Ömer Önhon

02 Aralık 2021

Türkiye'nin Orta Doğu'daki hamlelerini hangi çerçevede ve nasıl okumalı?

Aramızda sorun bulunan ülkelerle, karşılıklı çıkar temelinde, ilişkilerin düzeltilmesine yönelik hamleler yapılması, ilişkilerin normalleştirilmesi yoluna girilmesi olumludur. Kesin değerlendirme için sonuçlarını da görmek gerekir...

Orta Doğu bölgesinde barışma ve normalleşme furyası

Bölgede, çok keskin dönüşlerin yaşandığı bir diplomasi trafiği ve tarzı görmekteyiz. Buna, manevra kabiliyeti çok yüksek diplomasi diyelim.

Dış politikası ve ekonomik politikaları muhalefet tarafından sert şekilde eleştirilen, hatta kendi seçmenince dahi sorgulanan hükümet de durumdan rahatsızlık duymuş olmalı ki, Türkiye de bu furyaya katıldı.

1.5 yıl kadar sonra yapılması öngörülen seçimlere mümkün olduğunca bu yükleri hafifletmiş olarak gitmeyi hedefleyen yönetimin, "ilkeler temelinde şerefli yalnızlık" yerine "çıkarlar temelinde mecburi birliktelik" olarak adlandırılabilecek bir konsepte geçtiği görülüyor.

Neden "çıkarlar temelinde mecburi birliktelik"? Çünkü, Mısır, İsrail, BAE gibi ülkelerle aramızın bozulmasına yol açan nedenlerin hiç birinde değişiklik bulunmamakta, aynıyla vaki. Demek ki, jeo-stratejik durum ve genel siyasi konjonktürün yarattığı gereksinimler Türkiye'nin hamlelerini mecburi kılmış.

Körfez'de ve Yarımada'da barışma ve normalleşme rüzgarları

Son yıllarda Arap ülkeleri arasında yaşanan krizlerin en şiddetlisi, Katar ile Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır arasındaydı. Taraflar 2021 yılı başında barıştılar. Barışma nedenlerinden biri muhtemelen, gerginliğin her alanda iki taraf için de yarattığı maliyetin yanı sıra, Katar'ın abluka altındaki nefes borusu olan Türkiye'ye ve İran'a daha da fazla yakınlaşmasına yol açtığının düşünülmesiydi.

ABD'nin sıra dışı başkanı Trump ile İsrail'in sertlik yanlısı başbakanı Netanyahu döneminde, "toprak karşılığı barış" yerine "İsrail'le diplomatik ilişki kurma karşılığında mükafat" yöntemi sahaya sürüldü. İsrail ile önce BAE ve Bahreyn, sonra Fas ve ardından Sudan diplomatik ilişki kurdular.


Fas'ın evvelemirde mükafatı, ABD'nin Batı Sahra üzerindeki egemenliğini tanımasıydı.

Sudan'ın mükafatı da, 1998'de Kenya ve Tanzanya'da ABD büyükelçiliklerine düzenlenen saldırılarda hayatını kaybedenlerin tazminatları meselesinin halledilip, teröre destek veren ülkeler listesinden çıkartılması ve böylece çok ihtiyacı olan Dünya Bankası ve diğer uluslararası kuruluşlardan kredi alabilmesinin yolunun açılmasıydı.

İsrail ile söz konusu ülkeler arasında, özellikle BAE ve Fas'la, bir yıl içinde, ticaretten turizme, teknolojide işbirliğinden savunma alanında işbirliğine pek çok alanda somut ve önemli adımlar atıldı.

Diğer birçok Arap ülkesinin de, (bu aşamada) resmen diplomatik ilişki kurmamış olmakla birlikte, İsrail'le ilişki içinde olduklarını da not edelim.

Diğer bazı bölge ülkelerinde durum

Mısır'da belli bir siyasi istikrar sağlanmış gözüküyor ama temel hak ve özgürlük ihlalleri de sürüyor. Demokrasi ve insan hakları havarisi ülkeler bu duruma seslerini çıkarmıyorlar zira Mısır'ın bölgedeki rolü ve "radikal İslamcılara" karşı verdiği mücadele Batı için çok önemli. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Sisi'nin Batı yanlısı olmasının yanı sıra, kalkınma ve imar projelerinin, savunma alanındaki potansiyelinin Batılı şirketler için yarattığı fırsatlar çok cazip.



