1994 yerel seçimi öncesi, Tünel’e doğru İstiklal üzerinde bir binada toplantıya çağrılmıştım. Sosyalist Birlik Partisi, seçim adayını belirleyecekti. Yaklaşık yetmiş kişi vardık. En gençlerinden olmalıyım, Türkiye sosyalist hareketinin, ilk anda akla gelebilecek isimlerinin kahir ekseriyeti oradaydı.
Aslan Abi (Başer Kafaoğlu) aday gösterilecek, biliyoruz da ittifaklar gereği konuşuyoruz.... SBP üyesi değildim ama, Kuruçeşme’den başlayıp ucu ÖDP kuruluşuna varan sürecin bir yerlerindeydim. Bir “Alternatif” arayışıydı o toplantı.
Bir süre, sosyalist aklımızı şehrin dört bir tarafına, kahvehanelerden evlere, meydanlardan dar sokaklara yayabileceğimizi konuştuk. Sıkılmaya başladığımı bugün gibi hatırlıyorum. Beni bunaltan, bugün olmasa da yarın bir karşılık bulacağından emin olduğum anti-kapitalist hayallerimiz değildi elbette.
Bir ara dayanamayıp, küçük bir pencere gösterisinden sonra sormuştum: Adayımız, Aslan Abi seçildi, 28 Mart (1994) sabahı İstanbul’a hangi projeleri vaat ediyoruz?
Arkalardan bir “Allah korusun” nidası geldiğini, buna Aslan Abi’nin bile güldüğünü de hatırlıyorum.
Refah Partisi adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu seçimdi bu. Üstelik İl Genel Meclisi seçiminde RP 3. Partiydi ülke genelinde.
Oradan buraya geldik de, ayrılmadan ülke genelinde aldığımız (SBP) oyu söylemeliyim: 0.29.
Muarız ile muvafık yan yana geldiğinde, konuşabilecek somut konuların olması gerekir, yoksa nizâ ve nîfak kaçınılmaz olur.
Bugün, benzer bir pozisyonda 30 Mart 2014’e doğru ilerliyoruz. Domino hareketini başlatacak seçime yani. Belirgin fark, gövdeli Kürt siyasal hareketinin, son seçimde yüzde 4.02 oy aldığı bir şehirden, İstanbul’dan bahsediyor oluşumuz.
Nitelikli bir ittifak ile AKP’nin, lideri şahsında gövde bulan otokrasiden, kaçınılmaz faşizme evrilişini önleyemezsek eğer, elbette tarih uzundur, bizi bir biçimde beraat ettirir (la historia me absolvere) ama seküler alışkanlıklarımızı savunmak için harcayacağımız zamanı, çocuğumuzdan, aşklarımızdan, okuyacağımız kitaplardan, dünya döngüsünden çalmak zorunda kalacağımızı da unutmayalım.
Domino etkisi yaratacağını düşündüğüm üç seçimin ilki yerel yönetim seçimi olduğu için de, -metaforumu bağışlayın- dua edelim. Genel seçim olsaydı bu “başlangıç efekti” işimiz bin türlü zor olurdu.
Ama şimdi, sadece 158 milyar doları Kuzey Ormanları yağmasına ayrılmış hiper-gentrifikasyon/yeşil alan yağmacılığı/arsa üretimi üzerinden rant getirisi projelerini, bu rantperest yönetici grubunun elinden alma şansına sahibiz.
Felaketin başlangıcı olan vesayet rızasında, 1960’da iki yaşındaydım, hatırladıklarım, babamın –sosyalist bir adamdı- Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idamlarına isyan edişinden, bir de sonrasında, ilkokul öğretmenimin Kemalist coşkusundan ibaret. Okul törenlerinde son sınıflara bayrak taşıtılır. Benim ilkokulda bayrak taşıma sıram 27 Mayıs 1968’de gelmişti. Mutlu muyum? O gün çok mutluydum da...
Askeri darbelerle karıklaştırılmış hayatımızı normalleştirmek, bir sünniist iktidara çok ağır geldi. Bu kardeşlerin, hiçbir zaman bizim kadar namuslu ve demokrat olmadığını da, onlar için DGM kapısında dizilirken gördüm.
Tayyib Erdoğan gibi “kompulsif arıza” işaretini çok öncesinden vermeye başlayan bir enstrümanla bu ülkede normalleşme sağlanamayacağını, herhalde herkes –artık- itiraf edecektir.
Normalleşme, önümüze bakacak zamanı bize tanır. Bunu hafife almayalım.
Önümüzde üç seçim var. Şanslıyız, çünkü ilki yerel yönetim seçimi. Burada bir partiye değil, bir vaade, uygulanabilirliği isbat edilmiş bir projeye oy vereceğiz.
Katılımcılığı, somut ve uygulanabilir projelere bağlayan adaya oy vereceğiz. Belki unutulmuş ve iki işleve indirgenmiş “Mahalle Muhtarlığı” mekanizmasına bile hayat katabiliriz.
T-shirt’leriyle Belediye Meclisi’ne girecek “mahalle forumları” temsilcilerine ihtiyacımız var.
Şehre değil, mahalleye ihtiyacımız var. Çünkü elimizden aldıkları, çaldıkları bizim gündelik hayatımız.
Bostanlara ihtiyacımız var, parklara, bisiklet yollarına, insan her ne ise, hissettiği gibi yaşamasına yol açmalıyız.
Bunu rantperestlerle, TOKİ’istlerle, torununa Ali adını vereceğini açıkladığında o yavrucak için üzüldüğümüz sünniistlerle yapabilecek miyiz?
Dede, torununu siyasete malzeme etmemeli. Böyle inandırıcılıktan uzak bir dede ile sürdürebilecek miyiz 90 yıllık seküler birikimimizi?
Bence hayır!
AKP’nin gitme vakti geldi.
Mesele, yerine gelmeye aday olanın bizi ikna etmesinde.
Sıra sizde arkadaşlar, bir projeniz var mı?