Pehlivan tefrikasına dönüşen 2020 yazılarımın sonuncusunu sağlık hizmetlerine ayırdım -ekoloji ve sosyal güvenlik konularında bulamadığımız memnuniyeti sağlık hizmetlerinde bulabileceğimiz öngörüsüyle...
Gerçekten de "2020 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı" beklendiği gibi sağlık hizmetlerinde yaşanan memnuniyeti fazlasıyla vurguluyor.
Ama dahası var...
Kadın, anne, çocuk sağlığı
Öte yandan Türkiye’de 2018 yılında en az 11 bin 629 bebek ile 14 bin 240 beş yaş altı çocuğun öldüğünü biliyoruz. Ama memleket dahilinde "herkesin" çocukları aynı oranda yaşama şansına sahip değil. Bebek ve beş yaş altı çocuk ölümleri yönünden iller arasında 3 katı aşan bir eşitsizlik var. Türk Tabipleri Birliği, yakın bir zaman önce, iller arasındaki sosyoekonomik eşitsizliğin giderilmiş olması halinde bugün ölen bebeklerden 5 bin 373’ünün, ölen çocuklardan ise 7 bin 989’unun yaşatılabileceğini açıkladı (Türk Tabipleri Birliği, Türkiyenin Sağlığı-2019 Raporu).
Şimdi, yarın ve sonrasında değil şu anda, şimdi, yazının devamını okumayı bırakın ve dönüp çocuğunuza bakarak son paragrafı yüksek sesle yeniden okuyun.
Okuyabildiniz mi?
Umarım okuyamamışınızdır ama bu ülkenin ötekileri işte okuyamadığımız bu gerçeği 2018 yılında fiilen yaşadı.
Ancak bu utanç yetmezmiş gibi TNSA 2018 araştırması, Türkiye’de tam aşılı çocuk oranının son on yılda yüzde 77’den yüzde 67’ye gerilediğini de gösterdi.
Kadın sağlığı alanında da benzer bir olumsuz durum mevcut. Gerçekten de 2018 yılında, Türkiye’de 15 – 49 yaş evli 100 kadından 12’sinin aile planlaması gereksinimi karşılanmadı. Oysa bu karşılanmama oranı 2013’de yüzde 6 idi.
Dahası biliyor musunuz; hemen her gün siyasi iktidarın "evlenin ve bolca doğurun" tavsiyesi verdiği bu ülkede doğumdan sonraki ilk 24 saatte doğum sonrası bakım alamayan kadın oranı geçen 5 yılda yüzde 16’dan (2013) yüzde 29’a (2018) yükseldi.
Anlaşılan siyaseten kendisini "baba" ilan edenler, kadın, anne ve çocuk sağlığından çok üremeyi dert ediyorlar. "Ölen ölür, kalan sağlar" bize yeter diye düşünüyorlar...
Kim memnun?
2020 Cumhurbaşkanlığı Programı, beklendiği üzere sağlık hizmetlerinden duyulan memnuniyet oranının 2018 yılında yüzde 70.4’e ulaştığını vurguluyor.
Pekiyi ama hangi hastalar memnun?
Söz konusu program bu sorunun yanıtını doğrudan vermese de kimi yorumlar yapılmasına olanak tanıyor. Şöyle ki:
2020 Programı, 2003 – 2018 döneminde hasta başvuru sayısının, Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinde sırasıyla 2.3 ve 3.4 kat, özel kurumlarda ise 11.1 kat arttığını göstermekte.
Başka bir ifadeyle; Sağlıkta Dönüşüm Programı, özel hastanelere, devletin kendi hastaneleri olan Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinden çok daha fazla oranda hasta yönlendirmiş durumda. Kuşkusuz bu durum, yurttaşların vergi ve primlerinden oluşan kamu kaynaklarının özel sektöre aktarılması anlamına da gelmekte.
Öte yandan özel sektörün yatak doluluk oranının, Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerine kıyasla daha düşük olduğu ancak söz konusu hastanelere göre yatak sayısına kıyasla özel sağlık kurumlarının çok daha fazla ameliyat yaptığı görülmekte.
Tabirici caizse özel sektör, ağırlıkla "doldur boşalt" biçiminde çalışmakta...
Bununla birlikte program kapsamında da ifade edildiği gibi "karmaşık ameliyatların çoğu(nun) üniversite hastanelerinde yapıl"dığı ve özel sağlık kurumlarındaki hastaların üniversite hastanelerine kıyasla iki kat daha kısa süre kaldığı dikkate alındığında; özel sağlık birimlerinin yapmayı tercih ettiği ameliyatların, ağırlıkla, karmaşık olmayan, çok sorun çıkarmayan, ameliyat sonrası sıkı takip gerektirmeyen, hastanın hızla eve gönderilebildiği ama ekonomik getirisi nispeten yüksek olan, yani çok da hayati olmayan sağlık sorunlarını içerdiği anlaşılmakta.
Kuşkusuz bu durum, çok da kritik olmayan sağlık sorunu yaşayan hastalar açısından memnuniyet verici -hele ki önceki sağlık sisteminin sorunları düşünüldüğünde...
Pekiyi ama yaşamsal sorunu olan hastalar ne durumda?
Ciddi ve hayati sorunlar yaşayan hastalar için aynı memnuniyetin yaşanmıyor olması pek muhtemel. Çünkü toplumun hayati sağlık sorunlarına yönelen, o sorunları dert eden, zorlu ameliyat teknikleri gerektiren, ameliyat sonrası karmaşık ve sıkı takip ihtiyacı duyulan, yani ciddi sağlık sorunlarıyla uğraşan üniversite hastaneleri, hepimizin bildiği ve tanık olduğu üzere bu faaliyetleri nedeniyle ödüllendirmenin aksine ekonomik açıdan adeta cezalandırılmaktalar.
