1977 senesinin 25 Kasım’ı, Fatih Şehir Tiyatrosu’nda, profesyonel oyuncu oluşumun emekleme zamanını birlikte atlattığım üç adam, Nâzım’ın Yolcu piyesini oynuyor.
Hayatımın büyük şanslarından saydığım Savaş Dinçel yönetmiş Yolcu’yu, bir yandan da “Atlı”yı oynuyor. Mustafa Alabora ve Erdal Özyağcılar diğer ikisi. Bir de satranç arkadaşım Candan Sabuncu...
İşte o 25 Kasım suaresini bitiren ekip, soluğu hastanede almıştı, Okmeydanı SSK’da... Annesinin gözleriyle doğan bir oğlan çocuğunu, ancak oyun bitiminde görebilmişti babası Mustafa.
Adının Memet Ali olacağı evvelden belli bu bebek, nihayetinde ahir ömrümüzün “evlat” sıfatına sahip çocuklarındandır. Sonrasında pek hoşumuza giden işler yapmış, zekâsı, yetenekleri ve terbiyesiyle hep yüzümüzü güldürmüştür Memet Ali.
Boyu posu babasına benzer Memet Ali’nin, kollarının boyu da. Ama daha bebekliğinden, çocukluğundan, ilkgençliğinden beri bir başka okuma kerterizi vardır bedeninin: Gözleri. Neredeyse yüzünden de yukarıda duran gözleri.
Memet Ali, dünyaya içeriden ve dışarıdan dikkatle, merakla, hep anlamaya çalışarak bakan bir çift gözdür benim için, her şeyden önce.
1970’lerin en namuslu gazetecilerinden Savaş Ay’ın A Takımı’na yazılışı da, böyle bir anlama çalışmasının neticesi olmalı; Memoli olduğu günler. Bir yandan konservatuarda oyunculuk tahsil edip, aynı anda saha gazeteciliği yapması, karakterinin ilk ve kararlı belirişi sayılabilir.
Mustafa’yla bir akşamüstü Savaş’ın ofisine uğramıştık. Başta Savaş, bütün ekibin Memet Ali sevgisi beni sevinçle gülümsetmiş, Mustafa’yı hüngür hüngür ağlatmıştı. Baba olmak ne müthiş, demiştim. Henüz Âsûde doğmamıştı.
Sonra, çok meşhur olmasına yol açan bir televizyon dizisinde oynadı, Yılan Hikâyesi. Öncesinde bir de Kara Melek var, unutmadan ekleyeyim. Yılan Hikâyesi, Memet Ali’yi bir popüler kültür fenomenine dönüştürdü.
Memet Ali, eş zamanlı olarak klasik müziğe merakını da derinleştirmişti. Piyano çalmaya on dokuz yaşında başlayan bu meraklı evlat, Türkiye’nin en nitelikli klasik müzik dergisi olan Andante’nin yaratıcıları arasında yer aldı, Serhan Bali ile omuz omuza vererek. Emir Gamsızoğlu’yla birlite yaptıkları didaktik ve şahane programlar da cabası.
2002-2003 aralığında, Türkiye’yi Irak işgâlinden alıkoyan, bu onursuz çirkefe direnen adamlar ve kadınların en gençlerinden biriydi Memet Ali.
1 Mart 2003’ü hatırlıyorum. Birkaç lobi çalışması yüzünden geç geldiğim Sıhhiye’deki kürsü bölgesinde, Abi, nerede kaldın, diyen ciddi delikanlı, bizim evlat Memet Ali’ydi. Görkem Yeltan’la beraber ortak bildiri metnini okuyacaktık. Hadi, çalışın Abi, dedi. Kızmak ne kelime, feyz aldıydım bu çocuktan. Ortak metnin sonlarına doğru, kendisini tutamayıp, uzun kollarıyla bize sarılarak son cümlelere katılışındaki coşku hele...
Memet Ali’nin babasıyla, aynı gün aynı saatlerde Şehir Tiyatroları’ndan kovulmuştuk. 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu, bizleri çalışmasında sakınca görülen kişiler, olarak onurlandırmıştı. Mustafa’nın çocuğu vardı, Oktay’ın (Sözbir) ikincisi yeni doğmuştu. Onlar benden daha fedakâr olmak zorundaydı. Mustafa ile Oktay, çocuklarının sütü için, Coşkun Reis ile birlikte balıkçılık yaptı, Rumelihisarı’nda.
Bu çocukların sütü sağlamdır, anlayacağınız.
Memet Ali, yüksek adalet duygusunu hiç eksiltmeden, akıllı bir çocuk oldu bir yandan. Karşı çıktığı, direndiği, boyun eğmediği aygıtın zulüm mertebesindeki gücünü iyi süzdü ve iki ayağının üzerine sağlam basmayı da becerdi.
Oyuncular Sendikası, onun bu çok bileşenli kimliğinin en fazla yansıdığı organizasyon oldu. Sendikacılığı, siyasetin/reel politiğin değil, sınıf mücadelesinin temelli bir enstrümanı olarak gördü Memet Ali. Yanında, aynı zihin açıklığında arkadaşları ile, en zor, en kayganlaştırılmış sahada, strateji ve taktikler üzerinden, kaya gibi yumuşak bir mücadele yürüttü, sürdürüyor.
Gezi Parkı direnişi başladığında, yasa tüze tanımaz bir vahşete karşı Memet Ali de tepkisini sakınmadan kamuya yansıttı –ki helal süt emmiş bir adamdan zaten bu beklenirdi.
“Mesele sadece Gezi Parkı değil, sen hâlâ anlamadın mı arkadaş, hadi gel” diye bir tweet attı Memet Ali ve iktidar aygıtının ağzı olanı üzerine saldırdı. Lojistik hizmet sektörünü de, elbette bu aygıtın kaçınılmaz parçası sayıyorum.
Bu tweet’in arkasından başlatılan linç kampanyası, hem iktidar aygıtının zekâ seviyesi ile ilgili kuvvetli veri oluşturdu, hem muktedirin ne kadar korkmakta olduğunu deşifre etti.
Hayatının her ânını, attığı her adımı doğru ve dürüst olmak üzerine kurmuş bu Memet Ali’yi sahipsiz zannedenler, fena halde yanılır. İktidar koltuğunda siyaset eylemeyi, bir aktörün kamera karşısında role bürünmesi zannedenler, oynadıkları tehlikeli oyunda müsamere çapını bile yakalayamadıklarını da elbette bir gün fark eder.
Şimdi üzerimize düşen, bu ilkokulda müsamereye çıkartılmayıp, siyaset esnaflığında tiyatroya araç gözüyle bakanların şerrinden, beher can kardeşimizi korumaktır.
Memet Ali’ye karşı her şeyden evvel “zekâ suçu” işlenmiştir. Bu suçu üzerime alınıyor ve tarihe ihbar ediyorum.
Memet Ali’ye karşı “vicdan suçu” işlenmiştir. Arkadaşımız üzerinden cümlemiz “vicdansızlığa” davet edilmiş bulunuyoruz. Bu ahlâksız davetin cevabını da, bugün göremeyenler için, tarih elbette defterine kaydetmiştir.
Memet Ali’yi karşı bir de “ceza suçu” işlenmiştir ki, elbette bu ülkenin namuslu savcıları er ya da geç ama mutlaka gereğini yapacaktır.
Mustafa ve Betül’e, Memet Ali gibi hayırlı bir evlatları olduğu için imrenerek selamlarımı tazeliyor, kırlangıçtan bir ömür bile kaldıysa ömrüme, onu Memet Ali’ye veriyorum.