Ömer Önhon

23 Ocak 2022

Suriye’nin son dönemde Türk basınında daha az yer bulması, işler yolunda gidiyor demek değil

Barış Pınarı bölgesindeki Ayn İsa civarı oldukça hareketli. Zeytin Dalı bölgesindeki Afrin’de de bombalı araç saldırısı düzenlendi ve şehir merkezi YPG bölgelerinden atılan füzelerle vuruldu, siviller öldü. Tam bu günlerde YPG, “DAEŞ canlanıyor, Türkiye saldırıyor” gibi bir kurguyu da piyasaya sürme peşinde olabilir... 

DAEŞ sahnede gittikçe görünür olmaya başladı

DAEŞ’le mücadele eden koalisyon; Irak’ta Aralık 2017’de, Suriye’de de Mart 2019’da kesin zafer ilan etti. DAEŞ mağlup edildi de, militanlarına ne oldu?

Bir kısmı öldürüldü. Sağ ele geçirilenler Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) gözetimindeki hapishanelere atıldılar. DAEŞ militanlarının aileleri çeşitli gözetim kamplarında tutuluyor. En büyüğü ve bilineni, 65 bin civarında kişinin yaşadığı Al Hol kampı. Çok az ülke bu kamptan çok az sayıda vatandaşını geri kabul etti.

DAEŞ’lilerin ele geçirilemeyenlerinden bir kısmı silahı gömdü, külahı taktı ve doğru zamanı beklemeye başladı. Bir kısım militanın ülke dışına kaçabildikleri söyleniyor.

2021 tarihli BM raporuna göre Irak ve Suriye’de halen 10 bin civarında DAEŞ militanı bulunmakta. DAEŞ’in, Irak’ta Bağdat’ın kuzeyinde, Kerkük, Diyala ve Selahadddin’in doğu bölgelerinde, Suriye’de de  Al-Sukhna Çölü (Humus bölgesi, Palmira civarı) ve Deir ez Zor çölünde yeniden organize olduğunu görüyoruz. Suriye’nin kuzey bölgelerinde de mevcutlar, ama buralardaki faaliyetlerinin en azından bu aşamada daha farklı amaçlara yönelik olduğu söylenebilir. Örgütün finansman kaynaklarından önemli bir kalem,  kaçakçılık faaliyetlerinden elde edilen gelir. Tüm bunlar Türkiye’yi yakından ilgilendiren hususlar.

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi verilerine göre;  24 Mart 2019 ile 13 Ocak 2022 arasında  Suriye sahasında İŞİD’in saldırıları neticesinde aralarında İranlıların ve Rusların da bulunduğu bin 631 asker ve milis hayatını kaybetmiş.  Aynı dönemde bin 128 İŞİD’li öldürülmüş.

DAEŞ son olarak Irak’ın Diyala vilayetinde ve Suriye’de Deir ez Zor çölünde gerçekleştirdiği saldırılarda çok sayıda asker, İranlı Devrim Muhafızı ve milis öldürdü. Cuma akşamı da Suriye’nin Hasake vilayetindeki Guwayran (Al Sina’a) hapishanesine saldırdı. Hapishaneyi tutan Asayiş’ten çok sayıda ölü olduğu, DAEŞ militanlarından da ölenler olduğu, birçok DAEŞ’li mahkumun da kaçtığı açıklandı.

Geçmişten ders almalı. DAEŞ’in Irak’ta ortaya çıkma nedeni yeşerebilecek alan bulmuş olmasıdır. Hatırlayın o süreci; ABD Irak ordusunu lağvetti,  Sünnileri bir kenara koydu ve yeni Irak’ı Şiiler ile Kürtleri temel alarak kurmaya yöneldi. Maliki’nin mezhepçi kişiliği ve politikaları da eklenince başta aşiretler olmak üzere Sünniler hınçlandı ve DAEŞ palazlandı.  

Bugün de DAEŞ’in Suriye’de organize olduğu yerlerden biri, İran’ın faal olduğu, Şiileştirme faaliyetleri yürüttüğü, milis güçleri oluşturduğu ve  hakimiyet kurmaya yöneldiği bölge. Diğeri,  Kürtlerin belkemiğini oluşturduğu SDG kontrolündeki bölgeler. Buralarda Arap/Sünni nüfus yoğundur ve aşiretler güçlüdür. Yerel halkın önemli bir bölümünde  Kürtlere ve Şiiilere karşı hassasiyet vardır. Yüzyıllardır böyledir. Dolayısıyla, Şiilerin veya Kürtlerin hakimiyetine girmektense, onlara karşı duran ve savaşan grup her kimse, DAEŞ de olsa, ona meyledebilirler.

