Geçtiğimiz hafta sonu 26 yıllık bir insan hakları derneği olan ve benim de uzun yıllar şube başkanı ve genel başkan olarak içinde bulunduğum MAZLUMDER, yaşadığı krizin son noktasında şubelerinin 2/3'ünü kapatarak genel merkezi ve başkanını değiştirerek çok radikal bir karar aldı.
MAZLUMDER'in durumunu tahlil etmeden önce Türkiye insan hakları hareketine bakmak gerekir. MAZLUMDER kurulduğu yıllarda ideolojik grupların her biri kendi dertleriyle meşguldü, Herkes kendi mağdurunun sorunlarına çözüm bulma peşindeydi. Bu yüzden sol ve İslami kesimlerin de ayrı birer insan hakları oluştu. Ancak zamanla kurulan derneklerin içeriği ve hedefindeki insan hakları ibaresi her iki derneği de ideolojik gözlükleri bırakarak başka hatta karşıt kesimden mağdurların sorunlarıyla ilgilenmeye, ortak platformlarda bulunmaya itti. Bu hiç şüphesiz hayırlı bir gelişmeydi ama bu derneklerin tabanları için kaldırılabilecek bir durum muydu, işte bu tartışılmalı. Bu makalede uzun yıllar içinde bulduğum MAZLUMDER perspektifi açısından konuyu değerlendirmeye çalışacağım.
Dernek kurulduğu yıllarda yaşanan din ve vicdan özgürlüğü sorunuyla uğraşırken bu toprakların en büyük sorunu Kürt meselesini görmezden gelmedi. Dernek daha ilk yıllarda toplanan ve çok önemli değerlendirmelerin yapıldığı Kürt forumu toplantılarıyla zaten ana çalışma konularından biri olarak Kürt meselesini gördüğünü deklare etmişti. Daha çok radikal çevrelerin öncülüğünde başlayan dernek, yaşanan başörtüsü krizleri dolayısıyla sahada önemli taban bulmuştu. Ancak bu, dindarların insan hakları perspektifinin gelişmesinin kanıtı ve görüntüsü değildi. Zira dindar için mesele çoğunlukla kendisine dokunan ihlaller idi. Bu tavır, aslında başka kesimlerin de bir hastalığıydı ama konumuz İslami kesim olduğu için analiz bu kulvarda yürüyecektir.
Kürtler İslami mahalleden yükselen bu sese ilgi gösteriyor ve dertlerine derman olacağını düşündükleri bu derneğe teveccüh gösteriyordu. Dindarlar başörtüsünden muzdarip bir şekilde gelip derneğin kapısını çalıyorlardı. Dernek süreç içinde her farklı kesimin hak ihlallerine yoğunlaşmak gerektiğini düşünüyor ve çerçeveyi genişleterek aylık ve yıllık insan hakları raporlarında tüm ihlalleri raporluyordu.
Derneği kurucu irade İslamcılık ise batıda ve doğuda aynı perspektifi koruyarak ilerleyebiliyor muydu? Batıda çoğunlukla din özgürlüğü yönünde bir duyarlılık varken, doğuda ise din özgürlüğü de önemli olmakla birlikte Kürtlerin hakları konusunda da sürekli bir arayış vardı. İki tarafta da diğerine empatiyi yapamamanın temelinde insan hakları konusunda gerekli ilerlemenin sağlanamaması vardı. Türk İslamcılığı her sorunu dini referanslarla çözmeye çalışıyor, Kürt meselesinde de dini bir duruş arıyordu. Ama unutulan gerçek şuydu, Kürtlere yapılan haksızlık dini değil, etnik bir haksızlıktı ve illa dini görünümlü çözümler yerine ihlal bazlı çözümlerin gereken tedaviyi sağlayabileceği gerçeğinin göz ardı edilmesiydi. Şüphesiz Kur'andaki ırk gerçeği ve bir ırkın diğerine üstünlük taslamama tavsiyesi çok önemliydi ancak konu İslamcılığın zorunlu kıldığı gibi sadece din eksenli bir çözüm değil, etnik sorunun tüm boyutlarının anlaşılmasıyla çözülecek boyuttaydı. Bu ise güya din ve sürdürülen siyaset adına görmezden gelindi.
