Demokratik Gelişim Enstitüsü ve Bilgi Üniversitesi işbirliğinde önemli ve çok verimli bir toplantıya katıldım geçtiğimiz günlerde. Uzun süredir çatışma çözümleri konusunda ulusal ve uluslararası arenada çok önemli işlere imza atan Demokratik Gelişim Enstitüsü bu sefer de İstanbul'da çok önemli bir toplantının organizasyonunu, Bilgi Üniversitesi Çatışma çözümü Çalışmaları Merkezi'yle ortak gerçekleştiriyordu. Konu, son zamanlardaki haliyle Türkiye'nin en önemli konusu olan çözüm süreciyle ilgiliydi. 'Süreci Yeniden Rayına Oturtmak: Uluslararası Tecrübelere Odaklanmak' başlıklı toplantının çok önemli misafirleri vardı. Konuşmacılar eski İrlanda başbakanı ve Hayırlı Cuma Anlaşması'nın imzalanması sürecinde yer alan Bertie Ahern, ikincisi ise Güney Afrika'daki barış sürecinde hükümet adına baş müzakereci olarak görev yapan ve ardından Mandela hükümetinde devlet bakanlığı yapan Roelf Meyer'di. Toplantıya Ak Parti, CHP, HDP milletvekillerinin yanısıra barış konusunda yıllardır mesaisi olan yazarlar, STK ve düşünce kuruluşları temsilcileri,
Güney Afrika'dan gelen konuşmacı Meyer'in konuşmasından pasajlar sunmak isterim. "Beyazlar ve siyahlar arasındaki mücadele 300 yıl sürdü. 1650'lerde başladı. Azınlıklar yüksekteydi, çoğunluk aşağıdaydı. 1965'lerde direniş başladı. 1960'ların sonuna doğru Mandela cezaevine girdi ve 27 yıl sürecek olan tutsaklığı başladı. 10 sene kadar direniş yoktu, bastırdığımızı sanmıştık. 1976'da öğrenci isyanıyla tekrar başladı. Sivil toplum bizde çok önemliydi. Din adamlarının barış için birçok müdahalesi oldu. 1985'lerde bazı şeyler belirginleşmeye başlamıştı. Şimdi bile "niye barış sürecine 1985'de başlamadık, neyi yapmadığımız için pişmanım" diye kendime sorarım. ve "1985'den önce keşke ciddi bir sürece başlasaydık" diye hayıflanırım. O yıl çok kayıplar oldu ve sonunda bir bir barış süreci başlatmaya karar verdik ve beni bakan yardımcılığına getirdiler. 8 ay boyunca ülkeyi dolaşıp raporlamamı istediler. Hükümet ilk önce sorunu sosyal iyileştirmelerle çözeceğini sanmıştı ama sorunun politik kökenli olduğunu uzun gezilerim sonrası çok iyi anlamıştım. Sonunda Mandela ile istihbaratımızın teması başladı. 3-4 sene gizli gizli görüştük. Bu arada şiddet daha da artıyordu. Bir ara milliyetçi parti iktidardaydı ve süreç iyice kötü gitmeye başlamıştı. Mandela "güvenim bitti" dedi ama biz bitirmedik görüşmeleri tekrar başa aldık ve 6. yılın sonunda başardık.
Nasıl başardık?. Bu çok önemli bir sorudur, 3 konuya özel bir ihtimam gösterdik.
Sürece karşı kapsayıcıydık. Mandela ve biz kapsayıcılığı sağlama konusunda samimiydik. Herkesi sürece dahil etmeye çalışıyorduk. Hatta Mandela, rejimin kuklası görüneni de masaya davet etti. 20 farklı taraf katıldı. Tarafların hepsi her aşamaya katılmadı. "Koltuklarımız boş, ne zaman isterseniz gelin" dedik hep.