Suriye’nin kuzeyi çok hareketli

Yakın zamana kadar tamamı Hayat Tahrir al Şam’ın (HTŞ) elinde bulunan  İdlib vilayetinin yarısını Rusya destekli Esad rejimi geri aldı. Savaş öncesi nüfusu 1 milyon civarı olan İdlib’de bugün 4 milyon civarı insan yaşıyor. 

HTŞ, vilayetin elinde kalan kısmını Suriye Kurtuluş Hükümeti ismini verdiği bir yapıyla kontrol ediyor. Bu yapı vergi topluyor. bakanlıkları, bakanları ve memurları var. Bölge ekonomik açıdan esas olarak Türkiye’ye bağlı. Yakıt ve diğer ihtiyaçlar Türkiye’den geliyor, alışverişlerde Türk parası kullanılıyor.

HTŞ Cilvegözü sınır kapısının Suriye tarafındaki karşılığı olan Bab el Hava’yı kontrol etmekte. Bu arada,  BM’nin bu kapı üzerinden yapılan sınır ötesi yardımları, kara kış şartları BM üyelerini insafa getirmiş olsa gerek, 10 Temmuz 2022’ye kadar altı ay daha uzatıldı.

HTŞ artık El Kaide/El Nusra olmadığı kanaatini yerleştirmeye çalışıyor. Geçen yıl düzenlediği operasyonlarla, İdlib bölgesinde bulunan yabancı savaşçılardan oluşan silahlı grupları, ortadan kaldırmadı ama zapturapt altına aldı.  

Bütün bunlar HTŞ’nin, BM’nin ve Türkiye dahil çoğu ülkenin  terör örgütleri listesinde yer aldığı gerçeğini değiştirmiyor. Öte yandan, mevcut koşullarda, HTŞ’nin değişik  aktörler tarafından kullanılabilen özellikleri de yok değil. Örgüt, Rusya açısından, İdlib’i vurmasına  gerekçe teşkil eden bir yapılanma. Bu yapı ortadan kaldırılırsa, artıklarının oluşturabileceği yeni bir yapının çok radikal veya çok daha radikal olması ihtimal dışı değil. Ayrıca, yeninin araştırılması, çalışılması, öğrenilmesi gerekir. Bu nazardan bakıldığında, ileride, Afganistan senaryosunun bazı  uyarlamalarla buralarda hayata geçirilmesi (HTŞ’nin Talibanlaştırılması) tamamen olasılık dışı gözükmeyebilir.    

Herhalükarda, İdlib’e yönelik bir Rus-rejim saldırısının ülkemize yönelik yeni bir göç akınını tetikleyebilecek olması ve her türlü muhalifin, militanın, radikalin kaçabileceği yegane yerin Türk toprakları olması kaygı veriyor.

İdlib, Demokles’in kılıcı gibi orada durmaya devam ediyor. 

Suriye’nin Arap Ligi'ne dönüşü bir başka bahara kaldı 

Esad rejiminin Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmeye başladığı ve bu gelişmeleri Mart ayında Cezayir’de yapılacağı açıklanan Arap Ligi zirvesinde sandalyesini geri alarak taçlandırabileceği söylenmekteydi. Suriye’nin AL üyeliği Kasım 2011’de askıya alınmıştı.

Geçtiğimiz hafta, bazı Arap ülkeleri arasında yaşanan bir dizi diplomatik temas sonrasında, Cezayir Devlet Başkanı, AL Zirvesi’nin  birkaç ay sonra yapılacağını açıkladı.  

Bu ertelemeyi bazı Araplar arası meselelerin çözümlenememesi nedeniyle başarısız bir zirve olması kaygısına bağlıyorum. Bu meselelerden biri zirveye ev sahipliği yapacak olan Cezayir ile Fas arasındaki gerginlik, diğeri, Yemen’de devam eden savaş, bir diğeri ise, Suriye’deki durum.  

Katar, Suudi Arabistan ve Mısır’ın Suriye’nin bu aşamada AL’ne geri dönmesine olumlu yaklaşmadıkları sır değil. ABD ve çoğu AB ülkesi de Esad’ın çubuğunu yakıp durduğu yerden normalleşme beklemesine olumlu bakmıyor. Konuyu takip eden hemen herkes, bu işin böyle gidemeyeceğini düşünüyor ve önümüzdeki dönemde yine fena gelişmeler yaşanabileceğinden endişe duyuyor. BMGK 2254 sayılı karar uygulanamadıkça kalıcı bir çözüm olması çok zor.    

