Orhan Alkaya

26 Aralık 2012

Yaralandım

Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde, heyecan verici bir gün yaşanacaktı. Çoğunlukla yerli üretim olan Göktürk-2 gözlem uydusu, uzaydaki rezervasyonuna yerleştirilecekti

Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde, heyecan verici bir gün yaşanacaktı. Çoğunlukla yerli üretim olan Göktürk-2 gözlem uydusu, uzaydaki rezervasyonuna yerleştirilecekti. Günlerden 18 Salı, aylardan 2012’nin Aralık’ıydı.

Aynı günlerde meri hükümet 12 Eylül musallatı YÖK (Yüksek Öğretim Kurulu) yasasını, darbe zamanını aratacak değişikliklerle Meclis gündemine indirmeye hazırlanıyordu.

Göktürk-2’nin uzaya fırlatılması töreni için Çin’e online bağlanacak zevat –Cumhurbaşkanı unutulup çağrılmamıştı- ODTÜ’de bir araya gelecekti.

YÖK yasasına ve yasada yapılacak değişikliklere karşı çıkan öğrenciler, hazır hükümet ayağımıza kadar gelmişken, derdimizi anlatalım,bu hükümetten hazzetmediğimizi de bir kere daha söyleyelim, diyerek hazırlıklar yaptılar.

Ankara Emniyeti de hazırlık yapmıştı. ODTÜ’nün ismine duyulan saygıdan olsa gerek, aralarında Özel Harekat’çıların da yer aldığı binlerce polis, zırhlısı zırhsızı yüzden fazla araç,kâfi miktarda toma –anti protest sulama aracı-, sayılamayacak kadar gaz bombası ve menşei dışarıda biber gazı ile üniversiteye geldiler.

Bu menşei dışarıda biber gazlarının fazla tüketimi mecburiyeti, yerli üretimi heveslendirmiş olmalı ki, yakın tarihinde ilk kez, ODTÜ olaylarında  sağduyu serdedip –ve ama- ayazda bırakılan İçişleri Bakanı Şahin, bu sorunu aşacaklarını ve yerli biber gazı üretimine yakında geçeceklerini daha önce açıklamıştı.

TÜBİTAK binasına bir buçuk kilometre kala, ODTÜ’ye saygısını göstermekte ön kararlılık sahibi emniyet kuvvetleri ile öğrenciler karşı karşıya geldi. Öğrenciler ara ara slogan atıyor, öğretim üyeleri arayı bulmak ve olay çıkmasını önlemek için çaba sarfediyordu. Stabil bir durum vardı.

Saat 16:00 suları, bir anda mübalağa cenk olundu. Emniyet tasarrufundaki gaz bombaları öğrencilerin üzerine yağmaya başladı.

Yani, ortada ciddi bir azmettirme vak’ası olduğu, açık zihinler için açık.

Kalan kısmını herkes biliyor ve kendi meşrebince yazdı çizdi. Bir takımı, inanmak istediği kısmın “fili elleyen kör”ü oldu. Vakti zamanında komünistlere saldırırken kullandıkları tahta sopalara Allah’ın adını yazmakla övünen birileri geçmişten kulaklarında kalan örgüt isimlerini konfeti yapıp ODTÜ bahçesine fırlattı.

Süreci bir “entelektüel imtihanı”na dönüştüren ilk adım, şimdiden akademi tarihine geçen ODTÜ Rektörü Ahmet Acar’dan geldi:

“Yerleşkemizde yaşanan şiddeti kınıyoruz. ODTÜ’nün ve ülkemizin bir an önce şiddetten arınması için öncelikle güvenlik kuvvetlerinin dikkatli davranmasını bekliyoruz. Polisin, protesto hakkını kullanmak isteyen öğrencilere karşı şiddet kullanmaktan kaçınmasının, güvenlik tedbiri alırken olaylarla ilgisi olmayan öğrencilerin ve çalışanların yaşadıkları büyük olumsuzluklara karşı duyarlı olmasının önemini ve gereğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Üniversite yönetimi olarak, şiddet içermeyen, başkalarının özgürlüğünü kısıtlamayan, eğitim-araştırma faaliyetlerimizi engellemeyen ve çevreye zarar vermeyen protestoları özgürlük ortamının parçası olarak görüyoruz.”

