Örsan K. Öymen

21 Eylül 2012

İslam ve Şiddet

ABD’de, “Müslümanların Masumiyeti” adlı amatör bir film gösterimi gerçekleşti ve bu filmden bazı bölümler You Tube’a yüklendi diye İslam dünyasında yine kıyamet koptu...

 

ABD’de, “Müslümanların Masumiyeti” adlı amatör bir film gösterimi gerçekleşti ve bu filmden bazı bölümler You Tube’a yüklendi diye İslam dünyasında yine kıyamet koptu. Libya’daki ABD temsilciliğine yapılan saldırılarda, ABD Büyükelçisi ve üç büyükelçilik personeli öldürüldü; Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de ABD temsilciliklerine saldırılar düzenlendi; Afganistan’da bombalı intihar saldırıları gerçekleşti. Bu saldırılarda ve polisle çıkan çatışmalarda bugüne kadar onlarca insan yaşamını yitirdi.

Filmi kimin, hangi amaçla yaptığı ise hala bir muamma. Filmi yapanın önce Musevi olduğu söylendi, daha sonra Hıristiyan olduğu belirtildi. Yapımcı kim, yönetmen kim, sponsorlar varsa, onlar kim, hala kesinleşen bir durum yok.

Daha önce de, ünlü Hintli yazar Salman Rüşdü, Kuran’ı Kerim’i eleştiren “Şeytan Ayetleri” adlı bir kitap yazdığı için, şiddet eylemleri yaşanmıştı; Salman Rüşdü’nün öldürülmesi için “fetva” çıkartılmıştı; Salman Rüşdü, ömür boyu gizlenerek yaşamak zorunda kalmıştı.  Hollandalı yönetmen Theo van Gogh, İslam’da kadının rolünü eleştiren bir film yaptığı için sokak ortasında öldürülmüştü. Danimarka’da, Müslümanların peygamber olarak kabul ettiği Muhammed’i eleştiren karikatürler yayınlandığı için, karikatürleri yayınlayan gazetenin binası ateşe verilmişti, Pakistan, Lübnan, Suriye ve İran’daki Danimarka büyükelçilikleri bombalı, silahlı saldırıya uğramıştı.

Söz konusu filmlerde ve yayınlarda İslam’a, Kuran’ı Kerim’e, Muhammed’e yöneltilen eleştiriler doğrudur, yanlıştır, bunlar hakaret içermektedir veya içermemektedir, bu işin bir boyutu. Ancak burada asıl ilginç olan ve neredeyse kimsenin üzerinde durmadığı boyut şu: Avrupa’da ve Amerika’da sadece İslam’a, Kuran’ı Kerim’e ve Muhammed’e yönelik değil, Hıristiyanlığa, İncil’e, İsa’ya, Museviliğe, Tevrat’a ve Musa’ya yönelik eleştiriler ve/veya hakaretler içeren filmler ve yayınlar da gerçekleşmektedir. Bunların bir kısmı ciddi yapımlar ve yayınlardır; bir kısmı da, “Müslümanların Masumiyeti” filminde söz konusu olduğu gibi, amatör ve uyduruk yapımlar ve yayınlardır.

Ancak işin ilginci, Hıristiyanlığa, İncil’e, İsa’ya, Museviliğe, Tevrat’a, Musa’ya yönelik eleştiri ve/veya hakaret içeren yapımlar ve yayınlar söz konusu olduğunda, dünyadaki Hıristiyanlar ve Museviler tepkilerini şiddet ve terör yoluyla ortaya koymamaktadırlar.

Acaba neden? Neden İslam’a, Kuran’ı Kerim’e ve Muhammed’e yönelik olumsuz bir yapım ve yayın ortaya çıktığında ortalık can pazarına döner de, Hıristiyanlığa, İncil’e, İsa’ya, Museviliğe, Tevrat’a, Musa’ya yönelik olumsuz bir yapım ve yayın oraya çıktığında, bazı ufak tefek protesto eylemleri gerçekleşse de, bu protesto eylemleri, insanların öldürülmesiyle sonuçlanmaz?

