Orhan Alkaya

12 Ekim 2012

Maskeli Balo Bitebilir*

Omzuma dokunan bir el! Döndüm, döndük. Belirsiz yaşlarında, elinde yeşil PASOK flaması, başında beyaz çatkılı bir kadın.

1989 yılı, Yunanistan'da seçim fırtınası yaşanıyor. Sevgilimle birlikte, Selanik'in (babaannemin soyu da oradan yürüyor) bir yerlerinde (merkez garına yakın bir yerler olmalı) şehir haritası  üzerinden gideceğimiz yöne karar vermeye çalışıyoruz.

Omzuma dokunan bir el! Döndüm, döndük. Belirsiz yaşlarında, elinde yeşil PASOK flaması, başında beyaz çatkılı bir kadın. Bizim buralardan, sizin oralardan, öyle bir kadın işte.

"Sen Türk?"

Evet, dedim, ben Türk!

Kuşkusuz benimkilerden daha güçlü kollarıyla omuzlarımı sarsaladı, "Benim Mama İstanbul'dan," dedi. Şöyle bir okkalayıp beni, iyice sarıldı, ağladı.

Feriköylü'ymüş. Beş yaşında gelmişler Selanik'e. O uğursuz 6-7 Eylül ırkçılığının, o allahın belâsı on üç saatin ertesinde olmalı...

Kafa göz yararak hasbihal ettik. Tatavla'nın akibetini anlatmadım da, biraz Kurtuluş, Feriköy manzarası çizdim, bebekliğinden kalma birkaç fotograf hayat bulsun diye.

Yürüyüş kolu harekete geçmek üzereydi. Mitçotakis'e yenilmemeli, bizim  Sinaspismos'a oy kaptırmamalıydı. Gözlerini silerek seğirtti, yürüyüş koluna girdi.

Arnavutköylü Simeon Soltaridis, "Komşunu ne kadar tanıyorsun?" diye sorduğunda, handiyse bütün komşularımızın Rum olduğu çocukluğumun yazlarına koşturdum. Küçük amcamın duygusal bir ilgi beslediği söylenen Violet abla, sonradan voleybol milli takımımızın kaptanı olmuştu.

Zorluyorum hafızamı, ilk görüntüleri almak için. Bir kere, 6-7 Eylül rezaletinden sonra, 1963-64 krizinden önceydi.

Kimse kimseye kırgın değildi. Belki bizim Türkler biraz mahcûbdu komşularına reva görülen ırkçı tecavüz yüzünden.

İçsavaşın komünist direnişçilerinden İzmirli Stelyos Mayopoulos'la, Fokianu'daki evinde geçirdiğimiz akşamüstü sonra... Olanca heybetiyle yatağa bağlanmış Stelyos ve olağanüstü mavi gözlü Evriyanti'nin, sıkça hatırlayıp el aldığım büyüleyici hayat enerjileri...

Stelyos 1925 İzmir mübadillerindendi. “Ben bir köylü kızıydım, hayatı Stelyos’la ve mücadeleyle öğrendim,” diyen Evriyanti Selanikliydi.

Stelyos "Türkçe konuş," diyordu habire, "Benimle Türkçe konuş."

O bunu söylerken, "Vatandaş Türkçe konuş" sloganıyla etnik ayrımcılığı tırmandıran Türk sağının efsanevî yatağı Demokrat Parti'yi ve mikro-milliyetçiliğin binbir açmazını alaya alıyordu bir yandan.

Binbir dil konuşuyorduk ve aynı yeryüzü banyosunda yıkanıyorduk. Stelyos da öldü...

Bizim komünistlerden de katılanlar olmuştu Yunan içsavaşına; Kapitan Kemal-Mihri Abi mesela… İlkin Almanlara karşı, ardından iç faşistlere… komşu yoldaşlarıyla birlikte, omuz omuza mücadele etmişlerdi.

Nereden çıktı bu "komşunu ne kadar tanıyorsun?" sorusu diye düşündüm. Nedir giderek, anlayıp hak verdim soruya.

Zaman, kötülükler galebe çaldığında, pek çok güzelliği, yok olup yitmesinler diye derinlerde saklayan bir büyük akıldı.