Ürdün, kıt kaynaklarıyla, türlü ekonomik/siyasi zorluklarla ve Suriye krizinin yarattığı çok güç koşullarla boğuşmakta. Ama Biden yönetimiyle ilişkileri iyi ve bölgenin yapılanmasında ABD'yle birlikte hareket ediyor.

Lübnan yıllardır "Red Cephesi" (İran, Suriye, Filistinli örgütler) ile İsrail'in savaş alanıdır. Siyasi krizlere ilaveten derin ekonomik krizle neredeyse çökme noktasına gelmiştir. Lübnan'ın sorunlarının kesişme noktasında, devlet içinde devlet görünümü veren, İran'ın ülkedeki bir nevi şubesi olan Hizbullah bulunmaktadır.
Suriye'de halen son derece kırılgan bir ortam mevcuttur. Öte yandan, Esad yönetimi, 10 yıldır yaşadığı izolasyondan çıkma konusunda, mevcut şartlarda oldukça önemli sayılabilecek somut bazı adımlar atabildi. Mart 2022'de Cezayir'de yapılacak olan Arap Ligi Zirvesi'nde sandalyesine kavuşabilirse, uluslararası camiaya geri dönüşünün çok hızlanacağını düşünüyor. Ama bu kolay olmayabilir, zira, birçok ülkenin Esad rejimiyle ilgili kaygıları ve çözümlenmesi gereken birçok mesele bulunuyor.

Bölgedeki birçok gelişme İran ortak paydası etrafında şekilleniyor. Araplar da, Batı da, İran'dan yana kaygılılar. Yaptırımlar İran'ı çok zorlasa da, bu ülke hala, ortam bozucu ve zarar verici özelliklere sahip.

Diğer taraftan, bazen bir yeri tamir ederken başka noktalarda bozulmalar olabiliyor. Bu kapsamda, bu barışmalar ortamında Fas ile Cezayir, Lübnan ile bazı Körfez ülkeleri arasında, diplomatik ilişkilerin kesilmesine ve Büyükelçilerin geri çağrılmasına varan gerginlikler de yaşandı.

Orta Doğu'da taşlar yeniden döşeniyor, Türkiye'nin konumu

Arap Baharı'nın başlamasından bir süre sonra Türkiye ile BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Mısır arasında görüş ayrılıkları doğdu. 2013'de Mısır'da Cumhurbaşkanı Mursi'ye karşı yapılan darbe ve Müslüman Kardeşler'e karşı başlatılan süpürme harekatı ilişkilerde kırılma noktası oldu.

Bir yanda Türkiye ile Katar, diğer yanda BAE, Suudi Arabistan, Mısır ve diğerlerinin bulunduğu karşıt kamplar oluştu. Farklı sahalarda ve alanlarda, muhtelif şekillerde karşı karşıya geldiler. Askeri alanda en belirgini Libya'daydı. En üst düzey Türk yetkililer, ekonomik alandaki olumsuzlukların ve 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin arkasındaki adres olarak BAE'yi gösterdiler. Mayıs 2021'den itibaren de, Türkiye'de çok ses getiren, Sedat Peker'in BAE'deki adresinden attığı Twitter mesajları gündeme düştü.

Bu arka planla, ilk teması hangi ülke nasıl kurdu, işin mekaniği ne şekilde işledi bilmiyorum ama güvenlik kurumları arasında başladığı söylenen bir süreç dahilinde, altı ay gibi bir süre içinde, BAE ulusal güvenlik danışmanının Türkiye'ye gelmesiyle başlayan temaslar ve toplantılar zincirinin son halkasını, 24 Kasım'da Veliaht Prens Muhammed bin Zayed'in 10 yıl aradan sonra Türkiye'ye yaptığı resmi ziyaret oluşturdu.

Türkiye ile BAE arasındaki ilişkilerin görünen itici gücü ekonomi. BAE'nin Türkiye'de farklı alanlarda yatırım yapmak için 10 milyar Dolar ayırdığı açıklandı ve mutabakat muhtıraları imzalandı.

