Geçen hafta, yıllardır ilişkilerimizin bozuk olduğu Suriye ve Mısır’la kayda değer gelişmeler yaşandı.
Baştan özetlemek gerekirse, özellikle Suriye’yle süreçte işlerin arzu edildiği gibi gittiğini söylemek zor. Mısır tarafında da kayıp yılların gölgesinde bir “normalleşme” süreci yaşanıyor.
Suriye’de Türk tarafının acelesi var, Esad ağırdan alıyor
Rusya’nın Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkileri düzeltmek amacıyla başlattığı sürecin diplomatik aşamasına Dışişleri Bakan Yardımcıları düzeyinde 16 Mart’ta Moskova'da yapılacak toplantıyla geçilecekti ama olamadı.
Resmi bir ziyaret için Moskova'da bulunan ve Putin’le görüşen Esad, toplantıdan önceki akşam Rus basınına verdiği mülakatta, “Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşmeyi kabul etmesi için, Türkiye'nin Suriye topraklarından çekilmesi ve terörü desteklemekten vazgeçmesi” gerektiğini söyledi.
Ertesi gün, toplantının teknik nedenlerle ertelendiği açıklandı. Yeni bir tarih belirtilmedi.
Erdoğan hükümeti seçim ve zaman baskısı altında bulunuyor. Suriye politikaları bir kısım AKP/MHP seçmeni tarafından dahi eleştiriliyor. Suriye kaynaklı sorunlar, özellikle Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü, seçmen için önemli bir konu. Erdoğan, herşeye rağmen işleri yoluna koyabilecek ve sorunu çözebilecek kişinin kendisi olduğunu göstermek istiyor. Dolayısıyla, 14 Mayıs'taki kritik seçimlerden önce somut bazı adımlar atılmasına çalışıyor Türk tarafı.
İktidarın aculluğunu sürece dair açıklamalarda da görmek mümkün. Moskova toplantısını da Bakan Çavuşoğlu duyurmuş ve olası bir dışişleri bakanları toplantısına hazırlık niteliğinde olduğunu söylemişti. Son aşamada da liderler zirvesi olması amaçlanıyor.
Esad ise ağırdan almakta. "Savaşı kazandım, üstünlük bende, şartları ben belirlerim" psikolojisiyle hareket ediyor. Yaşanan o kadar olumsuzluktan sonra ciddi bir güvensizlik ve haz etmeme durumları bulunduğu da kesin.
Esasen, Suriye tarafı baştan beri, medya ve diğer kanallar aracılığıyla kamuoyuna yaptığı açıklamalarda, “önce ne yapılması gerekir” konusunu gündeme getirerek, Türk askerinin Suriye'den çekilmesinin ve muhalif gruplara verilen desteğin kesilmesinin yakınlaşmanın başlangıç noktası olması gerektiği mesajını vermekteydi.
Türk Dışişleri ve Savunma Bakanları da, Türk askerinin sınır bölgelerinden kaynaklanan tehditleri önlemek için Suriye topraklarında bulunduğunu ve bu tehditler ortadan kalktıktan sonra orada olmayacakları yönünde beyanlarda bulundular. Türk yetkililerin, Esad’ın bu açıklamalardaki mantığı kabul edip, bu kapsamdaki yaklaşımı temel alarak ilerlemeyi kabul ettiğini düşündükleri anlaşılıyor. Ama Moskova toplantısıyla ilgili gelişme öyle olmadığını gösterdi.
Aslında Türkiye ile Suriye arasında işbirliğini gerektiren çok ortak çıkar bulunmakta. Mesela, ABD’nin desteğindeki YPG/SDG'nin Suriye’nin bütünlüğü açısından yarattığı tehdide karşı iki ülkenin işbirliği önem taşımaktadır. Sığınmacıların yurtlarına, evlerine dönmeleri de yine iki ülkenin işbirliğiyle olabilir.
Türkiye’yle ilişkiler böyleyken, Almanya, ABD, Fransa ve İngiltere tarafından 15 Mart’ta yapılan ortak açıklamada, “halkına baskı uygulayan ve mültecilerin geri dönüşünü engelleyen, bölgede istikrarsızlığa neden olan Suriye rejimi ile ilişkilerin normalleştirilmesi için hiçbir neden yoktur. Suriye halkının yararı için, siyasi bir çözüme yönelik gerçek ve kalıcı bir ilerleme sağlanana kadar normalleşmeyeceğiz” denildi.
Bu aşamada Esad’ın önceliği Arap dünyasıyla normalleşmeyi sağlamak ve belli bir ilerleme de kaydetti.
Esad en son, Oman ve BAE’ye resmi ziyaretler gerçekleştirdi, en üst düzey devlet protokolüyle karşılandı ve ağırlandı. Arap liderlerden belki de çoğu Esad’la ilgili olumsuz düşünceler taşıyor ama başta İran faktörü olmak üzere bölgesel dengeler ve Suriye'de olayların akışı nedeniyle Esad’la yeniden ilişki kurmaya yöneldiler.
Suudi Arabistan ve Katar’ın Esad’la ilgili olumsuz tutumları da değişir ve Suriye Arap Birliği'ndeki koltuğunu geri alırsa, Esad kendi açısından önemli bir rahatlama sağlayacaktır.
Herşeye rağmen, Moskova'daki toplantının ertelenmesi, Türkiye-Suriye sürecinin sona erdiği anlamına gelmiyor.
