Akademik ünvanı “Profesör” olan emekli subay İskender Pala, akademik rezaletini fâş ettiğimiz gün itibariyle, güle böceğe dönüp, azca da olsa bildiği Divan Edebiyatı ile köşe dolduruyordu.
Milletin iddet müddeti doldu zannedip gene destursuz bağa girmiş.
İyi ki “yaz da ver” dediğim bir şerhi var İstanbul Şehir Tiyatrosu Repertuar Kurulu üyeliği yaptığı esnâda.
Düpedüz ve el yazısıyla, İslam inanışlarından gövdeli bir bölümünü “sapkın” diye tarif edecek kadar “sünnetli” bir arkadaş bu.
Şimdi de, bizim en güncel yaralı bölgemize işemeye kalkışmış: Neşet Ertaş türkülerinin bir kısmı erotizm ile malûlmüş.
“Bazı türküler vardır ki maalesef eski oturak âlemlerinin veya cinsel sapkınlıkların sözcülüğünü yapar gibi,” diyebilecek meşrepte bir adamdan bahsediyoruz.
Bu adama bir kez daha “Yürü git!” muamelesi yapmamamızın tek nedeni, Ahmet Sever “sözcü”sünün seslendirdiği yeni “merkez sağ” oluşumunda kendisine yer arayan bir garîb kisvesinde belirmeyi seçişi.
Sırtını bir yerlere dayamadan konuşabilme becerisi olmayan bu bir garîb âdem, karşımıza yeni “ikbâl”ler olasılığını bulmadan çıkamaz.
Çünkü bu muhterem, arkasını bir yerlere dayamadan konuşamaz.
Bu acayip “garîb”i tanımak için benim birkaç dokunuşum yettiydi esasen ama adam milletten elini eteğini çekecek yüze izâna sahip olmadığına göre, Neşet Ertaş’ın neşedine neden dil uzatılamayacağını da anlatmak gerek.
Çünkü bu adam “edeb”i yoksunluk kipiyle hatmetmiş.
Adamın biri meşrebindeki bu adam, “kadını aşağılayan müstehcen türkü”lerden rahatsızmış.
Ahmet Sever’in Mustafa İsen’i işin içinde olmasa, ol meczûba dokunmayalım, der geçerdim.
Nedir, iktidar paylaşımında “compulsif bozukluk” yaşayan tayyîb bir arkadaşın karşısına dikilmeye niyetli bir TMTB yöneticisine arkasını dayamaya çalışan bu figür, aynı zamanda bir memleket meselesi olmaya da talîlb olmakta.
Tâliban ile talebelik safhasında konuşmazsanız, sonrası zordur.
Bu kardeşcağızla bir kez söz yarıştırmak mecburiyetinde kalmıştım.
Seyretmediği ve okumadığı bir oyun üzerinden, İstanbul Şehir Tiyatrosu’na karşı “Hutu” palalarıyla saldırmaya yeltenmişti bu Pala.
Oyunun ismi “Günlük Müstehcen Sırlar” idi.
Marco Antonio de la Parra isimli parlak bir yazarın, askeri darbelere karşı durma niyetiyle yazınsallaştırdığı iyi bir “metafor” metindi.
Sahneleyen arkadaşım da bu iyi metafordan hiç sapmamak için, neredeyse yazarın parantez içlerini bile sahneye taşımıştı.
Yani, esasına sadık bir sahnelemeydi Yıldırım Fikret Urağ’ın “Günlük Müstehcen Sırlar”ı.
14 Şubat 2012 tarihli Zaman mevkûtesinde, bu zât-ı muhtereme, söz konusu oyun üzerinden İstanbul Şehir Tiyatrosu’nu gömmek amacı taşıyan bir “Claudius-Gertrude” zehri yaymaya kalkıştı.
Adamın biri olan bu adam, ne oyunu seyretmişti, ne okumuştu.
Esasen, oyunu okumadığı önermesi bana ait.
Seyretmediği kesin de, okumadığını kanıtlamak pek de kolay değil.
“İki suikastçı”yı “iki teşhirci” olarak anlamasını imkânsız bulup, bunu saltık anlamda, akademik ünvanı olan profesörlüğe dayandırarak sigaya almıştım.
Okumamıştı.
YÖK pro-müessesi Ali Demir’i değil de, hocalarımdan İdris Küçükömer’i, Ragıp Duran’ı filan öncelemiştim herhalde aklımın durmaya niyet ettiği o sıra.
Eğer iki suikastçiyi iki teşhirci olarak anladıysa, öğrencilerine yazık, diye de söylenmiştim.
Az zaman geçti üzerinden.
Bu adamın biri, o günden sonra gülden, gülistandan söz edip gün dolduruyordu ve bendeniz de unutup gitmiştim bu garâbeti.
Baktım, gene destûrsuz bağa girmiş İskender ve Pala.
Bizim iyi şair küçük İskender’den hareket ederek ve Alexander the Great’i de göz önünde bulundurarak: Vasat İskender.
Bu adamcağız, “Bir tenhada cân cânanı bulunca” türküsüne kulak dayayıp, erotizm vehmetmiş, her ne problemi varsa.
Üstüne bir de “kadını aşağılama” ithamı eklemiş ki, Vasat İskender’in ağzından evlere şenlik oluyor.
Neyse bu adamcağız vesile olsun da bir bakalım tez kaybedip çok yaralandığımız Usta, Muharrem Baba’nın oğlu ne söylemiş:
“Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özüme sel gizli gizli
Bir tenhada cân cânanı bulunca
Yaralar sinemi yar oy yar oy
Dil gizli gizli, dil gizli gizli
Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçenin gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle gider yar oy yar oy
Yol gizli gizli, yol gizli gizli.”
Bizim “the mediocre” bu deyişte erotizm vehmetmiş.
Zannet ki erotizm ayıp, demeyeceğim elbette de, bizimki burada bile vehmetmiş.
Allah aklını başına getirir inşallah.
Bu adamın biri yeniden başını uzatmaya yeltendiğine göre, üstelik böyle bir utanç biyografisiyle, ticarî dehasına da bakacağız demektir.
Sen ki “the mediocre”, benim tiyatroma yalan yalan küfrettin…
Peşi sıra insan içine çıkamaz hâle getirmiştim seni…
Şimdi Neşet Ertaş’a sarkıntılık ettiğinde ise…
Cümle abdallar adına sefaletini ilân ediyorum.
Son isteğim senden:
Sıkıysa uslanma!