Yaşadığımız son olaylarda, asıl düşünülmesi gereken konu budur.

Kimileri bunun, Kuran’ı Kerim’in şiddete eğilimli ve dogmatik yapısından kaynaklandığını savunuyor, kimisi de, İslam ülkelerinin sosyo-ekonomik az gelişmişliği ve eğitim seviyesi ile bağlantılı olarak, Kuran’ı Kerim’in yanlış yorumlanmasından kaynaklandığını savunuyor. Kimisi de, hem Kuran’ı Kerim’in içeriğiyle ilgili sorunların olduğunu, hem de sosyo-ekonomik koşulların ve eğitim eksikliğinin, şiddet ve vahşeti körüklediğini savunuyor.

Yoksa, “Müslümanların Masumiyeti” filminin içerik olarak saçma ve yüzeysel olduğu zaten aşikar. Bunu anlamak için Müslüman olmaya da gerek yok. Bir ateist bile bunu açıkça görebilir.

Ancak, düşünce özgürlüğünün, yayın özgürlüğünün olduğu her demokratik ülkede, ciddi veya gayriciddi, derin veya yüzeysel, dinleri eleştiren her türlü yayın yapılabilir. Din, eleştiriden muaf, ayrıcalıklı ve dokunulmaz bir alan değildir. Demokratik bir ülkede, felsefe, bilim, sanat, siyaset nasıl eleştiriden muaf, ayrıcalıklı ve dokunulmaz değilse, din de aynı biçimde, dokunulmazlığa sahip bir tabu değildir. Bilim adamlarının ve filozofların tezleri, siyasetçilerin uygulamaları, sanatçıların eserleri nasıl eleştirilebiliyorsa, dinlerin, peygamber olduğu düşünülen kişilerin ve din adamlarının iddiaları da eleştirilebilir. Bir kere bunu, demokrasi geleneği olmayan, temel hak ve özgürlüklerden anlamayan tüm ülkelerin ve insanların kafasına sokması gerekir. Düşünceye ve yayına sadece ve sadece, yine düşünce ve yayın ile karşılık verilebilir; silahla, bombayla, roketle, bıçakla, çakıyla, çakmakla, kibritle, tehditle, yasakla yanıt verilemez!

Aslında “Müslümanların Masumiyeti” filmi, ciddiye alınacak bir film bile değildir. ABD’deki gösterimi sırasında zaten sinema salonu boşmuş. Kimse böyle bir filmden haberdar bile değildi. Ancak yine de, filme topla tüfekle saldırmak veya yasak talep etmek yerine, bu filme yönelik barışçı protesto gösterisi yapılabilir, filmi eleştiren, hatta yerden yere vuran yayınlar ortaya konabilir.

Üstelik film, içerik olarak da, Muhammed’in kişiliğini ve yaşamını yansıtan bir film değil; onu küçük düşüren ve zavallı birisi gibi gösteren bir film. Aklı başında hiç bir insan böyle saçma bir filmi zaten yapmaz.

Çünkü Muhammed, görüşlerine katılsanız da katılmasanız da, kendine özgü karakteri, duruşu ve karizması olan, 7. Yüzyıl Arabistan koşullarında, insanları ileriye götürmek niyetiyle mücadele eden, en az Musa ve İsa kadar ciddi bir insandır.

O dönemde ortaya koyduğu ve Kuran’ı Kerim’de de yer alan bazı kuralların, günümüz için geçerli olamayacağı, bazı kuralların temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı olduğu ve demokrasi ilkesi ile bağdaşmadığı savunulabilir.