YPG kazanımlarını kaybetmemenin peşinde, kışkırtmaktan da geri kalmıyor

Rusya, ABD’nin de bilgisi dahilinde, daha doğrusu ABD’yle koordineli olarak, SDG ile Esad rejimi arasında temas hattı kurdu. Görüşmelerden en azından şimdilik sonuç alınamadığı anlaşılıyor.

Gelecekte Kürtlerin Suriye’deki konumu Türkiye ve birçok aktör bakımından da çok önemli.

YPG, SDG adıyla ordulaştı. Kontrolü altına aldığı bölgeyi de Kuzey ve Doğu Suriye Otonom İdaresi olarak isimlendirilen yapıyla yönetiyor. Suriye’nin petrol yatakları, tarım arazileri, tahıl ambarları ve su kaynakları ağırlıklı olarak bu bölgelerde.

YPG/SDG yetkilileri her fırsatta “artık biz eski biz değiliz” mesajını veriyorlar. Son olarak Mazlum Kobani bir mülakatında (Washington Institute, Fikra Forum, 6 Ocak 2022) “geçmişe dönmeyi kabul etmediklerini, 10 yıldır mevcut olan otonom yönetim gerçeğinin Suriye anayasasında yer alması gerektiğini”,  SDF ve Asayiş’in de resmen tanınmasını beklediklerini ifade etti. Yani, otonomi hakkını elde etmek, ayrıca,  kendi silahlı kuvvetlerine (SDG) ve emniyet teşkilatına (Asayiş) sahip olmayı hukuki olarak kayıt altına almak ve garantilemek istiyor.

YPG çeşitli ülkelerdeki sempati turlarını sürdürüyor. Birçok Avrupa başkentinde bir şekilde bir temsilciliği var. En son Lefkoşa'da 12 Ocak’ta Kıbrıs-Kürt Dayanışma Derneği'nin ve YPG temsilciliğinin kurulduğu açıklandı. Toplantıda yapılan konuşmalarda Helenizm-Kürt dayanışması vurgulandı ve “Kıbrıs'ın özgürlüğünün Kürdistan dağlarından geçtiği” dile getirildi.

Tıp ne kadar ilerlerse ilerlesin, Kıbrıslı Rum’un ve Yunan’ın Türklerle ilgili hastalıklarının tedavisi yoktur. Bu onanamaz arazın dürtmesiyle, hep boylarından çok büyük işlere kalkışırlar ve her defasında kendi başlarını belaya sokarlar. Geçmişte Öcalan’ın hamiliğini üstlendiler, rezil duruma düştüler. Asala terörünün arkasında da bunlar vardır, şehit diplomatlarımızın kanları ellerindedir.

YPG bu arada harekat bölgelerini taciz etmekten de geri durmuyor. Barış Pınarı bölgesindeki Ayn İsa civarı oldukça hareketli. Zeytin Dalı bölgesindeki Afrin’de de bombalı araç saldırısı düzenlendi ve şehir merkezi YPG bölgelerinden atılan füzelerle vuruldu, siviller öldü. Tam bu günlerde YPG, “DAEŞ canlanıyor, Türkiye saldırıyor” gibi bir kurguyu da piyasaya sürme peşinde olabilir.    

Sonuç: Dünyanın pek çok ülkesinde birkaç hafta hatta ay içinde yaşanan olayların hem nitelik hem nicelik olarak fazlasını birkaç günde yaşayabilen Türkiye gibi bir ülkede günün konusu veya ilgi odağı çok çabuk değişiyor.  

O kadar çabuk değişiyor ki, neredeyse dün yaşadığımızı bile unutuyoruz. Bu ortam, maalesef, bu kadar çok olumsuzluğun yaşandığı bir ülkede yönetici siyasetçiler bakımından ideal olmalı.

Herhalükarda, siyasetçilerin konuşma notlarındaki ve basın yayın organlarının haberlerindeki günlük önem sıralamasından bağımsız olarak, Suriye’deki gelişmelerin Türkiye için öncelikli bir konu olmayı sürdüreceğine kesin gözüyle bakabiliriz.


*1960 doğumlu Ömer Önhon, Türkiye'nin son Şam büyükelçisidir. Kingston Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Kasım 1985’te Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Yurtdışında sırasıyla Riyad Büyükelçiliği, AGİT Daimi Temsilciliği, NATO Daimi Temsilciliği ve Şam Büyükelçiliği'ndeki görevlerinden sonra, New York’ta başkonsolosluk, Şam ve Madrid’de büyükelçilik yaptı. Nisan 2021’de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekli oldu.