İçişleri Bakanı’nın emniyetin “orantısız güç” kullandığı yönündeki, beklenmeyen sağduyulu açıklaması ile bir nebze yatıştırıcı etki altına girildiği bir esnada da, bu “entelektüel imtihan” sahici bir imtihana dönüştü. Elbette Başbakan’ın söz almasıyla…

Ara nağmeleri, “Kimse, yahu bu nasıl bir öğrenci, bu nasıl bir rektör ve nasıl bir yönetim, demiyor,” şeklinde alışıldık üslûbuyla seslendiren Başbakan’ı ev baskınları izledi. Neyse ki şimdilik tutuklama kararı çıkmadı.

“Entelektüel imtihanı”nda ikinci perde ise, beni çok çok derin yaraladı.

Beş önemli üniversitenin rektörleri, ortak bir deklarasyon yayımladı. İstanbul Teknik Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi rektörleriydi bu açıklamayı yapanlar. Diyorlardı ki:

"Türkiye Cumhuriyeti'nin uzay bilimleri ve teknolojileri alanında göstermiş olduğu bu tarihi başarı, ne yazık ki ODTÜ yerleşkesinde bazı öğrencilerin şiddet eylemleriyle(abç) gölgelenmeye çalışılmıştır.

Üniversiteler öğrencilerin ve bilim adamlarının fikir ürettiği, düşüncelerini özgürce paylaştığı; farklı, hatta katılmadığı düşüncelere tahammül etmeyi içselleştirdiği ortamlar olmalıdır. Şiddet içeren eylemlerin, fikirlerin önüne geçmemesi esastır. Öğrencilerin tek protesto aracı eleştirel fikirleri olmalı; taş, sopa ve molotof kokteyli öğrencilerle anılmamalıdır. Kavga ve şiddet hiçbir fikre hizmet edemez ve hiçbir fikir hedeflerine bu yöntemlerle ulaşamaz.Marmara Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesi olarak, ODTÜ yerleşkesinde gerçekleştirilen tören sırasında yaşanan şiddet olaylarını üzüntüyle karşılıyoruz.Toplumun her alanda bir adım daha ileriye gidebilmesinin, üniversite öğrencilerinin eğitim, araştırma ve sosyal sorumluluk faaliyetleriyle mümkün olacağına inanıyoruz. Üniversiteler olarak öğrencilerimizin kamuoyunda başarılarıyla gündeme gelmeleri en büyük arzumuzdur.Bu vesileyle, ülkemizde heyecan uyandıran ve tüm dünyanın ilgisini çeken böylesine bir bilimsel ve teknolojik başarının gerçekleşmesinde katkısı olan bilim adamlarımıza ve diğer yetkililere teşekkür eder, tebriklerimizi sunarız. Kamuoyuna saygıyla duyurulur."

Ben de saygıyla aldım, dört rektörü masun saydım ama Mimar Sinan’ın rektörü, arkadaşım Yalçın Karayağız’ı bu embedded sözler için affetmeyi, arkadaşlık tarihimize saygısızlık saydım.

Bu deklarasyonun iki hedef atılımı var:

1: ODTÜ Rektörü Acar’ı, ODTÜ yönetim kadrosunu ve öğretim üyelerini açığa alıp yalnızlaştırıyorlar. Bunun adı akademik ihanet olabilir.

2: “Bazı öğrencilerin şiddet eylemleri” ifadesiyle, olguyu araştırma gereği duymadan hüküm beyan ediyorlar. Bunun da adı akademik sefalet olsa gerekir.

Gelelim bu yazının “yara” kısmına. Yalçın iyi bir adamdır. İyi de bir akademisyendir. Büyük hayali olan Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ni, Antrepo’da Emre Arolat’ın mimari projesini yaptığı bir dünya kapitaline dönüştürmek için yıllardır çırpınıyor.

Heba edilmekte olan çok sayıda tuvali, bir bakıma resim tarihimizi koruma altına aldığı da doğrudur.

Nedir, bir hedef için bu kadar ağır bir a-akademi yük altına girdiğinde, Mussolini’nin Milano Merkez Garı’ndan farkı kalmayabilir bu büyük projenin.

Yalçın’dan beklediğim “akademik özür”den ibaret.

Ki Yalçın da bilir: “Şu ellerin taşı hiç bana değmez.”