Başbakan kamuflajı altındaki Padişah Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de kurduğu sivil diktatörlük, halkın önemli bir kesiminin isyan etmesine neden oldu. AKP hükümeti ve medyanın önemli bir kesimi ise işine öyle geldiği için, hem başkalarını hem de kendi kendisini kandırmaya devam ediyor ve olayı bir yandan çevre sorununa indirgiyor, bir yandan da, isyan eden grupların “marjinal” olduğunu iddia ediyor.
AKP hükümeti isyan edenler için bir türlü bir isim bulamadı. Önce “çapulcular” dendi, bu büyük tepki topladı. Sonra “DHKP-C üyeleri” dendi, bu hiç ikna edici olmadı. Son olarak da “marjinal” kavramına sığındılar. Yani sayıları çok fazla olmayan, toplumun genelinde benimsenmeyen, uçuk fikirler içerisinde olan insanlar.
Böylece Türkiye’nin ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi de sıfırlandı, CHP’ye oy veren yaklaşık 11 milyon vatandaş da sıfırlandı, Türkiye’nin dördüncü büyük partisi olan ve 3 milyona yakın insanın oy verdiği BDP de sıfırlandı, yaklaşık 20 milyon Alevi yurttaş da sıfırlandı, uzun yıllar apolitik kalan, hiç oy kullanmayan, ancak AKP sayesinde sonunda politize olan milyonlarca genç vatandaş da sıfırlandı.
Sanki AKP’yi sadece TKP, ÖDP, SDP, İP, DSP, EMEP gibi halk desteği daha az olan sol partiler meydanlarda, sokaklarda protesto ediyormuş gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor. Kaldı ki bu siyasi partiler de son derece önemli ve etkili bir misyon üstlenmiş durumdalar. Onların seçimlerde diğerlerine göre az oy almış olmaları, önemsiz oldukları anlamına gelmez. Üstelik sayı olarak bakıldığında da, bu siyasi partilere yüz binden fazla vatandaş oy vermiştir.
Ancak Türkiye’nin padişahı Erdoğan, kendisine oy vermeyen yüzde 50’lik kesimin büyük çoğunluğunu temsil eden bu büyük kitleyi kendi seçmenine ve dünyaya “marjinal” diye yutturmaya çalışıyor. Erdoğan nasıl ki halkı kışkırtmak ve gerçekleri örtbas etmek için, “bunlar bayrak da yaktı”, “bunlar başörtülü kızımıza da saldırdı”, “bunlar camiye de içkiyle girdiler” gibi yalanlara başvuruyorsa, AKP’yi protesto edenleri “marjinal” olarak nitelendirerek de yalan söylemeye devam ediyor.
Yalan üzerinden siyaset yapılır mı? Erdoğan yapıyor! Dünyadaki tüm diktatörler gibi, Erdoğan da, iktidarı kaybetmemek için, yalanlar üzerinden siyaset yapıyor!
Siyaset bir kenara, İslam’da yalan söylemek sevap mı?! Elbette değil. İslam’da yalan söylemek, iftira atmak sevap olmadığı gibi, en büyük günahlardan, yanlışlardan ve ahlaksızlıklardan birisidir. Yalancı ve iftiracı insan istediği kadar içki içmesin, domuz eti yemesin, oruç tutsun, namaz kılsın, başını örtsün, müslüman falan olamaz! AKP’nin ve Erdoğan’ın, dikta rejimine karşı çıkan ve Gezi Parkı direnişini destekleyen anti-kapitalist müslümanlardan öğreneceği çok şey var!
Halkın önemli bir kesimi Erdoğan’a karşı isyan etti, onun politikalarını ve siyaset yapma biçimini onaylamadığını ortaya koydu, laikliğin, düşünce ve ifade özgürlüğünün, demokrasinin tehlike altına girdiğini gördü. Bununla birlikte Erdoğan, tüm dünyada sert bir biçimde eleştirilen ve dalga geçilen bir kişi oldu. Ancak bunların hiçbirisi onun umurunda değil. O dünyayı da tanımıyor, halkın diğer yarısını da tanımıyor, onun için önemli olan tek şey kendisine oy veren %50 ve kendi iktidar hırsı. Sanki her şeyi en iyi o biliyor, onun dışındaki herkes yanılıyor!