Öte yandan özel sağlık kurumları, bu hastalar açısından geniş bir hizmet "ürün yelpazesi" sunmamaktalar. Çünkü bu tür hasta(lık)ların yükü ağır, ama pahası nispeten hafif... Ancak bilindiği üzere demokrasilerde çare tükenmiyor ve bu tür hastalar, denize düşenin her şeye sarılacağı gibi, ya Sosyal Güvenlik Kurumu ile anlaşma olmasına rağmen usulsüz biçimde kayıt dışı yüksek fark ücreti ödemeyi "gönüllü" olarak kabul ederek ya da söz konusu hizmeti tümüyle cepten satın almak koşuluyla özel sağlık kurumlarında yaşamsal sorunlarına derman aramaktalar.
Hâl böyleyken, alt yapı ve insan gücü açısından dezavantajlı konumda bırakılan üniversite hastanelerinde ya da kayıtdışı yüksek ücretler ödeyerek özel sağlık kurumlarında kendileri ya da yakınlarının ciddi ve hayati sağlık sorunlarına şifa arayan hastaların yaratılan bu ortamdan memnun olması mümkün müdür.
Kanaatimce siyasi iktidar da toplumda artan bu memnuniyetsizliği fark etmekte ve oluşturduğu sağlık piyasasına büyük bir özel-kamu hibrid aktörü olarak Şehir Hastaneleri kartıyla müdahil olmayı hedeflemekte.
Gelişmelerden anlaşılan o ki 2020’li yıllar, bir mal haline dönüşen hastaların (sağlık hizmetinin), devlet, üniversite, özel ve özel-kamu hibrid sağlık kurumları arasında nasıl paylaşılacağı kavgasıyla geçecek...
Olumluluklar
2020 Programı’nda ifade edildiği üzere; önümüzdeki dönemde gereksiz tetkiklerin azaltılması için "Neyim Var Sistemi"nin kurulmasının hedeflenmesi, antibiyotikler, solunum sistemi ve psikiyatrik ilaçlar başta olmak üzere akılcı ilaç kullanımın özendirilecek olması ve "Reçete Bilgi Sistemi"nin geri bildirimlerinin tüm hekimlere ulaştırılmasının sağlanacak olması olumlu ve değerlidir.
Bununla birlikte aynı bölümde "ilaç harcamalarının kontrol altına alınması için ilaç geri ödeme listesinin periyodik olarak gözden geçirilece"ğinin ifade edilmesi, ilaç konusunda hedeflenen temel amacın; sağlık hizmet niteliğini arttırmaktan ziyade, sağlık harcamalarını azaltmak olduğu anlaşılmaktadır.
Bu nedenle önümüzdeki yıllarda kimi ilaçların ödeme listelerinden çıkarıldığına dair haberleri daha sık duyacak olmamız pek muhtemeldir.
Kişisel sorun
Onur Hamzaoğlu ve Bülent Şık gibi bu ülkenin yüz akı bilim insanlarını anarak ifade etmek gerekir ki; hava, su ve gıda başta olmak üzere pek çok alanda kanserojenler başta olmak üzere kirliliğin arttığı bir ülke ortamında 2020 Programı, "sağlıklı yaşam tarzının teşvik edilmesi(ni) bilinçlendirme faaliyetleri ve farkındalık etkinlikleri"ne indirgemekte. Başka bir ifadeyle; tepeden tırnağa her alanın, gözü kazançtan başka bir şeyi görmeyen sanayi faaliyetleri nedeniyle kirletilen bir ülkede, siyasi iktidar, sağlıklı yaşama sorumluluğunu kamusal güç olarak devletten bireylere intikal ettirmiş durumda.
Programda da ifade edildiği üzere yurttaşlar, kamu spotları, paneller ve broşürlerle hava, gıda ve su kirliliğinin farkına varacak ve bu sorunlardan muhtemelen maske takarak, organik adı altında daha pahalı gıda tüketerek, musluklarına filtre taktırarak ya da şişe sularından hangisinin daha sağlıklı olduğunu öğrenmeye çalışarak hayatlarını tüketecekler.
Çünkü devlet denilen aygıt, havayı, suyu, gıdayı ve tüm çevreyi kirletenlere karşı sorumluluklarını yerine getirmemeyi seçmiş durumda.
Çünkü mevcut siyasi iktidar, sağlıklı yaşam tarzını kişinin bireysel sorunu olarak görmekte.
İşte tam da bu noktada neoliberal devlet yapılanması siyasi iktidarın yardımına koşmaktadır. Gerçekten de 2020 Programının "Sağlık" bölümünde; sağlığın sosyal belirleyicilerinden ziyade sağlık turizmine vurgu yapılması, "sağlık turizmi alanında ülkemizin pazarlama"sının yapılması için hedef ülkelerde kampanyaların düzenleneceğinin belirtilmesi ve bu amaca yönelik olarak yurtdışında anonim şirket ofislerinin açılacağının ifade edilmesi, sağlıklı yaşama koşullarının göz ardı edilerek sağlık hizmetinin "Burhan Pazarlama" faaliyetine nasıl kurban edildiğini, nasıl alınır – satılır ve pazarlanabilir bir mal haline dönüştürüldüğünü ve bu dönüşümü hepimizin nasıl da kanıksadığını göstermektedir.
Hal böyleyse sözü Zülfü Livaneli’ye bırakalım:
NOT: Gezi Direnişi'nin hekimi, gülümsemenin ve iyi hekimliğin simgesi Ali Özyurt'u kaybettik. O bir serüvenciydi. Hepimizin başı sağolsun.