Rusya konuyu takip edecektir ama şunu da vurgulamak gerekir; Esad’ın, koltuğunu ve her şeyini borçlu olduğu ev sahibi Putin'i ve Rusya’yı diplomatik olarak zor durumda bırakma ve mahcup etme pahasına toplantıyı ertelettiğine inanmak güç. Rusya “tavşana kaç, tazıya tut” taktiğini dış politikasında çok sık kullanır. Putin’in mutabakatı ve onayı olmadan Esad’ın bu adımı atmış olması düşünülemez.
Diğer taraftan, İran’ın sürece dahil olmasıyla Esad’ın masadaki müttefik sayısının arttığını da unutmamak gerek.
Mısır’la ilişkilerde kayıp yıllar
Türkiye ile Mısır arasında önce istihbarat yetkilileri ve sonrasında Dışişleri Bakan Yardımcıları arasındaki yapılan görüşmelerle ilerleyen süreç, muhalif yayınların durdurulması, kanalların Türkiye dışına çıkarılması gibi Mısır tarafının talep ettiği bazı adımların atılmasına rağmen sessizliğe bürünmüş, devlet başkanlarında kilitlenmişti.
Düzenleme nasıl ve hangi şartlarda oldu, inisiyatif kimden geldi kamuoyu olarak bilmiyoruz ama anlaşıldığı kadarıyla Katar’ın arabuluculuğuyla, Erdoğan ve Sisi dünya futbol şampiyonasının açılışında Doha’da bir araya geldiler. İki devlet başkanı el sıkışıp kısa da olsa görüştüler ve süreç yeniden hareketlendi.
Deprem diplomasisiyle ilave bir ivme sağlandı ve Bakan Çavuşoğlu 9 yıl aradan sonra 18 Mart’ta Kahire'ye gitti.
Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri ile Çavuşoğlu başkanlığındaki heyetlerarası görüşmeden sonraki düzenlenen ortak basın toplantısından ve kulislerden anlaşıldığı kadar, meselelerin hepsi halledilmiş değil tabi ama olumlu bir görüşme olmuş.
Ortak basın toplantısında dikkatimi çekti;
Çavuşoğlu 20’ye yakın kere “kardeşim Samih Şükri” diye hitap etti. 4-5 kez “kardeş Mısır” dedi. Mısır’ın Doğu Akdeniz’den Arap dünyasına, Afrika’dan Filistin’e ne kadar önemli bir ülke olduğunu vurguladı. 2013’de ilişkilerin bozulmasından sonraki yılları kayıp olarak niteleyen ifadeler kullandı, “dokuz yıllık boşluk oldu, bu arayı, açığı kapatmamız lazım” dedi.
Elbette geçmişe takılmamak lazım, uluslararası ilişkilerde daimi düşmanlıklar olmaz ve Türkiye-Mısır ilişkileri iyi olmalıdır. Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin doğru mecraya girmesi, hem iki ülke ülke için hem Doğu Akdeniz için olumlu sonuçları olacak çok önemli bir gelişmedir.
Zararın neresinden dönülse kardır diyerek geleceğe bakmamız doğrudur. Öte yandan, Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin bozulmasına ve dokuz yıllık boşluğa yol açan unsurların hiçbirinde değişiklik olmadığı gerçeğinden hareketle, “ilişkiler niye bozuldu, niye düzeldi, derdimiz neydi” ve benzeri soruları sormak da doğrudur.
İdeolojik temelli yaklaşımlar ve belli konulardaki ısrarlar olmasaydı Çavuşoğlu'nun ifade ettiği dokuz yıllık boşluk, yani kayıp yıllar da olmayacaktı. Bugün, dokuz yıllık boşluğun müsebbiplerinin, durumu düzeltme ve kaybolan yılları telafi etme gayretlerini izliyoruz.
İkili ilişkiler gelişecektir ama dokuz yıllık boşluk döneminde kaybettiklerimizin ne ölçüde geri alınabileceğini, o boşluğa sızanların oradan ne ölçüde çıkartılabileceklerini göreceğiz.
Basın toplantısında Çavuşoğlu bir soruya cevaben, “Türkiye’de seçim sürecinin başladığını, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Sisi'nin belki seçimden hemen sonra bir araya gelebileceklerini” söyledi.
Yani, ilişkilerin gelişmesi için süreç devam edecek ama devlet başkanları düzeyindeki görüşmenin seçimden önce yapılması öngörülmüyor.
Bu arada, Çavuşoğlu seçimden sonraki o görüşmeyi mevcut Cumhurbaşkanının yapacağını ifade etti ama tabi öyle olup olmayacağı Türk seçmenin seçimine bağlı olacak.
Temsil düzeyi seçimlerden önce Büyükelçi seviyesine çıkarılacak gibi duruyor. Eğer böyle olursa, Kahire’ye ve Ankara’ya Büyükelçi olarak atanacak Türk ve Mısırlı yetkililerin güven mektuplarının sunulmasıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan Sisi’nin meşruiyetini kabul etmiş olacak. Bu unsur, ilişkilerin gelişmesinin önündeki temel sorundu.
1960 doğumlu Ömer Önhon, Türkiye'nin son Şam büyükelçisidir. Kingston Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Kasım 1985’te Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Yurtdışında sırasıyla Riyad Büyükelçiliği, AGİT Daimi Temsilciliği, NATO Daimi Temsilciliği ve Şam Büyükelçiliği'ndeki görevlerinden sonra, New York’ta başkonsolosluk ve Madrid’de büyükelçilik yaptı. Nisan 2021’de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekli oldu. Merkez teşkilattaki son görevleri Orta Doğu ve Asya'dan Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı ve Uluslararası Güvenlik İlişkilerinden Sorumlu Genel Müdürlüktü. 2021'de Remzi Kitabevi'nden çıkan 'Büyükelçi'nin Gözünden Suriye' kitabının yazarıdır. |