Örsan K. Öymen

28 Eylül 2012

AKP Hükümetinin Meşruiyeti

Kamuoyunda “Balyoz Davası” olarak bilinen ve 300’ü aşkın komutan ve askerin yargılandığı davanın kararı açıklandı...

Kamuoyunda “Balyoz Davası” olarak bilinen ve 300’ü aşkın komutan ve askerin yargılandığı davanın kararı açıklandı. Sanıkların büyük çoğunluğuna 16-20 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi. Hapis cezasına çarptırılanların arasında, eski 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek, eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına da var.

300’ü aşkın kişinin mahkumiyeti, 2000’i aşkın aile üyesini perişan etmiş durumda. Eşler, kız çocukları, erkek çocukları, anneler, babalar, torunlar perişan. Sadece, en yakınlarını 16 yıl, 18 yıl, 20 yıl göremeyecekleri için, belki de artık hiçbir zaman göremeyecekleri ve artık onlarla birlikte yaşayamayacakları için değil; aynı zamanda, adil olmayan bir mahkeme heyetinin, adil olmayan bir kararıyla, en yakınlarından kopartılmış oldukları için, derin bir acı ve öfke yaşıyorlar.

Söz konusu kişilerin tutuklanmalarına yol açan en önemli belgelerden birisi olan bir CD’nin, birçok ulusal ve uluslararası bilirkişi raporuna göre, sahte olduğu ortaya çıktığı halde, bu CD’deki birçok datanın sonradan eklendiği ortaya çıktığı halde, CD içindeki datalarda tutarsızlıkların ve gerçeğe aykırılıkların olduğu belirlendiği halde; davaya konu olan olayın en önemli şahitleri arasında yer alan iki üst düzey komutan, savunmanın talebine rağmen, mahkeme heyeti tarafından ifade vermek üzere mahkemeye çağrılmadığı halde; söz konusu askerlerin bir darbe planı yaptıklarına veya darbeye teşebbüs ettiklerine dair ortaya hiçbir kanıt konamadığı halde; Türkiye Cumhuriyeti’nin askerleri, uyduruk bir mahkeme heyeti tarafından, uyduruk bir kararla, mahkum edildi.

Mahkum olan söz konusu askerlerden bazıları, darbe taraftarı olabilirler. Bazı komutanlar, düzenledikleri bazı seminerlerde, görevlerini suistimal ederek, darbe taraftarı izlenimi yaratan söylemlerde bulunmuş olabilirler. Ancak bu onların, darbe planladıkları veya darbeye eksik/tam teşebbüs ettikleri anlamına gelmez. Bu onların sadece, demokrasi anlayışından yoksun askerler oldukları anlamına gelir. Bunun cezası da 16 yıl, 18 yıl, 20 yıl hapis değildir; bunun cezası görevden alma ve ömür boyu askerlikten men edilme olabilir; hapis cezası olamaz.

Mahkeme, darbe taraftarı izlenimi yaratan bir söylemde bulunan komutanlara ve emir-komuta zincirinin gereği olarak o seminere dinleyici olarak katılan askerlere, seri katil muamelesi yapmıştır. Bu sözcüğün tam anlamıyla, büyük bir hukuk skandalıdır!

AKP yargısı ve medyanın bir kısmı, darbe taraftarı izlenimi yaratan söylem ile darbe planı; darbe taraftarı izlenimi yaratan söylem ile darbeye teşebbüs arasındaki ayrımı yapmaktan aciz kalmıştır! Neden? Çünkü analitik zeka yok; çünkü demokrasi anlayışı yok; çünkü vicdan yok; çünkü kin, nefret ve öfke var!

Yüzlerce kişinin katıldığı bir ordu seminerinde darbe planı yapılır mı?! Böyle komik bir şey olabilir mi?

Dört örnek sıralayalım:

1)X adlı kişi, Z adlı kişi için “Keşke ölse” dedi.

2)X adlı kişi, Z adlı kişiyi korkutmak için ona bıçak çekti.

3)X adlı kişi, Z adlı kişiyi öldürmek için ona bıçak çekti; ancak onu öldüremedi; çünkü Z adlı kişi kaçmayı başardı.

