Dur durak tanımayan bir yargıçlar devletinin en yakın en sıcak müştekîleri onlar.
14 Mart 2010 tarihinde, ucu kentsel dönüşüme açılan mahut “Roman Açılımı” sırasında, “Parasız Eğitim İstiyoruz, Alacağız” yazılı pankartı ucundan tutup havaya kaldıran üç öğrenciden ikisi, Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer, 8 yıl 5 ay hapis cezasına çarptırıldı. Üçüncü öğrenci, Utku Ayar’a verilen hapis cezası süresi ise 2 yıl 2 ay...
Öğrencilerin “Anayasal sınırlar içerisinde, düşündüklerini açıkladıkları” mütalaasıyla beraatlerini talep eden Savcı Kasım İlimoğlu’nun görev yeri değiştirildi, yerine gelen Savcı Adem Özcan, terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyet istedi ve karar çıktı.
Parasız Eğitim İsteme Teşikilatı (PEİT) yandaşı öğrenciler, branda üzerine yağlıboyayla yazı yazma, düşünce ve talep beyan etme, bu düşünce ve talep doğrultusunda kamuoyu oluşturma suçunu işlemişlerdi.
PEİT’lilere verilen mahkûmiyet kararının hemen öncesinde, Başbakan bir grup gazeteciyle bir araya gelmiş, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun taze 250. Maddesinden şikâyet etmişti. “Bu madde devlet içinde devlet yaratır,” diyen Başbakan da PEİT öğrencileri kadar kaygılıydı belli ki.
Esasen yargıçlar devletinin, kendisini Başbakan’a deklare edişi, MİT operasyonu ile görünür hale gelmişti. Aynı konuşmada, “Alacaksanız o zaman beni alın. Talimatları ben verdim,” de diyordu Başbakan. Zaten apar topar bir yasa değişikliğine gidilip, MİT mensupları Başbakan’ın koruma ve himayesi altına alınmasaydı, olacağı da oydu.
Hakan Fidan’dan bir adım sonra, Oslo Görüşmesi kimin talimatıyla yapıldı, sorusunun cevabı alındığında yani, “alınacak” olan Başbakan’dı. Bir süreliğine ortalık yatıştırılır gibi oldu ama beyhûde. Gene Başbakan’ın sıfatlandırmasıyla bir “Canavar” vardı orta yerde.
Son 2100 rakamında kalmıştım, Tıp öğrencilerinin derdest edilmesi dışında da artmıştır bu rakam... 1500’ü liseli 2100 öğrenci tutuklu yargılanıyor memleketimizde.
Bu öğrencilerin öğretim hakları gasp ediliyor. Bu öğrencilerin büyük bölümü, PEİT benzeri “sözde” teşkilatlara üye olmakla suçlanıyor. Kimi üniversite kantinini kazıkçı bulmuş, kimi tweet atıp dekanını eleştirmiş, facebook’ta kürsüsüne el çektirilen hocasına arka çıkmış...
12 Eylül’ün üniversiteleri ortaokullaştırma operasyonunun üstyapısı YÖK bile, emniyet ile üniversite arasında böylesine saadetli bir birliktelik yaşanabileceğini öngörmemişti. Görünen o ki bu saadetli zincire yargı da katılmaya karar verdi.
Bugün, salt siyasal düşüncelerinden dolayı “büyük gözaltı” yaşayan, tutuksuz yargılanma cezasına çarptırılan, etnik kökeni yüzünden potansiyel suçlu sayılan genç insanlar üzerinden bütün toplum tehdit ediliyor.
Gücü sanal bir geometri ile büyüyen Başbakan da tehdide maruz kalanlar arasında görülen o ki...
Yüksek Yargı’nın ve özellikle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yeniden dizayn edilmesiyle sonuçlanan 12 Eylül Referandumu, anlaşılan istenilen verimden uzak kaldı.
12 Eylül 2010 Referandumu, AKP’nin ve özellikle Başbakan’ın kudret eğrisini sanal bir geometriyle büyütürken, yalnızca siyasi iktidara daha fazla yanlış yapma kredisi tanımakla kalmadı, uyuyan bir derin gücü de silkindirip kalkındırdı.
Başbakan’ın, ister gündem değiştirme hamlesi, diyelim, ister “overdose” komplikasyonu, özellikle son dönemde ortalığı altüst eden ataklarında sezdiğim ve doğru olmasını temenni etmediğim bir yan var.
İyiden iyiye kutuplaştırılmış, birbirine karşı pozisyon almış gergin bir toplumsal ortamda gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçiminden kendi adına yarar umuyor gibi Başbakan.
Nedir, böylesi bir tahkimat uzun süreye yayılırsa, üzerinden bizzat yaratıcısını da silkeleyecek bir deli at’a dönüşebilir. Yani, on birinci Cumhurbaşkanı’nın görev süresi Anayasa Mahkemesi tarafından 5 yıl ile sınırlandırılmazsa, bu –olası- strateji de çökmeye mahkûm görünüyor.
Evet, gündem karmakarışık. Yalnız bizim PEİT’li çocuklar için değil, memleketin görünürdeki en kudretli figürü olan Başbakan için de nice sıkıntıya gebe bir hal almış durumda.
Bu sıkıntılı gebeliği erken sonlandırmak en hayırlısı olabilir –ki bu da güncel bir tartışma konusuna değip geçiyor-. Ama bir gerçek var ki, o da fena halde can yakmaya devam ediyor.
Tutuklu yargılama alışkanlığı, bir tür peşin ceza kesme olarak bizim yargı-infaz sistemimizin en büyük kamburudur. Ceza alıp almayacakları bile belli olmayan binlerce insan tutuklu yargılanıyor, daha doğru deyişle, fiilen cezalandırılıyor bugün.
9 Mart Pazar günü Kadıköy İskelesi’nde buluşacak olan öğrenciler, arkadaşlarının tutukluluk hallerine razı gelmediklerini söyleyecek. Dilerim sağır gönüller, adaletli hukukçular, sade şikâyetin tatsız tuzsuz bir yemekten farkı olmadığını kavrayan her yurttaş tek yürek olur.
Bir ayıp ayyuka çıktıysa, düzeltmemek suçtur.