Erdoğan, bir dogmatizm ve despotizm abidesi olan Fethullah Gülen adındaki vaizin pratik siyasetteki bir versiyonu! Malum Gülen de direnişe geçen insanları “zehir taşıyan ve ortalığı kireleten karıncalara” benzetmiş ve onları “çerik-çürük hale gelmiş, restorasyona ve ıslah edilmeye muhtaç, enkaz halindeki bir nesil” olarak nitelendirmişti! Erdoğan ile Gülen arasındaki tek fark yöntem farkı! Gülen protestocuların üzerinde şiddet uygulanmasına karşı çıktı, ancak onları aynen Erdoğan gibi yerin dibine batırmaktan kaçınmadı!
Tarih, Erdoğan ve Gülen gibi insanları, Türkiye Cumhuriyeti’ni felakete sürükleyen insanlar olarak hatırlayacak! Onlar aslında, dogmatizmin ve despotizmin ilüzyonu içinde yaşayan iki zavallı insan!
AKP ve onun yalakası aşağılık medya ise hala olayları “çevre sorunu” ve “marjinal gruplar” bağlamında değerlendiriyor. Oysa Erdoğan’ın ve AKP’nin dogmatizm ve despotizm sabıkası kabarık. Bazılarını hatırlayalım:
1)Kendisine karşı gelen muhalif gazetecileri, yazarları, akademisyenleri, siyasetçileri, askerleri, öğrencileri sahte ve taraflı yargı süreçleriyle hapishaneye attı.
2)Zinayı sadece bir boşanma nedeni olmaktan çıkartıp, hapisle cezalandırmaya kalkıştı.
3)Kürtajı yasaklamaya kalktı, kürtaj yaptıran kadını katil ilan etti.
4)Kadınların en az üç çocuk doğurması gerektiğine dair buyruklar ortaya attı, kadınları bu yöntemle eve kapatmanın yollarını aradı.
5)Milli içkinin sadece ayran olduğuna dair fetva verdi, Mustafa Kemal Atatürk’ü de ima ederek, içki içenlere ayyaş dedi, alkolle ilgili yasakları devreye soktu.
6)19 Mayıs ve 29 Ekim kutlamalarına sınırlama getirdi.
7)”4+4+4” formülüyle dinci eğitimi geri getirdi, İmam Hatip orta okullarını yeniden açtı, sözde laik eğitim kurumlarında din derslerini zorunlu ders olarak korumaya devam etti.
8)TÜBİTAK’ta evrim teorisini yasakladı ve sansürledi.
9)Ateistleri hapisle cezalandırdı.
10)Medyada sansür ve muhaliflere karşı işten çıkartma uyguladı.
11)Televizyon ekranlarını ilahiyatçı konuklarla doldurdu.
12)Heykel yıktı.
13)Tiyatro kapattı.
14)Kitap yasakladı.
15)Üçüncü boğaz köprüsüne, tarihin en büyük Alevi katliamını yapan ve Osmanlı’da hilafeti kuran Yavuz Sultan Selim’in adını verdi.
Bu kadar yoğun ve geniş kapsamlı bir dogmatizme ve despotizme kim dayanır?! Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerine, laikliğe, düşünce ve ifade özgürlüğüne, temel insan haklarına, demokrasiye inanmış hiçbir vatandaş bu tür uygulamaları kabul etmez! Nitekim kabul etmedi de! Halkın sabrını yanlış okuyan ve suistimal eden Erdoğan ve AKP, sonunda duvara tosladı. Olay bu kadar basit. Olayı hala bir çevre sorunu sanmak, protestocuları bir kaç “marjinal” gruptan ibaret görmek için kör olmak lazım. Halkın nelere tepki verdiği belli. Olay artık Gezi Parkı protestocularını da aştı. Olay tüm Türkiye’ye yayıldı.
Erdoğan ve AKP ise hala seçim sandığına ve referanduma sığınmanın yollarını arıyor. Erdoğan ve AKP seçimden tekrar %50 oy alsa ne olur?! Adolf Hitler de serbest seçimle %43 ile iktidara gelmişti! Demokrasinin seçim sandığından ibaret olduğunu sanmak için ya ahmak ve cahil olmak gerekir ya da kötü ruhlu bir insan olmak gerekir!
