Ömer Faruk Gergerlioğlu

05 Ağustos 2015

PKK silahı bırakır mı?

Çatışmaların çözüm süreci içinde bir yol kazası olduğu bellidir

Çözüm süreci aksayıp çatışmalar çıktıktan sonra kısa süren şaşkınlığı üstünden atıp "ne yapmalı" diyen sivil toplum mensuplarının aklına icra gücü olmadığı için her zaman olduğu gibi imza kampanyası düzenleme fikri geldi. Ancak 2.5 yıllık çatışmasızlığın bozulmasını eleştiren sivil toplum kanın akmasını durduracak bir imzada bile birleşemedi. 

İmza tartışmalarında genel sorun, her iki tarafa yakın kişilerin karşı tarafın yeterince suçlanmadığı ve silah bırakmanın ilk olarak karşı tarafca olmasının istenmediği konusundaki itirazıydı. Oysa birbirine karşı güç gösterisi yapan iki taraftan birinin şu aşamada silah bırakmasının karşı tarafa karşı bir zaafiyet olarak algılandığını unutmamak gerekir. 30 yıldır devam eden savaş içinde birçok kez çatışmasızlık dönemi olmuş ama bu, hep tarafların karşılıklı gizli görüşmelerinde alınan kararlar sonucu olmuştur. 

Şu anda akan kandan rahatsız olan tüm insanların yapması gereken geri dönüşü olmayan can kayıplarına yol açan çatışmanın bir an evvel durmasıdır. Çatışmasızlığın sağlanmasını sağlayacak olan karşılıklı görüşmelerdir. Hayalci olmanın anlamı yoktur. "Fırsat bu fırsat ateşi başlatan PKK, kamuoyu da oluşmuş, o halde onun beli kırılmadan çatışmasızlığa çağrı yapmak bile karşı tarafı ödüllendirmektir" demek çatışmaların daha dallı budaklı bir hal almasından başka birşeye yol açmaz. "Sürecin yürümemesine yol açan Erdoğan, o halde ona bir ders verilmeden ve artık inisiyatif onun eline verilmeden çatışmalara dur demek uygun değildir" demek de çözümsüzlüğün devamından başka birşeye yol açmaz. İki taraf da uzun süre karşısındakine önemli zayiat verdirecek güçtedir ve ilk silah bırakan olmayacaktır. PKK bunu önemli bir zaafiyet olarak görecektir. 30 yıllık deveranı tekrar ettirmenin anlamı yoktur. Bir an evvel MİT ve PKK arasındaki görüşmeler başlamalıdır. Oluşacak iki taraflı can kayıplarını umursamadan karşı tarafa ders verme peşinde koşanların teorileri, kendi çocuğunun ölme ihtimalini düşünmeyenlerin fantazileridir.

Bir de çatışmaların başlamasıyla istemeden ve içselleştirmeden çözüm sürecine onay verenlerin hali dikkat çekmektedir. Ak Parti hükümetini destekleyen dindarların çoğunun çatışmaların başlamasıyla birlikte inanılmaz derecede Türk milliyetçiliği refleksi gösterdiğine şahit oluyorum. İslam'ın en başta gelen düzeyde reddettiği farklı bir milliyeti aşağılama, dışlama hastalığı meğer ne kadar köklü bir hastalıkmış? T. C. devletinin 90 yıldır yaptığı etnik ayrımcılıktan kaynaklanan silahlı çatışmalar konusundaki anlayış dindar bünyede bu kadar mı kırılgan? Çatışmaların çıkması bu kadar mı çabuk bu ince sıvayı düşürdü, milliyetçilik kuşanıldı? Ak Parti bugünleri öngördüğü için mi acaba Kürt sorununun temelindeki paradigmayı 2.5 yıllık süreç içinde seçmenine, halka yeterince anlatmadı? Kriz anında "taraftarım eksilmesin" diye düşündüğü için mi 2.5 yıldır topluma sorunun yüzyılı bulan boyutunu devlet imkanlarıyla anlatmadı? Çözüm sürecinin duraklaması ihtimaline karşı taraftarlarını kaybetmek istemediği için mi sadece silahsızlanma şartını önceledi? 

Sorunun, çatışmaların çözüm süreci içinde bir yol kazası olduğu bellidir. Çatışmaları durdurmak için ön şartsız görüşmelerin başlatılması gerekir. Bundan sonrası için de süreçte oluşan aksaklıkların giderilmesi için arabuluculuk müessesesinin bir an evvel hayata geçirilmesi gerekir. Görüşmelerde olması gereken kolaylaştırıcılar bir an evvel görev almalı, taraflara eşit mesafede durarak sorun çözücü olmalıdır. Bu sürecin izleme kurulu, arabuluculuk müessesesi olmadan yürümeyeceği belli olmuştur. Her iki taraf da arabuluculuk müessesini kendisi talep etmelidir artık.

 

 

@gergerliogluof

www.omerfarukgergerlioglu.com