İki ülke arasında güvenlik alanında, askeri alanda, bölgesel konularda mevcut görüş ayrılıklarının ve anlaşmazlıkların giderilip giderilemediğini; iki ülke topraklarında, yekdiğeri aleyhine faaliyetlerde bulunulmaması, sosyal medya ve basın üzerinden zararlı olarak değerlendirilen yayınlara izin verilmemesi, yakalama emri bulunan kişilerin iade edilmesi gibi konuların ne şekilde ele alındığını; nasıl bir pazarlık yapıldığını tabiatıyla bilmiyoruz.

Bu konularda kulaktan dolma bilgilerle veya teyit edilmemiş haberlerle şöyle olmuş, böyle olmuş demek tahminden öteye gidemez, yanıltıcı da olur. Ama ikili ilişkilerde ve iki ülkeyi ilgilendiren bölgesel meselelerde önümüzdeki dönem yaşanacak gelişmeleri izleyerek, oldukça sağlıklı bir fikir edinebiliriz. (Öte yandan, basında yer alan bazı haberler şimdiden dahi bir fikir verebiliyor. Bu kapsamda ilk göze çarpanlar, birkaç gün önce İstanbul'da yapılan Genel Kurul toplantısında BAE adayının Interpol Direktörü seçilmesi, Peker'in internetinin kesilmiş olması ve dört yıla yakın bir süredir BAE'de tutuklu bulunan bir Türk'ün serbest bırakılması).

Mısır, İsrail, Libya

Mısırlı muhaliflerin Türkiye'den veya Türkiye üzerinden yaptıkları yayınlara sınırlamalar getirildiği basında yazılıp çizildi. Artık, mitinglerde, televizyon programlarında Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'ye atıfta da bulunulmuyor. Mısırlılar bu durumdan memnunluk duymuş olmalılar ki, geçtiğimiz yedi ay içinde Türkiye ile Mısır arasında Dışişleri Bakanı Yardımcıları düzeyinde iki görüşme yapıldı.
Kısa bir süre önce de, İstanbul'da gözaltına alınan İsrailli iki turistin serbest bırakılmaları vesilesiyle İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ile Başbakanı Bennett, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a teşekkür telefonları ettiler.



Bunlar olumlu yönde kımıldamalar ama beklenen somut adım, iki ülkeyle de önce temsil düzeyinin karşılıklı olarak Büyükelçi düzeyine yükseltilmesi, sonra da, BAE örneğindeki gibi, en üst düzey bir ziyaret gerçekleştirilmesi ve anlaşmalar yapılmasıdır. Mısır ve İsrail sanki daha ağır adımlarla gitmeyi tercih ediyorlar.

Libya, Türkiye'nin farklı bölgelerden çeşitli ülkelerle karşı karşıya geldiği bir diğer dosya. 24 Aralık seçimlerine giden yolda, Libya'nın da Türkiye'nin ilişkileri anlamında gerginlik alanı olmaktan çıkartılmasına çalışıldığı söylenmekte.

Türkiye için en büyük baş ağrısı olan Suriye konusunda ise, en azından bu yıl içinde, "ilişki" anlamında bir gelişme gözükmüyor.

Sonuç itibarıyla;

Aramızda sorun bulunan ülkelerle, karşılıklı çıkar temelinde, ilişkilerin düzeltilmesine yönelik hamleler yapılması, ilişkilerin normalleştirilmesi yoluna girilmesi olumludur. Kesin değerlendirme için sonuçlarını da görmek gerekir.

Öte yandan, "madem böyle olacaktı, aramız niye bozuldu", "ne aldık, ne verdik", "aramızın bozuk olduğu dönemdeki siyasi ve diğer kayıpları telafi edebilecek miyiz" soruları, çelişki değildir, polemik değildir ve meşrudur.

Bu gibi sorular ve yanıtları, bütün her şeyin adına yapıldığı milletin, siyasi bakış açısıyla da seçimlerde oy kullanacak insanların, izlenen dış politikayı değerlendirebilmeleri, başarı (veya başarısızlık) notunu verebilmeleri için gereklidir.