Mısır’da serbest seçimle iktidara gelen İslamcı siyasetçi Muhammed Mursi, ordunun düzenlediği askeri bir darbeyle devrildi. İslamcı “Müslüman Kardeşler” partisinin adayı olan Mursi, seçildikten sonra da dinci politikalarını sürdürünce, seçimi ve sandığı suistimal ederek, demokrasi yerine, İslamcı bir düzen ve toplum kurmaya çalışınca, kendi sonunu hazırladı. İslamcılık ile demokrasinin bağdaşamayacağını bir türlü anlamayan Mursi’ye, asker bunu zorla gösterdi.
Hiçbir demokrat askeri darbeden yana olmaz. Ancak demokrasiyi seçime ve sandığa indirgemek ilkelliğini de hiçbir demokrat kabul etmez. Eğer demokrat olmak için seçim ve sandık yeterli olsaydı, Hitler de demokrat olurdu. Eğer demokrat olmak için seçim ve sandık yeterli olsaydı, Erdoğan da demokrat olurdu, Mursi de demokrat olurdu. Laikliğin olmadığı yerde, düşünce, ifade, basın ve örgütlenme özgürlüğünün olmadığı yerde demokrasiden söz edilemez.
Laiklik yerine, siyasette, hukukta, eğitimde, idari yapılanmada, yönetim biçiminde dinin egemen olduğu yerde demokrasi olmaz. Bunu anlamak için de Tevrat’ı, İncil’i ve Kuran’ı Kerim’i okumak ve anlamak gerekir. Dinde reform hareketi gerçekleşmedikçe, dinin toplum ve siyaset üzerindeki despotik etkisi bertaraf edilmedikçe, demokrasi de gerçekleşmez.
Dinin temel yapısı her zaman dogmatik ve despotiktir. Din sorgulamaz, din bir sürü hurafeyi dogmatik bir biçimde kabul eder. Din sözde mutlak hakikatler üzerine kuruludur. Din ortaya buyruklar savurur. Din diyalektik değildir. Din buyurgandır. Dinde bilime, epistemolojiye ve mantığa aykırı bir çok unsur var olduğu gibi, temel insan hak ve özgürlüklerine de aykırı bir çok unsur bulunmaktadır. O nedenle din ve demokrasi hiçbir zaman bağdaşmaz. Bağdaşmadığı için de sadece ve sadece dinin toplumdaki despotik etkisini kırabilmiş ülkelerde demokrasi gelişmiştir. Dinin tamamıyla yok edildiği değil, ancak dinin edilgenleştirildiği, dinin bir fetişizm olmaktan çıktığı toplumlarda demokrasi geleneği gelişmiştir.
Erdoğan ve Mursi gibi dogmatik despotların ve onların stepnesi zavallı sözde liberallerin anlamadığı budur. Liberal olduğunu savunan zavallılar John Locke’u ve David Hume’u okumazlarsa veya onları okusalar bile okuduklarını anlamazlarsa olacağı budur! Orta Doğu’da insanlar hala, sadece Locke’u ve Hume’u değil, Kuran’ı Kerim’i de okumadan ve anlamadan, İslamcılık ile demokrasinin bağdaşabileceğine dair bir efsanenin peşine takıldıkları için, demokrasi bu bölgede bir türlü yerleşik bir düzen haline gelemiyor.
Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi. Herhalde kendi durumuyla Mursi’nin durumunu birbirine yakın gördüğü için korkuya kapıldı. Erdoğan, dün de, Mursi hükümetine karşı yapılan darbeyi desteklemek için Kahire’de Tahrir Meydanı’nda toplanan yüz binlerce insanı kastederek “Tahrir Meydanı’nda toplananlar Mısır halkı da, Mursi’yi desteklemek için Adevviye Meydanı’nda toplananlar Mısır halkı değil mi?” diye sordu. Kendisini desteklemek için Kazlıçeşme’de toplanan 250 bin kişiyi “Türk halkı” ve “Türkiye gerçeği” olarak nitelendirip, kendisini protesto etmek için Türkiye’de sokaklara dökülen (resmi sayılara göre) 2.5 milyon insanı “vandalist”, “yağmacı” ve “çapulcu” olarak nitelendiren Erdoğan bu soruyu hangi hakla yöneltiyor?!
Silah zoruyla darbe yapmak ile seçim vasıtasıyla darbe yapmak arasında ne fark var?! Birisi silahı araç olarak kullanarak darbe yapıyor, öteki de seçimi araç olarak kullanarak darbe yapıyor! Mısır’da Genelkurmay Başkanı El-Sisi ile Mursi arasındaki tek fark bu! Türkiye’de Kenan Evren ile Recep Tayyip Erdoğan arasındaki tek fark bu!
Hitler nasıl darbe yapmadan Almanya’da serbest seçimle iktidara geldiyse ve iktidara geldikten sonra despotik rejimini parlamentoda yasalar çıkartarak kurduysa, Erdoğan’ın durumu da aynı! Hitler nasıl önce seçilip sonra sivil darbesini yaptıysa, Erdoğan da aynı şekilde, önce kendisini seçtirdi, arkasından da sivil darbesini gerçekleştirdi!
Şimdi de, “Bunlar darbeci! Mısır’da uygulanan darbe senaryoları bizde de uygulanıyor!” diye ağlıyor, her zaman olduğu gibi, mağduru oynuyor! Sivil darbe yapan Erdoğan, askeri darbeleri eleştiriyor!
Masum gazetecileri, yazarları, akademisyenleri, siyasetçileri, parti başkanlarını, milletvekillerini, öğrencileri, askerleri hapishanelere atan, eğitim sistemine din enjeksiyonu yaparak gençlerin beynini yıkayan, heykel yıkan, tiyatro kapatan, bilimsel teori yasaklayan, medyaya sansür uygulayan, alkol yasaklarını devreye sokan Erdoğan, yine bir anda mağdur rolüne büründü! Aynen 1990’larda yaptığı gibi! Aynen Hitler’in 1920’lerde seçilmeden önce yaptığı gibi!
Oysa bu ülke de, bu dünya da, mağduru oynayan çok zalim gördü! Artık bu bayatlamış sahte ve yalancı oyunu kimse yutmayacaktır! Artık bugünkü dünya, eski dünya değildir, bugünkü Türkiye de, eski Türkiye değildir!