Demokrasi kavramı konusunda aydınlarımız arasında tartışma devam ediyor. Bu tartışmanın faydalı olduğunu daha da artarak devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Zaman gazetesi yazarlarından İhsan Dağı islamcıların demokrasiyi tam anlamadan siyasi ikbali öne çıkararak uyguladıklarını ve çoğunlukta olduklarında azınlıkların haklarına riayet etmediğini yazıyor. Bu iddia üzerinde Ali Bulaç, çeşitli değerlendirmeler yaptığı yazılar yazdı. İslamcılık tartışmasından sonra demokrasi tartışması yapılması faydalı bir zihni mütaaladır.
Ali Bulaç, İhsan Dağı'nın eleştirdiklerinin gerçek islamcı olmayanlar olduğunu aceleci, İslamî ilimlerden ve tefekkürden hayli uzak kadrolar olduğunu belirtiyor. Bence hataları sadece eleştirilene mal etmek kolaycılıktır. Aksine islamcılar iktidar olmayı ana hedefleri haline getirmişlerdi ve bunda ısrar edenlerin hepsini samimiyetsizlikle itham etmek haksızlıktır.
İslamcıların demokrasiyle olan ilişkilerini netleştirmeden pratiğin içine atılması bence pek mahzurlu değil. Teori ile pratiğin uyumunu görmek için zaten uygulamaların içinde olmak ve yanlış yönelimleri yüksünmeden düzeltme erdemiyle dolu olmak yeterlidir. Uygulamaların içinde deneme yanılma yöntemi ile kendisini test edip cari hayatla daha bağdaşır ve uyumlu bir yol takip etmenin zararlı olduğunu düşünmüyorum.
"Demokrasi başkalarıyla bir arada yaşayarak, sorunları siyasi alana taşıyarak, çatıştırmadan ve bir grubun diğerleri üzerinde tahakküm kurmasına fırsat vermeden, seçimle ve esası itibarıyla rızaya dayalı bir siyaset yolu öneriyorsa, din tarafından makbul olabilir." diyor Bulaç. Dindarları, islamcıları demokrasi sınavına tabi tutmaktan Ali Bulaç niye rahatsız oluyor? Aslında bir müslüman aydın olarak bunu en başta kendisi istemelidir. Zira islamcıların son yüzyılda iktidar pratikleri ile karşılaşmalarında oluşturdukları hayal kırıklıkları, benmerkezcilikleri bu sınavı en çok müslüman aydınların istemesi gerektiğini işaret ediyor.
"Dünyanın hangi demokratik ülkesinde azınlık olan Müslümanlar çoğunluğun kararlarını sınırlandırabilmiş veya azınlık hakları korunabilmiş?" diyor Bulaç. Yakın zamana kadar ülkemizde ağır dini yasaklar uygulanırken dindarlar, yabancı ülkelerdeki islami ibadetlere karşı olan hoşgörüyü baskıcılara örnek verirlerdi. Batı'da İstenildiği ölçüde olmasa da müslüman azınlıklara yönelik özgürlükçü tavırlara rastlanabiliyor. Demokrasinin araçsallaştırılması karşısında reaksiyoner bir yola sapmaktan başka seçeneğimiz yok mudur ? Otoriter, zalim güçler tabii ki istişare esasına dayalı bir katılımcılıktan rahatsız olacaktır. Kavramsal değerlendirmeler yerine cari uygulamaları kriter alarak hareket edersek asıl bizim canımız sıkılabilir. Dünya üzerindeki siyasal katılımcılık ve hatta sosyal hayattaki cemaatlerin durumuna baktığımızda öteki olana adaletli bakış açısında islami camianın sınıfta kalabileceğini gözlemliyoruz.
Aslında soru “demokrasi” adı altında “siyasi rejimlerin en iyisini temellük etmiş bulunan Batı yerine totaliter yönetimlerce yıllarca yönetilen islam dünyası ülkelerinin niçin buna yıllarca razı olduğu ve alternatif bir siyasi rejimi niye oluşturamadığına yönelik sorulmalıdır. Aslında İslam dünyası zalim güçlere, sultanlara, ısırıcı meliklere karşı onurlu, başarılı bir mücadele vermeli ve dünyaya alternatifler sunmalıydı.
“İslam ve demokrasi bir arada olur mu? sorusunu soran Bulaç" demokrasinin ayrı bir din olarak algılanamayacağı bir siyasi rejimin, hatta bana göre sadece siyaseti yapmanın bir yöntemi ve tekniğinin" adı olacağı için bu birlikteliği mümkinat dairesinde görmekte. Demokrasiyi niye ayrı bir din olarak görelim ki? Batı düşüncesinin içinden çıkan ve totalitarizme, monarşiye, otokrasiye kafa tuta tuta insanların gönlünü kazanmış bu pratiği sırf dış mihraklı diye vebalı ilan etmemizin hakkaniyetle bağdaşır tarafı var mıdır? Bulaç, Churcil'in "demokrasiyi "kötülerin iyisi" olarak görmesine ve beşeri olan her kusurlunun kemale erebileceğini düşüncesine çok karşı değil sanırım.
"Batı’nın kendi dinine yaptıklarını yapmaya kalkışmadan –reform talebinde bulunmadan- İslam’ı ve Müslümanları ne kadar içine alıp kabul edebileceğini bize göstermesi beklenir." diyerek zamanla tahrif edilmiş ve hayat karşısında donuklaşmış hristiyanlık konusundaki eleştirilerden niye rahatsız oluyor sayın Bulaç. Bu eleştirel yaklaşımı, İslam ile kıyaslayarak tehlikeli bulması tehlikelidir. Din ayrıdır, dini uygulamalar ayrıdır. Zira dini, çıkarları öyle gerektiği için hayatın dışına iterek iptal etmeye çalışanlarla mücadele İslam tarihinde de çok değerli ve lüzumlu bir çaba idi. Bunu yapmayan zaman ve mekan dilimleri hayatın gerisinde kalmış ve ister istemez hayatın dışına atılmışlardı. Dini diskalifiye etmiş her pratiği peşin suç odağı olarak ilan etme yerine bu sürece giden kilometre taşlarını islami değerler açısından titiz tahlillere tabi tutmakta fayda vardır.