının zorluklar karşısında ne kadar direngen olduğunu kendi yaşam özelinde bir kez daha kanıtladı.

Kendisini “Direnen halkın çocuğuyum” diye tanımladı.

Kaybettiği iki bacağı için hayata küsmek yerine, sorumluların peşine düştü. Yeterli güvenliğin alınmadığını hukuk nezdinde kanıtlayarak İçişleri Bakanlığı’nı tazminata mahkûm ettirdi.

Yılmadı, yıkılmadı ve dünyanın öte ucuna gitti. Kardeşin duymadığı çığlığı el oğlu duydu Avustralya’da. Savaşta bacaklarını kaybeden askerlerin kemiklerine yapılan implantlar, bu topraklarda sivillerin de askerlerle aynı kaderi paylaştığını kanıtlarcasına bedenine çakıldı oralarda.

Kendisine reva görülen hayatı reddetti. Dayanışmanın gücü ile kaderini yeniden yazdı ve dostlarına direnme gücü vererek ayağa kalktı: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde dans etti, Newroz’da halaya durdu.

O, bu toprakların geleceği için her şeye rağmen umudu diri tutmamızı sağlayan yüreklerden birisi...

Kendisi ve halkına yapılanlara karşı “Yürüyerek onlara en ağır cezayı verdim” diyebilen bir kadın.

Karşılaştığı şiddete daha büyük şiddetle cevap vermek yerine, şiddetten empati çıkaran, başkalarının acısı karşısından kendi acısından utanan, yaşadıklarından insanlık çıkaran bir kadın.

Bir yanda ötekilerin var ettiği toplumsal dayanışma ile yeniden bacaklarına kavuşma imkânı bulan, öte yanda hastanede engelli tuvaleti olmadığı için bacaklarının zarar görmesi nedeniyle alındığı ameliyat masasında sağlık çalışanlarından “Hastanenin parası yok, sizinkiler 5 bin lira versinler de klozetin kenarına tutacak yapalım” sözlerine muhatap olan, ama yine de yüreğini karartmayan bir kadın.

Adına Türkiye Cumhuriyeti denilen bu ülkede son birkaç yılda olup bitenlerin ardından dahi, “Belki asla affedemeyeceğiz bu yaşananları ama yine de barışa hazır olduğumuzu biliyorum” diyebilen bir barış çığlığı O!..

O, Lisa Çalan…

“Belki Bir gün”

“Belki bir gün maviler giyer / Deniz olurum / Belki birgün yeşiller giyer / Ağaç olurum” diyen koca şair Nazım’a, o gün belki de bugündür diye seslensek ne iyi olur!

“Daim dı sojıt me rışteye can” satırlarıyla Mem û Zîn’de bize seslenen Ehmedê Xanî’nin can damarını artık yakmasak, aksine o canlardan yeni mutluluklar çoğaltsak ne iyi olur! 

Şafak Pavey ile Lisa Çalan’ın çizgilerini bir adım daha birbirine yaklaştırsak, ikisine de yaşam hakkı tanımayan büyük kötülüğü bu topraklardan uzaklara sürsek... Her türlü zorluğa rağmen “eksik” bedenleriyle direnen, dillerini ve dimağlarını insanlıktan, doğadan, yaşamdan yana kullanan engelsizlerin öğrettikleriyle bu topraklarda özgürlüğün, eşitliğin ve barışın cennetini kursak...

Belki bir gün!

Ya da bugün.

O günlere ulaşmak için küçük bir adım: Yarın değil bugün.