Örneğin, zina yapanlar, eşcinsel ilişkiye girenler ve hırsızlık yapanlar için öngörülen cezalar, modern hukuka göre suç teşkil etmektedir. Kuran’ı Kerim’e göre zina yapana kırbaçla ceza verilmeli, eşcinsel olan ev hapsine kapatılmalı, hırsızlık yapanın eli kesilmeli. Oysa modern hukukta, zina ancak boşanma nedeni olabilir, eşcinsellik bir suç olarak görülemez, hırsızlık yapan da hapis ile cezalandırılır. Benzer bir biçimde, Kuran’ı Kerim’e göre kadınların şahitlikleri erkekler ile eşit sayılmamalı; miras hakları da erkeklere göre daha sınırlı olmalı; oysa modern hukukta cinsiyet ayrımcılığı yapmak olanaklı değil; şahitlikte de, miras hakkında da kadın ve erkek eşit. Yani Kuran’ı Kerim’i, o dönemin tarihsel koşullarını ve ceza yöntemlerini dikkate almadan, olduğu gibi günümüze uyarlamaya kalkarsanız, belli bir zaman dilimine ve mekana yönelik bir kitap olarak yorumlamak yerine, tüm zamanlar ve mekanlar için bir kitap olarak yorumlarsanız, demokrasiyi, temel insan haklarını, çöp sepetine atmış olursunuz.

Ayrıca, Kuran’ı Kerim’deki, insanları cehennem ile korkutma, cennet ile ödüllendirme yönteminin de, bir yandan despotizmi, bir yandan da pragmatizmi körüklediği savunulabilir. Bunun dışında, Kuran’ı Kerim’in, bir yandan tek tip bir ahlak anlayışı ortaya koyduğu, bir yandan da ahlakı dinin tekeli altına aldığı, oysa bunun tarihsel gerçeklere ve olgulara aykırı olduğu, farklı ahlak anlayışlarının ve dindar olmayanların da ahlaklı olabileceği savunulabilir, Kuran’ı Kerim, bu açıdan da eleştirilebilir.

Bunların da ötesinde, Kuran’ı Kerim’de bazı epistemolojik sorunların da olduğu savunulabilir. Ateistlerin ve agnostiklerin savunduğu gibi, Tanrı’nın varlığı, Tanrı’nın nitelikleri, insanın yaratılış süreci, ruhun ölümsüzlüğü, cennet ve cehennemin varlığı, mucizeler, vahiy, peygamberlik gibi birçok tezin, epistemolojik olarak temellendirilemeyeceği, Kuran’ı Kerim’deki bir çok tezin, bilimsel kuramlarla desteklenemeyeceği, hatta bilimle çeliştiği de savunulabilir.

Tüm bu eleştirileri yöneltmek, sadece Kuran’ı Kerim bağlamında değil, Tevrat ve İncil bağlamında da, bu ve benzeri eleştirileri yöneltmek olanaklıdır. Zaten fiilen de, yüzyıllardır, filozoflar ve bilim adamları, bu eleştirileri ortaya koymaktadırlar.

Ancak tüm bunlara rağmen, “Müslümanların Masumiyeti” filminde olduğu gibi, Muhammed’i olmadığı bir insan gibi göstermek, doğru bir şey değildir.

Bu doğru bir şey değildir, ancak buna tepki olarak adam öldürmek, hiç doğru bir şey değildir. Müslümanlık adı altında şiddet ve vahşet uygulayan kesimlerin anlamadığı budur.

Bazı müslümanlara baktığınızda, yüzlerinde sevgi ve barış ifadesi görürsünüz; bazılarında ise nefret ve öfke. Son haftalarda televizyon ekranlarında daha çok, nefret ve öfke içindeki müslümanları görüyoruz. El-Kaide, Hizbullah, Hamas, Taliban taraftarlarının yüzünde sevgi ve barış ifadesi yakalamaya çalışmak, okyanusta iğne aramak gibi bir şey. Şu anda bunların hepsi, savaş çığırtkanlığı yapıyorlar.

Bu, İslam dininin kendi içinde çözmesi gereken çok ciddi bir konudur. İlahiyatçılar, filozoflar, bilim adamları, hukukçular ve siyasetçiler bir araya gelip, Kuran’ı Kerim’in nasıl yorumlanması gerektiğini ortaya koymalı, demokrasi ile İslam dininin, özgürlük ile İslam dininin, çelişmek zorunda olmadığını gösterebilmelidirler.

Aksi halde, “Arap baharı” diye yutturulmaya çalışılan Arap kabusu, tüm dünyayı içine alacak biçimde, bir dünya kabusuna dönüşebilir!