Şimdi, rüzgârın uğultusu kimbilir genlerine yazıldığından,hep bağıra çağıra konuşan Giritli arkadaşlarım gibi yapmanın zamanıdır belki de; yüksek sesle, hiç durmaksızın ve hep muhabbet hislerini önceleyerek konuşmanın, konuşmanın...

Sürekli ve karşılıklı iç politika malzemesi olarak kullanılan iki ülke halkının, karmaşık "yüksek politika" manevralarına karşın diri kalan yakınlıkları, basit ve sıradan "sevme" yetenekleri, bugün aşılması güç gibi duran pek çok sorunla başa çıkabilecek güçtedir.

Yirminci yüzyıl travmatik cinayetlere, topluöldürümlere, yeryüzünü paylaşma girişimlerinin en kanlı sonuçlarına yataklık etti. Salt Yahudi, Çingene, çekik gözlü, yahut kara derili oldukları için imha edilmeye çalışılan toplulukların trajedisine tanık oldu bu yüzyılın insanı.

Bu yüzyılda iktidar edenler, daima, başkalarının Kürt'ünü, başkalarının Makedon'unu sevdi.

Şimdi halklar, onları oluşturan sıradan insanlar söz alabilecekse eğer; yüzyılın, çeşitli dozlardaki suçortaklıklarıyla biçimlenmiş sersemletici atmosferinden çokça nasiplenen Türk ve Yunan halkları, kışkırtılan yüksek gerilime kapılmamayı, yüz vermemeyi mutlaka becermelidir.

Tarihin yaz-boz tahtası üzerinde kurgulanan paradigmaların maskeli balosuna iki halk da "zorunlu" davetliydi. İki taraftan pek çok insan, üzerlerine biçilen zırhlı kostümlerle birçok gerçek ve virtüel savaşa karıştı.

Denizin iki yakasında da, maskeli balonun şehvetli müşterileri,  heveskâr tiranları, Kreon'ları, cengaverleri hep oldu...

Nedir, bu tuhaf baloya katılmayı reddedenler de hep oldu.  Bugün, kimbilir kaçıncı kez, paradigmaların maskeli balosunu deşifre etme şansı var önümüzde.

Öyleyse ilkin, herkes kendi faşistiyle hesaplaşsın, kendi tiranına boyun eğdirsin.  İki yakada da, aklından başka zırh, sevgisinden başka silah kuşanmamış insanların oluşturduğu bir birikim, nasılsa mevcut.

İzmir'de, büyük şair Yorgo Seferis'in doğduğu evin bulunduğu sokağın adı, Yorgo Seferis Sokağı'dır. Bir ara, sağcı bir partinin ilçe başkanı bu sokak ismine itiraz ettiğinde, öyle bir azar işittiydi ki, görmelere değer!

Evet, herkes kendi faşistiyle, kendi mikro milliyetçisiyle, kendi kıt akıllısıyla başa çıkmalıdır. Sonrası kolay.

Yunan halkının, Avrupa Birliği normlarına uyma zorunluluğu yüzünden kokoreç denilen o muhteşem bağırsak ızgarasından mahrum kalma ihtimalinin acısını, bir Türk'ten başka kim anlayabilir?

Hem, Angistiri adasında, çadırımızı sahiplenip üç gün bizimle yatıp kalkan o sarışın kedinin bizimkilerden ne farkı vardı, hiçbir zaman anlayabilmiş değilim.

Sonuçta bir ada kedisiydi. Yavrularını, ne olur ne olmaz diyerek, pek ortalığa salmıyordu. Endişeleri vardı elbette, ama dostluğunu esirgemesine yol açacak bir neden de yoktu. Bizim Büyükada kedileri kadar sözgelişi, samimiydi, sokulgandı, hayata bağlıydı. Özellikle, yemek, sevilmek ve uyku meseleleri gündeme geldiğinde.

Arnavutköylü Simeon, "Komşunu ne kadar tanıyorsun" diye sorduğunda, doğrusunu söylemeli, ilk aklıma gelen, Cihangir'de, altlı üstlü komşu olduğumuz Yorgo ve Evangelia Hayaloğlu ailesi oldu. Sırf bu nedenle, bu yazı çam sakızı çoban armağanı, Hayaloğlu ailesine hediye olsun.

*Bu yazı yirminci asrın sonlarına doğru bir tarihte Elefterotipia gazetesi için yazıldı. Yazıldığı dilde ilk kez yayımlanması için uygun bir zaman belki…