Sürece karşı aidiyetimiz tamdı. Süreci sahiplendik. 3. göz yoktu. Müzakereler kesintiye uğramıştı, Mandela müzakereleri durdurduğunu açıkladı. 3 ay boyunca kapalı kapılar ardında tekrar görüştük. Kesinti bizi zorladı, "eski paradigmalarımızdan kurtulalım" dedik, paradigma bize yüktü ve kurtulduk. Bu kesintinin sorumluluğunu başkasına bırakamazdık, biz başlatmıştık ve sorunları biz aşmalıydık. 3 ay sonra liderler bir araya gelip mutabakat imzaladı, bu anayasa değildi ama hepimiz için bağlayıcı bir mutabakat idi.
Sürece karşı güvenin arttırılmasını çok önemsiyorduk. 300 yıl boyunca süren çekişmede oluşan güvensizliği tahmin edebilirsiniz. Apartheid döneminden sonra güvensizlik daha da arttı. Anlaşma sonrası 2 yıl Mandela kabinesinde görev yaptım. Birebir temaslarımız oldu, Mandela hiçbir zaman bana kapris yapmadı. Mandela engin merhametle dolu bir insandı, hep kuşatıcı oldu. İnsan hakları ödülü almak kolay değil. Anlayış, empati, paradigma değişikiliği olmadan sorunu çözemezsiniz.
Türkiye'nin sorununa göre bizimkisi daha kolay çözülebilirdi, çünkü sorun ırk ayrımcılığına dayanıyordu ve ideolojik kökenleri olan Türkiye'nin sorununa göre çözmesi daha kolaydı ve bir de bizde harikulade ölçüde insani erdemlerle dolu bir Mandela vardı. İdeolojik sorunu paradigmanızda önemli değişiklikler olmadan çözmeniz zor. Süreci yürüten Mandela gibi insanlarınız yoksa bizden daha zor olan sorunuzu çözmeniz daha da zorlaşır ama bunu sürekli diyalogla aşabilirsiniz, yeter ki inanın. Beyaz Afrikalı olunca odaklandığınız hemcinslerinizin çıkarıdır ama bu süreçten hayatım boyunca edinemeyeceğim önemli bir ders edindim o da, değişikliğin kafamda başlaması gerektiğiydi. Güney Afrika'da en başta liderler bizi bu değişikliğe zorladı. Sivil toplum, dini liderlerin önemini tekrar vurgulamak isterim, onlar olmasaydı süreci başaramazdık." diyordu. Meyer nefis bir anlatımla sorunun aksayabileceği noktalara vurgu yapıyor ve somut önerilerde bulunuyordu.
İrlanda eski başbakanı Bertie Ahern de yaptığı konuşmada kapsayıcılık ve sürekli konuşabilir halde olmayı devam ettirmenin altını çiziyordu. "Diyaloğa devam etmenin faydasını gördük, diyalog olunca güven de oluyordu. Hatta bazen küçük bir konuda anlaşmazlığa düşerdik ama bu, kesmemizi değil sürekli konuşmayı devam ettirmemizi sağlardı. Bir keresinde bir oturumun başkanını seçmek için 6 hafta konuşmuştuk. Dışarıdan bakınca çok basit bir olayı niye bu kadar uzattığımız düşünülebilir ama bu, diyaloğun ve güvenin kuvvetlenmesini sağlıyordu. Düne değil geleceğe bakmalıydık ve hep öyle yaptık." diyordu.
Türkiye olarak yaşadığımız günler şu ana kadar olmadığı kadar içimizi karartabilir. Dünya üzerinde farklı çatışma çözümleri yaşanmış, yapısal olarak Türkiye'ye yakın ve uzak olanları var ama hepsinden alınacak çok önemli örnekler, dersler var. Türkiye'de bu aralar süreç iyiye gitmiyor ama çatışma çözümlerinin yaşandığı yerlerden gelen işin pratiğini yaşamış kişileri dinledikçe umudunuz artıyor. Bu ara bu umuda çok ihtiyacımız var. Bir kabus gibi üstümüze çöken çözümsüzlüğü ancak sorunları nasıl aşabildiğini pratik örneklerle anlatan insanları dinledikçe daha iyi anlıyor, yüreğinize serin sular serpiliyor ve göğsünüz genişliyor.