Orhan Alkaya

13 Temmuz 2012

Taşları bağlarsan itler bağırır

Ünal Osmanağaoğlu Kuşadası’nda mesken tutmuş, Bünyamin Adalı’yı tanımam...

Ünal Osmanağaoğlu Kuşadası’nda mesken tutmuş, Bünyamin Adalı’yı tanımam. Bu iki adam fi tarihinde yedi Türkiye İşçi Partisi mensubu arkadaşımızı öldürenlerden.

Bugün serbest kalmaları vicdanımı yaralamadı, çünkü on dört yıl civarında hapis yatmışlar. Bir gün yahut bir asır olsa bile Hürses’i, Efraim’i, Latif’i, Osman Nuri’yi, Serdar’ı, Salih’i, Faruk’u geri getirecek kudretleri yok.

1970’leri içerisinden yaşadım. Üstelik Ankara’yı da. Mahallelerini parsellerine kadar bilirim. Hele gece vaktiyse bir sokaktan diğerine adım atmanın hayatî değerini öğrenecek kadar zamanım oldu.

Bizi bir “içsavaş”a kışkırttıklarını yaşayarak gördüm, deneyimledim.

Bizim kadar temiz insanlardan birer zorunlu katil çıkartmaya ve bunu meşrû kılmaya gayret ettikleri zamanları yaşadım.

Benim için Mustafa Pehlivanlı ile Necdet Adalı arasında fark gözetmeme vicdanı bu fark edişten itibaren başladı.

Muhsin’in ölümü sözgelişi, herkes kadar diyemem, biraz daha fazla beni yaraladı. Çok şey bilen Muhsin (Yazıcıoğlu) konuşmak istiyordu. “Benim tarlam çoktan sürülmüş” derken, bir delikanlı cesaretiyle söz almaya çalışıyordu Muhsin. Herkese başvurdu. Konuşalım, anlatalım, dedi. Bir zamanların “faşist militan”ına evet konuşalım, diyenler de oldu ama çoğunluk reddetti Muhsin’i.

Bence Muhsin tertemiz bir insan olmaya çalışıyordu. Kalbim onu anladı. Konuşamadık. Reflekslerim Muhsin’i iteledi.

Konuşacak öyle çok şey var ki.

Bugün, 1 Mayıs 1977’yi soliçi hesaplaşmaya yıkmaya çalışan sol artığı arkadaşlarımızın zekâları bile esasen hıyanetten yana değil.

Herkes, içerisinde olduğu “o ân”ı meşru kılmaya çalışıyor.

Çünkü biz sosyalistler için adalet meşruiyettir.

Bugün izah edemediğimiz her şey bizi yaralıyorsa eğer, dört yüz yıldır süregiden “merkantalist”, Descartes’çı düşünme alışkanlığımızın bir sonucu bana sorarsanız.

Daima hayatı okumaya çalıştığımız için hayat bizden saklanmaya çalışıyor olabilir. Biz yeryüzü yaşaması aitleri, bizden âri süregiden hayatı küçümsemiş olabilir miyiz?

Sadece bu nedenle, dünya görüşümüz benzeşmese de saltık anlamda gazetecilik yapmakta olan arkadaşlarımız hapishanede mevsimsizleştirilirken, biz henüz tehdit altında olmayan evlerimizde rahata huzûra kavuşabilir miyiz?

Soner Yalçın’ın, Barış Terkoğlu’nun, Barış Pehlivan’ın, Zeynep Kuray’ın ve hele Büşra Ersanlı’nın hapishanede tutulduğu bir ülkede hangimiz özgür olabiliriz ki?

Çok sevdiğim bir arkadaşım daha var aralarında, Feyyaz Öğütçü. Feyyaz tutsak ise ben ne kadar özgürüm, size cevap vermeyeceğim.

Feyyaz bir asker. Zeynep gibi elime doğmadı. Benden daha da yaş almış üstelik. Barış gibi sosyalist kimliğine kafalet edebileceğim bir insan da değil. O Deniz Saha Komutanı’ydı ve benim arkadaşımdı.

Taşlar bağlanmıştı.

Hayatım bir meydan okuma hikâyesi oldu hep. Bir “challange”!

Başa çıkamayacağım hiçbir sebzeyi yetiştirmeye soyunmadım ya da başa çıkamayacağım kimseyle arkadaş olmadım. Bu yüzden Feyyaz darbe yapmayı ister miydi, diye sormadım hiç. Ne olsa, “ordu kılıcı atar” diyen bir Doktor Kıvılcımlı’yı da tanımıştım.

Bugün karşı-devrim galebe çaldıysa, bunu da yıllar yıllar süren tembel demokrasi dinamiklerine bağlayacak kadar bakmayı öğrendim.

Beni arkadaşım Feyyaz’dan ayıran, arkadaşım Büşra’dan ayıran, küçük kızım Zeynep’ten ayıran nedir diye sordum.

Cevabım basitti ne yazık ki. Bu darbe hukukuydu. Ya da normal olmayan hukuk!

Sıkıyönetim Mahkemesi’ni “demokratize” ettiler adı Devlet Güvenlik Mahkemesi oldu. Onu AB’leştirdiler Özel Yetkili Mahkeme... Şimdi, Hakan Fidan/Oslo soruşturması sonrası bir kez daha isim değiştiriyorlar.

Oğlum, bi bak hele,” sen kırk üç bin küsur yerleşkenin adını değiştirdin, bir bok mu oldu. Bizim millet hâlâ Uludere’ye Roboski diyor.

Arkadaşlarımızı öldürenler bugün serbest. Olsun. Belki karşılaşma imkânımız olur. Sadece gazetecilik yapan arkadaşlarımız niye serbest değil, biliyor musunuz? Çünkü onlar hiç bir şey yapmadı.

Pek çok şey yapan suçlular için onlar bir tehlike çünkü.

Yarın, bugünün zalimleri için farklı bir gün olacak.

Umarım hazırsınız üvey kardeşlerim.

Umarım hazırsın Türkiye Cumhuriyeti...