İslamcılık MAZLUMDER'de insan hakları perspektifinin gelişmesi önünde bir engeldi hep. Zira kendine Müslüman bir anlayış kendi kimliği dışındaki sorunları kendi çözümüyle çözmeye çalışacaktı ve yaptığı yanlışı göremeyecekti. MAZLUMDER'in bu anlamda bana çok faydası oldu, kafamdaki İslamcı şablonun dışındaki insan hakları sorunlarını ve Kürt gerçeğini görmeme yardımcı oldu. Bir Türk olarak "derdini ben biliyorum ve çözümünü ben yaparım" ukalalığından kurtulmamda bana yardımcı oldu. Ancak çok Türk dindar için mesele her konuda din eksenli bir çözüm dili ve önerisi zorunluluğuydu. Demokrasi, insan hakları gibi kavramları ya kullanmamaya çalışıyorlardı, ya da içselleştirmiyorlardı, çünkü sosyolojik gelişime yeni bir dini perspektif getirmeyi pek mesele etmemişlerdi.
İslamcılık İslam devletine giden yolu kriter alarak ilerlediği için sorunların teşhisi ve çözümünde eksik ve geride kaldı. Bugün yaşanan sorun sadece Kürt meselesi değil, insan hakları anlayışının İslamcılık duvarına toslaması ve aşamaması sorunudur. MAZLUMDER, tabanını ayrımsız bir insan hakları konusunda eğitememiş, sonuçta doku uyumsuzluğu olmuştur. Taban ayrımsız bir insan hakları düşüncesine ve eğitimine soğuk kalmıştır. Taban, derneğin söylemini yabancılamaya, anlamamaya başlamıştır. Yaşanan kan kaybı buradan başlamıştır, bu her insan hakları sorunu ve konusu için geçerlidir. İslam düşünce anlayışındaki yenilenme ihtiyacı ve toplumun sorunlarına deva olmadaki eksikliği göremeyenler, yeni kavramları ve sorunları düşman olarak görmeye başlamıştır. Devletin oluşturduğu sorunlara her kesim için adil çözümler üretmenin gerekliliğini ve Kürt kimliğiyle ilgili sorunları bilmez ve çözüm üretmezseniz varacağınız yer tıkanmadır. Yaşanan son olayların mesul gösterilmesi yerine patolojinin temel nedeni teşhis edilmeden doğru tahlil yapılamaz.
Uzun süre devam ettirdiğim periyodik başörtüsü eylemlerine baktığım zaman kendi derdini bile sivil toplumculuk zemininde yeterli desteklemekten uzak bir topluluktan, farklı kimliğin derdini anlamasını beklemenin aşırı bir beklenti olduğunu düşünüyorum. Bir de kendi derdine ve çözümüne odaklanmış bir topluluk için ötekinin derdinin konjonktürel olduğunu unutmamalıyız. Batıdaki dindar için, çözüm süreci öncesi yanlış olan aynı söz ve fiil, çözüm sürecinde doğru, bitişinde yine yanlış olabilmektedir. Kıblesi siyaset olana kalıcı ve temel sorunları anlatmak çok zordur.
İnsan hakları perspektifinin yeterince anlaşılmamasının temelinde dini iyice siyasal kimlik haline getirmiş olan İslamcılık vardı. İslamcılık bu kimlik yapısıyla sorunlara gereken empati ve yaklaşımın yapılmasına engel oluyordu. Buna bir de iktidarın dindar kimliğin elinde olması ekleniyor ve sorun iyice ağırlaşıyordu. Dindarların elindeki iktidar yıllarında artık MAZLUMDER'e ihtiyaç kalmıyor, dini STK'lar iktidara eklemlenerek beklenti içine giriyorlardı. Bu hiç anlaşılmayan NGO'luğun daha kötüleşmesi ve utanılası hallerini gösteriyordu. İktidarı eleştirebilen sadece MAZLUMDER idiyse bunun bir bedeli olacaktı.
