Örsan K. Öymen

11 Kasım 2011

Japon Neden Van’da Öldü?

Van İli Erciş İlçesi’nde meydana gelen 7.1 şiddetindeki depremden birkaç hafta sonra Van merkeze yaklaşık


Van İli Erciş İlçesi’nde meydana gelen 7.1 şiddetindeki depremden birkaç hafta sonra Van merkeze yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta başka bir fay hattında 5.6 şiddetinde yeni bir deprem meydana geldi. Van merkezde toplam 25 bina yıkıldı ve enkaza dönüştü; bunların 21’i bir önceki depremde hasara uğradıkları için boşaltılmıştı, kalan 4 binada ise boşaltılma işlemi gerçekleşmediği için 10’u aşkın kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı.
En büyük kayıp ise yıkılan Bayram Otel’de gerçekleşti. Bayram günü Bayram Otel enkaza dönüştü. Bu otelde kimler kalıyordu? Rutin nedenlerle gelen müşteriler dışında, birkaç hafta önce gerçekleşen depremi takip eden gazeteciler ve bu depremde görev alan yardım kuruluşları üyeleri. Yani deprem hakkında kamuoyunu bilgilendirmek için görev yapanlar ve depremzedelere yardım edenler. Depremzedelere yardım edenler deprem kurbanı oldu! Bu kurbanlardan bir tanesi de Japonya vatandaşı Atsushi Miyazaki. Japonya’da 10 şiddetinde, 11 şiddetinde depremler yaşayan ancak yaşamını yitirmeyen Miyazaki, Türkiye’deki depremzedelere yardım etmek için geldi ve 5.6 şiddetindeki orta ölçekli bir depremde kaldığı otel başına yıkıldı ve kendisi yaşamını yitirdi. Japonya’da öldürmeyen deprem onu Türkiye’de öldürdü! Bu depremi en iyi özetleyen olay Miyazaki olayıdır.
Kandilli Rasathanesi’nin de açıkladığı gibi, bu şiddetteki orta ölçekli bir depremin normal koşullarda can kaybına yol açmaması gerekirdi. Ancak Türkiye’de normal koşul diye bir şey yok. Türkiye deprem bölgesinde olduğu halde, Türkiye’de beton bina yok, beton görüntüsü veren kartondan ve kumdan binalar var. Bu binalar şerefsiz ve namussuz müteahhitlerin ve belediyelerin eseri. Belediye onay veriyor, müteahhit yapıyor, yapım aşamasında veya sonrasında da belediye denetim yapmıyor. Böylece müteahhit-belediye ikilisi cinayete ortak oluyor. Türkiye’de müteahhit-belediye ikilisi estetik bina yapamadığı gibi, sağlam bina da yapmayı beceremiyor. “Estetikten vazgeçtim, Türkiye’de estetik lüks, bari bina sağlam olsun” deseniz, o da yok. Binalar hem çirkin hem çürük. Türkiye’nin kentlerindeki ve kasabalarındaki binaların büyük çoğunluğu çirkin ve çürük. Türkiye çirkin ve çürük bir ülke oldu! Yani uygarlıktan koptu! Oysa bu coğrafyada Antik Yunan’dan, Roma’dan, Bizans’tan, Osmanlı’dan kalan binalara bakıyorsunuz, hem estetik değeri var, hem de birçoğu sağlam. Yüzlerce, binlerce yıl önce Anadolu’da yaşayan insanın yapabildiğini 21. yüzyılda Türkiye’de yaşayan insan yapmayı beceremiyor. Bu utanç verici bir şey! Böyle bir utanç ile nasıl yaşanır? Onurlu insan ya kendine bir çekidüzen verir, bunu hırs yapar, kendisini geliştirmek için mücadele eder ya da bu utançla yaşayacağına, bir Japon geleneğinde olduğu gibi intihar eder.
Bunun sorumlusu kapitalizm desek sadece o da değil. Bu durumu tek başına kapitalizm ile açıklamak olanaklı değil. Çünkü Japonya da kapitalist. Üstelik Japonya, sanayisi ile, teknolojisi ile sözcüğün tam anlamıyla kapitalist bir ülke. Ama bu kapitalizm bir yandan insani değerlerle de dengelendiği ve törpülendiği için, binalar doğru dürüst yapıldığı ve denetlendiği için, 10’un üzerindeki şiddette meydana gelen depremlerde bile ölü sayısı asgari düzeyde oluyor. Türkiye’ye depremzedelere yardım etmek için gelen bir Japon ise orta ölçekli bir depremde yaşamını yitiriyor! Çünkü Türkiye’de kapitalizmle birlikte insanlık da öldü. Vahşi kapitalizm bu ülkede insanları şerefsiz ve namussuz yaptı! Din de Marx’ın dediği gibi herkesi uyuşturmaya devam ediyor. Müteahhitler “Para kazanayım, gerisi umurumda değil”, belediye memurları da, “Rüşvet ve/veya maaşımı alayım, gerisi umurumda değil” biçiminde düşündükleri ve bencilliğin doruk noktasında gezindikleri için, sorumsuz, namussuz ve şerefsiz oldukları için Türkiye’de insanlar ölüyor.