4)X adlı kişi, Z adlı kişiyi bıçaklayarak öldürdü.

Bu dört durumun hepsi, hukukta, aynı kefeye konabilir mi? Konsa, bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının belki de yarısını, hapishanelere atmak gerekirdi!

Böyle skandal bir mahkeme sürecine ve mahkeme kararına ancak diktatörlüklerde rastlanabilir! Örneğin Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu veya Osmanlı İmparatorluğu döneminde! Örneğin Nazilerin iktidarda olduğu Almanya’da! Örneğin, Kuzey Kore’de, Suudi Arabistan’da veya İran’da!

Eğer yargı, “Balyoz” kararını veren türden yargıçların eline geçtiyse, “Ergenekon” sürecinde de benzer kararlarla karşı karşıya kalacağız demektir!

Vakti zamanında Erdoğan, Suriye’deki Esad yönetimi için, “Esad yönetimi meşruiyetini yitirdi” demişti. Gerekçesi şu idi: Çünkü Esad bir diktatördür.

Gerçekten de öyledir. Diktatörlükler gayri-meşrudur; onlara karşı demokrasi için yürütülen darbeler, ayaklanmalar, isyanlar, protesto hareketleri ve devrimler ise meşrudur. O nedenle Nazilere karşı yürütülen silahlı hareketler meşruydu! O nedenle, Fidel Castro’nun ve Che Guevera’nın, Küba diktatörü Batista’ya karşı yürüttüğü silahlı gerilla hareketi meşruydu! O nedenle, Mustafa Kemal Atatürk’ün Osmanlı padişahlarına ve diktatörlerine karşı yürüttüğü isyan hareketi meşruydu!

Yüzlerce öğrencinin, protesto gösterilerine katıldıkları için hapiste olduğu, onlarca gazetecinin, yazarın, öğretim üyesinin, siyasetçinin düşüncelerinden ve yayınlarından ötürü hapiste olduğu, yüzlerce askerin, adil olmayan bir yargılama sürecinde 16 yıl, 18 yıl, 20 yıl hapise mahkum olduğu bir durumda, AKP hükümetinin ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir meşruiyetinin kaldığı söylenebilir mi?!

Bundan sonraki süreçte, Yargıtay da, “Balyoz Davası”nda mahkemenin aldığı kararı onaylarsa, AKP hükümetinin ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir meşruiyetinin kalacağı söylenebilir mi?!

Yargıçmış, sandıkmış, bunlar hikaye! Hitler de seçim sandığından çıkmıştı; Hitler’in de yargıçları vardı!

Bir yönetimi meşru veya gayri-meşru kılan seçim ve sandık değildir; bir yönetimi meşru veya gayri-meşru kılan tek ölçüt, rejimin dikta rejimi olup olmadığıdır. Bir dikta rejiminin sandıktan çıkması veya çıkmaması hiçbir şey ifade etmez! Gerçek darbeci Kenan Evren’in hazırladığı dikta anayasası da sandıktan çıkmıştı! Üstelik yüzde 90’ı aşkın bir oy oranıyla!

Tekrar soruyorum: Yargıtay, “Balyoz Davası”nda mahkemenin aldığı kararı onaylarsa, AKP hükümetinin ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir meşruiyetinin kalacağı söylenebilir mi?

Şuurunu yitirmiş olan AKP, darbeyi önlemek adı altında, neredeyse darbelere davetiye çıkartıyor!

Yoksa her şey şuurlu bir biçimde yapılıyor da, bütün bunlar, daha büyük bir planın, küçük parçaları mı?!

AKP kendisini hukuken meşrulaştırmak istiyorsa, bir an önce uyguladığı dikta yönetimine son vermeli, diktatörlüğü sandıkla pekiştireceğine, Türkiye’de düşünce, yayın ve örgütlenme özgürlüğünün önünü açmalı, temel insan hak ve özgürlüklerini teminat altına almalıdır.

Mahkum olan askerlerin “eş” ve “babalık” statülerinden mahrum kalmalarıyla ilgili yargıçların verdiği karara gelince: O askerler ölene kadar eş ve baba olarak kalacaklardır; o yargıçlar ise, halkın vicdanında, ölene kadar, “insanlık” statüsünden mahrum kalacaklardır!