Başkan olduğum dönemde uzlaştırmak için çok uğraştığım Kürt meselesinin temelinde böyle bir mesele vardı. Sorunun temel nedenini çözemediğimiz için mesele konjonktürel dalgalanmalara bırakıldı. İnsan hakları söyleminin sekülerliğinden şikayetçi olanlar, insan hakları teorisi ve pratiği konusundaki dini söylemin yetersiz gelişimini göremiyorlardı. İnsan hakları sorunlarına çözüm bulmaya çalışanlar iktidarın dönemsel tavırlarına göre değişmek zaafından kurtulamıyordu. Aslında sorun İslamcılığın Kürt meselesi vd. birçok meselede tıkanıp kalması ve iktidarın paralelinde olmayı benimsemesiydi. Çözüm sürecinde su yüzüne çıkarılmayan sancı bitişinde her barış diyen birey ve dernek için çıktı. Zira ilan edilen çatışma konseptinde dindarlar iktidardan yana mevzilenmiş, "masa, barış" gibi kelimeleri duymak istemiyorlardı. Çünkü devlet katından herkese safını belirlemesi buyruluyor, beyan ve raporlara kalmadan bireyler ve kurumlar için iki tarafa barış çağrısı yapmak onları şeytanlaştırmak için yeterli oluyordu.
Gelinen son noktadaki teferruat çekişmelerini tartışmayı önemsiz buluyorum. Zira mesele son yıllarda yaşananlar değil, birbirini anlamayı reddeden anlayışların çatışmasıydı. Genel başkan olduğum 2007-2009 arası bu krizleri dindirmek için çok gayret sarf ettim, yıllardır verdiğimiz mücadelenin temel hastalığa çare bulunmadığı takdirde geleceği yer burasıydı. Kişileri, olayları, raporları suçlamaya hiç gerek yoktur. Teferruatın tartışılması, açık gerçeğin gözden kaçmasına yol açacaktır.
Beklenmeyen ölçüde sert, radikal bir kararla çoğu Kürt illeri 16 şubenin kapatılması bu çözümsüzlüğün sonucudur ama çare olamayacaktır. Zira hastalığın çözüm yolu bu değildir, ağrıyan organı iyileştirmek, nedenini bulmak yerine kesilip, koparılıp, atılma tercih edilmiştir. Bu tavır, Türk dindarların Kürt meselesi vd. insan hakları sorunlarından uzaklaştırıp, sadece İslamcılık hedeflerine odaklar ve onlar için diğer insan hakları sorunları anlaşılmaz, derinleşir. Kürt dindarının kopuşunu hızlandırır. Zira Kürtler için Türklerle arasındaki tutunduğu en son bağ, dini duyarlılığı bilinen MAZLUMDER idi. Hele ki bu denli antidemokratik, hukuksuz ve Kürt meselesinin savaş konseptine devredildiği günlerde bu kapatma tavrı iyice kırıcı olacaktır.
İslamcılık adına yapılanların bir başka kaybedeni din ve dindarlar olacaktır. Kürt mahallesinin sorunlarına çözüm aradığı bugünlerde soruna üsttenci bir yaklaşım getirenler Kürtleri en başta dinden soğutacaktır. Bu kıyas farklı kesimler içinde geçerlidir. Yönetimi devralan ekip ise öze döndüğünü iddia ediyor ama karşılaşacağı temel, kalıcı insan hakları sorunları onun mahallede hapsolma yerine yine bir tercihte bulunmasını ve eski deveranın devamını sağlayacaktır.