Gezi Parkı’nın geleceği konusunda da yeni tuzak referandum! Mevcut yasalarla bu konuda bir referandumun yapılıp yapılamayacağı belli değil. Ancak yapılırsa İstanbul’da veya Türkiye’de yapılması planlanıyor. Çünkü son seçimlerdeki sonuçlara göre AKP İstanbul’da CHP’den daha fazla oy aldı, Türkiye’de de CHP’yi ikiye katladı ve seçimleri kazandı. Oysa Gezi Parkı Beyoğlu, Şişli ve Beşiktaş bölgesinde. İlçe olarak Beyoğlu’nda kalıyor, ancak Şişli ve Beşiktaş ilçelerinin de hemen dibinde. Son belediye seçimlerinde, Beyoğlu’nda, AKP seçimi CHP’ye karşı çok az bir farkla kazandı. Burada yarış AKP ile CHP arasında başa baş geçti. Şişli’de eski CHP’li bağımsız aday Mustafa Sarıgül seçimi açık bir farkla kazandı, Beşiktaş’ta da CHP seçimi açık bir farkla kazandı. Yani Beyoğlu, Şişli ve Beşiktaş’ta seçmenin büyük çoğunluğu CHP’li. Bu nedenle Erdoğan ve AKP referandumu bu ilçelerle sınırlamak yerine, tüm İstanbul’a veya Türkiye’ye yaymak çabasında.
Bu durumda, Beyoğlu, Şişli ve Beşiktaş halkının yaşadığı bir bölgede olan bir parkın geleceğini, Sultanbeyli, Esenler, Fatih, Eyüp, Gaziosmanpaşa halkı belirleyecek! Böyle saçma bir şey olabilir mi?! O zaman Sultanbeyli’nin göbeğine dikilecek bir Afrodit heykelinin kararını da referandum ile Kadıköy, Beşiktaş ve Şişli ilçeleri versin!
Erdoğan’ın ve AKP’nin anlamadığı şeylerden bir tanesi şu: Gezi Parkı’nın olduğu bölge, Taksim Meydanı’nın olduğu bölge, AKP’lilerin çoğunlukta yaşadığı bir bölge değil. Bu bölgeye başka ilçelerden, dışarıdan gelenlerin de büyük çoğunluğu AKP’li değil. Bölge zaten içkili eğlence mekanlarının çok fazla ve yaygın olduğu bir bölge. İster ikamet edenler olsun, ister dışarıdan gelenler olsun, buralarda başı örtülü kadınların oranı da çok yüksek değil. Ancak dogmatizmin ve despotizmin doruğunda yaşayan Erdoğan, başkalarına kendi dünya görüşünü ve yaşam tarzını zorla empoze etmeye çalışan Erdoğan, buraya Osmanlı’da inşa edilen ve sonradan yıkılan Topçu Kışlası’nı yeniden dikmek, Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkmak, Taksim’e de yeni bir cami inşa etmek konusunda ısrar ediyor. Bütün olup bitenlere rağmen, bugüne kadar 4 ölü ve yüzlerce yaralı olmasına rağmen, “Gezi Parkı’nın üzerine Topçu Kışlası’nı dikeceğim, Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkacağım, Taksim’e cami yapacağım” diyor!
Bu arada Erdoğan’ın polisi, halkın polisi değil, halkın düşmanı polis, insanları öldürmeye ve yaralamaya devam ediyor.
CHP Hatay Gençlik Kolları Üyesi Abdullah Cömert’ten sonra, dün de, CHP’lilerin ağırlıkta olduğu bir protesto gösterisi sırasında polisin kurşunlarına hedef olan Ethem Sarısülük öldü. Böylece polis darbesi ve kurşunu ile ölenlerin sayısı ikiye yükseldi. Buna ek olarak polis şiddeti nedeniyle gözünü kaybeden, kör olan ve yaralanan yüzlerce vatandaş var. Ayrıca duvardan düşerek ölen bir polis komiseri ve arabanın altında kalarak ölen bir gösterici var.
Bir de, İslamcı siyasetin kölesi olmuş, iktidar ve koltuk hırslarına yenik düşmüş bir Padişah var.
Bu Padişah gitmeden, Türkiye huzura ve barışa kavuşamayacak!