Konu sadece binaların yapılma aşamasıyla ilgili de değil. Van merkezde yıkılan Bayram Oteli ve Arslan Oteli ve diğer binalar, Van-Erciş depreminden sonra denetlenmedi mi? Bu binalar hakkında bir boşaltma kararı verilmedi mi? Verildiyse binalar neden boşaltılmadı? Verilmediyse bu binalar neden ve nasıl yıkıldı ve yerle bir oldu? Valilik Van’da yaşayan vatandaşlara neden “Evlerinize dönebilirsiniz, hasar yoksa eviniz güvenli” diye mesaj verdi? Valilik Erciş depremiyle bağlantılı olarak yeni depremlerin de olabileceğini bilmiyor mu? Valilik bu tür açıklamalar yapmadan önce bilim insanlarına danışmıyor mu? Sismologların, jeofizikçilerin, jeologların söylediklerini dikkate almıyor mu?
Gerçi Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Van-Erciş depreminden sonra bilim adamlarını yüzeysel olmakla suçladı, bilimin depremleri tam olarak açıklayamayacağını savundu, insanlara metafizik düşünme çağrısında bulundu, depremleri ilahi adalet ile açıkladı, ruh ölümsüz olduğu için, ölümün hiçlik ve yokluk olmadığını söyledi; Valilik de acaba Valilik olduğunu unutup kendisini bir an için imam mı sandı? Yoksa artık Valilik, hatta Bakanlık, Başbakanlık, Belediye ve Müteahhitlik şirketi de evrene, insana ve yaşama imam gözüyle mi bakıyor? Hasta olunca büyücüye ve üfürükçüye gitmeyen, tıp bilimine güvenerek doktora ve hastahaneye giden siyasilerimiz, yöneticilerimiz, memurlarımız ve müteahhitlerimiz, konu başkasının canı olunca bilime sırt çevirmeye mi karar veriyor?
“En gerçek kılavuz bilimdir” diyen ve dinci bakış açısını aşmayı bir uygarlık hedefi olarak ortaya koyan ve 10 Kasım’da ölümünün 73. yılında saygı ve sevgi ile andığımız Mustafa Kemal Atatürk, daha 1927 yılında, Van’da bir üniversite kurulmasını istemiş ve bu doğrultudaki çalışmalarını başlamıştı. Ancak bölgedeki tarikatlar ve aşiret ağaları buna yıllarca direnmişlerdi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi 1982 yılında ancak kurulabilmişti ve üniversitenin kadroları da önemli ölçüde dinci kişilerden oluşmuştu. Üniversitede dinci kadrolaşma ile mücadele eden Rektörlerden birisi olan Prof. Dr. Yücel Aşkın ise AKP döneminde, daha birkaç yıl önce, “tarihi eser kaçakçılığı” gibi saçma bir suçlamayla ve bahaneyle görevinden alınmış ve tutuklanmıştı. Aşkın daha sonra bu davadan beraat etti, ama olan yine ona oldu, suçsuz olduğu halde aylarca hapis yattı, tutukluyken hastalandı, aynı davadan yargılanan ve tutukluluk durumuna dayanamayan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektör Yardımcısı Enver Arpalı ise intihar etti. Van adaleti işte böyle bir şey!
Pekiyi deprem bölgesinin tam ortasında bulunan Van Yüzüncü Yıl  Üniversitesi’nde deprem konusunda kaç bilim adamı çalışıyor dersiniz? Üniversitenin resmi web sayfasındaki bilgilere göre toplam iki araştırma görevlisi! Üniversitede Jeofizik Bölümü’nde sadece iki genç araştırma görevlisi var. Jeoloji Bölümü’nde 1’i Profesör, 1’i Doçent, 5’i Yardımcı Doçent ve gerisi araştırma görevlisi olmak üzere toplam 24 öğretim elemanı var, ancak onların da büyük çoğunluğu deprem uzmanı değil, daha çok madenler ve doğal kaynaklar üzerine çalışıyorlar. Van Kedisi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Türk El Sanatları Araştırma ve Uygulama Merkezi gibi merkezlere bile sahip olan üniversitede, deprem bölgesinde yer aldığı halde, doğru dürüst bir Jeofizik Bölümü bile yok! Van gibi bir bölgede, üniversite halkı, belediyeleri, müteahhitleri deprem konusunda aydınlatmayacak da hangi konularda aydınlatacak, onlarla deprem konusunda işbirliği yapmayacak da hangi konuda işbirliği yapacak?!
Ama Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin İlahiyat Fakültesi güçlü ve kalabalık bir kadro ile iş başında! Nasıl olsa Diyanet İşleri Başkanı’nın açıkladığı gibi ölüm hiçlik ve yokluk değildir, ruh ölümsüzdür, ilahi adalet vardır, o zaman sorun yok! 8’i Profesör, 10’u Doçent, 8’i Yardımcı Doçent ve kalanı araştırma görevlisi olmak üzere toplam 32 kişilik İlahiyat Fakültesi öğretim elemanı kadrosu  Van’da “aydınlanma” hareketine öncülük ediyor!
İşte bu nedenle Japon Atsushi Miyazaki Japonya’da ölmedi, Türkiye’de, Van’da öldü!