Ömer Sercan

06 Mart 2022

Dara düşenlere askıda ezgiler…

Türküler öğretiyor, anlatıyor, öğüt veriyor, tembihliyor, olgunlaştırıyor, terbiye ediyor insanı, iyi geliyorlar

Anadolu'nun herhangi bir yerinde sakince akan bir dereye bakmak gibidir türkü dinlemek. Dinledikçe içimizde yankılanır, çoğalırlarken yıkanır ruhumuz, dertler dereye karışır akar gider. Türküler, içeride beliren duygunun bir kafiyeye sarmalanıp sunuluşu, dağların taşların insanın derdine ortak oluşudur. Hemen her türkümüzde güfteye açıkça yansıyan bu kafiye telaşı ne kadar sevimlidir; işlenmek istenen ana temanın önüne doğadan, günlük yaşamdan, yazıldığı yörede insanın etrafını çevreleyen en belirgin canlı-cansız varlıklardan birini koyar ve vermek istediği asıl mesajla arasında sıcacık bir kafiyeyle itiraz edilemez bir ilinti kuruverir. Türküler kurdu kuşu, börtü böceği hemencecik bağlayıverirler su götürmez bir gerçeğe; "Şu dağlar kömürdendir, geçen gün ömürdendir", basit, net, var mı itirazı olan? Biliriz dünya her zaman gönlümüzce dönmez ama mesuliyetimiz de büyüktür, türkülerden öğreniriz hayata karşı sorumluluklarımızı: "Evvel kendi kendin tanı, Sonra ele nazar eyle" Bazen de ağır geliriz kendimize; "Bir kantarda tartamadım ben beni, Bir tüccara satamadım ben beni". Üstüne üstlük kimse de sormaz ne çektiğimizi, yalnız, tek başına taşırız ağırlığımızı; "Ben de şu dünyaya geldim geleli, Derdin nedir diye soran olmadı". Bir türkünün doğuşunu, hayatı bize bir çırpıda özetleyen dizeleriyle yine büyük ozan Âşık Veysel söyledi sazıyla dertleşirken: "Sen petek misali Veysel de arı, İnleşir beraber yapardık balı."

Yaşarken başımıza gelen türlü halleri kimi zaman karikatürize bir forma kaçarak anlatsalar da sonunda bizi olduğumuz yere mıhlayıp oturtmakta pek bir mahirdirler bizim türkülerimiz. Türkülere göre başımızın üstünde alıcı kuşlar gibi dönen doğaüstü bir varlık, kurbanına hayatı zindan etmek için gökyüzünde dört döner, en zayıf anında, artık direnci tükendiğinde de pençesini atıp kıskıvrak yakalar: "Feleğin bir kuşu var, pençesi demirdendir" Kimi zaman bir doğal afet olarak beliren bu demir pençe, karşılıksız, sonuçsuz kalan bir aşkın acısına bağlanıverir: "Çarşambayı sel aldı, bir yar sevdim el aldı" Yaşanan aşk acısının şiddeti, türkünün yapıldığı coğrafyada sıkça karşılaşılan bir doğa olayıyla kafiye kurularak anlatılmıştır ve bununla da kalınmaz, yaşanan duruma nasıl tepki verileceğini de bildirir: "Oy neyimiş neyimiş, Kaderim böyleyimiş"… Koşulsuz şartsız kabul etmeli bazen, razı olmalı, bunu yaptığımızda yaşanan acıyı hafifletebilme imkânı önerir bize türkü, iyiliğimizi ister.

Türkü, Anadolu'nun hayata katlanma biçimidir. Bir telli saz, gönülden kopup gelen bir çift sözle, isyanı da kabullenişi de, acıyı da neşeyi de ihtiyacı olanın gerektiğinde alabileceği, hayatın ortasına asılmış askıda ezgiler gibidir türküler. O askıda notalara dökülmüş dertler, sevinçler, çözümler, çareler vardır, isteyen, ihtiyacı olan gelip alır. Başımıza gelenlerin nedenlerini sorguladığımız, kimi zaman çare gösteren, açıklayan, kimi zaman ikna eden, kabul ettiren türküler, en güzel cevaptır şu zalım dünyaya: "Dünyada tükenmez murat var imiş, ne alanı gördüm ne murat gördüm." Bitti. İşte dünya hanından gelip geçerkenki beyhude çabamızı, hırslarımızı bir dizede gömen bin yıllık bilgelik…

Murat almak şöyle dursun kendimizi olası felaketlerinden koruyabiliyorsak iyi bu devranın. Koruyamamışsak eğer bir türkü daha çıkar meydana, dünyanın ortasında bir başına çaresiz kalınmışlığı bir ağaçtan medet uma uma anlatır; "Hastane önünde incir ağacı, doktor bulamadı bana ilacı, annem ilacı". Bazen de kabahati, karanlık gecenin bitip yeni bir günün başlamakta olduğunun işaretçisine atmaktan başka bir çaremiz kalmamıştır; "Seher yıldızı ayırdı bizi, perişan eyledi dost ikimizi" Nereye kime şikâyet edeceğimizi bilemediğimiz bu trajedinin sorumlusu değil mağduruyuzdur: "Keklik gibi kanadımı süzmedim, Murat alıp doya doya gezmedim, Bu kara yazıyı kendim yazmadım". Fakat bazen de suçlu bizzat kendimizizdir, olacakları bile bile gelir başımıza dertler, bilincimiz yerindedir ama karşı koyamadığımız bir biçimde sürüklenmişizdir oraya doğru; "Nesin methedeyim bir kaşı kare, Şu sineme açtı onulmaz yâre"

Türküler öğretiyor, anlatıyor, öğüt veriyor, tembihliyor, olgunlaştırıyor, terbiye ediyor insanı, iyi geliyorlar. Uzun yıllardır bağlama eşliğinde söylene söylene iliklerimize işlemiş türküleri son dönemde yepyeni formlar içinde, senfonik, akustik düzenlemelerle de dinliyoruz. Bağlamaların kemanlara, yaylıların tellilere, vurmalıların nefeslilere karışıp koşturdukları orkestraların elinde daha da büyüleyici eserlere dönüştüklerini görmek gerçekten muhteşem. Güçlü duygu derinlikleriyle seslendirilmek istendikleri her an tek bir saza da onlarca enstrümana da cömertçe içlerini açmaya hazır, aralarına katılmak isteyen her tınıya kapıları açık olan bizim gönlü zengin türkülerimiz. Çok başarılı müzikal formların içinde fiziken değişseler de kimyası aynı kalan müthiş düzenlemelerle yenileniyor, dirilip gençleşiyorlar, ömürleri uzuyor. Kendi ömürleri uzarken kâh ağlaya kâh güle geçen ömürlere de yol gösteriyor, kulak vermek isteyen herkese hayatı sazlı sözlü tarif ediyorlar. Türküler iyi geliyor bize, iyiliğimizi istiyorlar. Ne kadar türkü söylersek o kadar iyi… "Nerede bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur." Neşet Ertaş